Tuşlar, harfler, yazılımlar, kodlamalar; havanın, suyun, iradenin ve duyguların yerini devraldı. Kendimize sahip çıkabilme kabiliyetimiz yok denecek kadar az bir oranda. İnsanoğlu hâlâ “Hiçbir şey için çok geç değildir”, “Zararın neresinden dönülse kârdır”, “Umudunu kaybetme” sözleri altında bir şeyler zırvalıyor. Zaten ne zaman bırakmışlardı ki bu huylarını? Bu yürek okşayan “Her şey yolunda” tavırları yüzünden gelinmedi mi sahi buralara? Kendi kendilerini kandırıyorlar ve sanırsam bu yüzden mitomani hastalığı artık pek bir moda.
Bana sorarsanız, daima neyin yanlış, neyin doğru olduğunun farkında olan biriydim. Biliyordum, ancak “Birazcıktan ne olur?”, “Stres atsın çocukcağız” düşüncelerinden sıyıramıyordum kendimi ve “Geri kafalı ebeveyn” olarak da anılmak istemiyordum dolayısıyla. Tabii bu laf altında affınıza sığınarak söylüyorum, “Geri zekâlı ebeveyn” durumuna doğru ilerlemekte olduğumun farkına da varamadım. Oğlum evdeydi sonuçta bunun neresinden kötülük çıkardı, dışarıda dolanıp da it kopuğun arasında kötü yollara mı sapsaydı? Serseri mi olsaydı? En iyisiydi benim oğlum, evinde otururdu, oyununu da oynardı, müziğini de dinlerdi. Hem devir teknoloji devri değil miydi? Oturduğu koltuktan tüm dünyayla iletişime geçebilecek, e daha ne olsun?
O odasından çıkmadığı zamanlarda, sorun yoktu. Sanırsam arada bir şeylere sinirlenip yumruklarıyla bilgisayar masasını aşındırıyordu. Bazense hırladığını duyuyordum yan odadan ancak hemen kesiliyordu. Sonuçta oyun bu yenmek de var yenilmek de, hayatın gerçekleri bunlar, alışsın çocuk öyle değil mi? Vallahi efendim bir süre sonra artık bu sesleri duymamaya başladık ya da ben fark edemiyordum. Malum, sıcak yaz günlerinde kapatın pencereleri ve kapıları, açın klimayı bir güzel. Televizyonda da güzel bir şeyler varsa keyfinize diyecek yoktur. Ama zırt pırt reklamlara girmese daha bir iyi de neyse oraya değinmeyeceğim şimdi. Nerede kalmıştım, ailecek pek bir zaman harcıyorduk beraber. Bizim hanım çay demlerdi, bir tane oğlanın odasına kapıdan bırakır çıkar, diğerini yanıma koyar sonuncusunu da eline alır, başlardı attığı şekeri karıştırmaya. Televizyonda bir onun dizisi, bir benim belgeselim, izler dururduk. Tüm günü böyle geçirirdik, ne yapalım bu sıcakta dışarı adım mı atılıyor? Bir gün biz her zamanki gibi çaylarımızı içerken televizyonda bir haber belirmesin mi? Dünyanın taa öbür ucunda bir çocuk daha, oyun oynarken ölmüş. Tartıştık, ya hu bu dünya nereye gidiyor? İnsan hiç çocuğu ölene kadar engellemez mi bunu, bunlar beynini nerede unutmuş?
Bizim hanım bu sefer de meyve soyuyordu, dizisi başlamış ya yerleşmişti bir de güzel koltuğuna. Aldı eline bıçağı bir de meyvelerin olduğu kap, soyuyor ve doğrayarak tabaklara koyuyordu. Gözü kapalı yapacak bıraksan, e marifet bunlar hep. Bekliyor, reklama girince bir koşu gidip çocuğa kapıdan veriyor meyveleri. Bir de kısalttılar ya reklamları, bir koşu dönerken anca yetişebiliyordu başlamasına. Sonra meyveleri çatır çutur yerken keyfini çıkarıyordu heyecanlı bölümün. Ben mi? Vallahi bana biri sorsa şu diziyi izliyorum demekten utanırım da, insan bir başlayınca merak ediyor kardeşim!
Gözüm dalmış bir ara koltukta. Tek gözümü kaldırdım, baktım Melda hâlâ izliyor televizyonu. Sonra televizyon birden kararmasın mı? Ne oldu ne bitti derken ekrandan küçük birer nokta fırladı. Biri Melda’ya biri de bana doğru zıplaya zıplaya geldi. Elime kondu, yapıştı kaldı oracıkta. Ama bizim hanım hiçbir tepki vermeyince kendi kendime dedim, “Salih yine rüyadasın, koltukta uyuyunca hep bu kâbusu görüyorsun, kalk bir kere de yatağına git yat.” Ama sonra çok üşendim, vazgeçtim.
Telefonum çaldı, açtım, bir de kim çıksın? Yıllardır sesi soluğunu duymadığım eski iş arkadaşım. Emekli olunca hep aramız açıldı işte ne yaparsın. “Salih ağabey” diyor nasılsın muhabbetinden sonra, “gel seninle bir pikniğe gidelim. Hem konuşur dertleşiriz.” Dedim, “Kardeşim ben bu İstanbul trafiğini, hele bir de Pazar günü iki but parçası için çekemem, o ne öyle? Haydi, görüşelim diyorsan, buyur gel kapım sana açık. Bize bir güzel yemek yapar Melda, parmaklarını ısırırsın, demedi deme. Milli maçın tekrarını da vereceklermiş. Yaparız bir erkek gecesi.” Mırın kırın etti de “Neyse…” dedi, kabul etti.
Geldi arkadaşım, ben de Melda’yı mutfağa yolladım, dedim “Orada izle sen ne izleyeceksin bir gecelik”. E başımızın etini yedi kadın, yemek yaparken sıkılıyormuşmuş. Aldırdı küçük boy bir televizyon oraya da. Neyse efendim biz de izledik maçımızı, “Ofsayt değil be o!”, “Böyle hakem olmaz olsun”, “Oyuncular niye adam gibi oynamıyor?!” sitemleriyle doldurduk o saatleri de. Bizim çocuk mu? Yok, bir şey yapmaz o, odasındadır işte. Oynuyordur arkadaşlarıyla, ne olacak?
Doktor bey sadede geleyim ben. Geçen bir ses duydum, yan odadan geliyordu. Hırsız falan vardır sandım, kaptım mutfakta bir oklava, koşturdum bizim çocuğun odasına. Kapıyı açınca bir de ne göreyim? Bizim çocuk yerde, can çekişiyor. Bilgisayardan kocaman jöle gibi bir karartı, atlamış çocuğun üstüne başlıyor her tarafını sarmaya. Bilgisayarda da bir ışık yanıp sönüyor. Yaklaşıp bakayım dedim, “Bir virüs tespit edildi!” yazısı var. Ben çocuğa dönene kadar bu karartı yutmasın mı bizimkini? Sonra bana doğru yaklaşmaya başladı bu şey. Bir an elimde bir yanma hissettim. Bir de baktım ki kapkara olmuş elim. Ama daha bu acayip şey bana dokunmadı ki, diye düşünürken, her gece televizyon karşısında uyuyunca bana yapışan karartı geldi aklıma. Sonra Melda’ya baktım. Bacağı boydan boya kararmış. Gittim hemen evdeki tüm fişleri çektim de anca kurtardık canımızı. İnanır mısın, aynısı komşunun kızına olmuş da zor yetiştirmişler hastaneye. Doktor, “Kızına virüs bulaşmış”, demiş. Sonra da “Merak etmeyin virüs çoktan hislerin olduğu kısmı ele geçirmiş olduğundan, ölürken acı hissetmemiştir” diyerek rahatlatmaya çalışmış onları.
Doktor bey, bizim oğlan çok acı çekmiş midir? Hayır deyin ne olursunuz? Ya da, onu geri getirmenin bir yolu var mıdır? Şöyle bir program yükleseniz silinen her şey geri gelir mi? Ben pek anlamam bunlardan zaten, bilgisayarda sorun olsa çağırırım hemen benim yeğeni o halleder. O yüzden ne diyeceğim bilemedim ama siz anlarsınız yahu tahsil görmüş insansınız! Peki eşimle ben iyileşebilecek miyiz? Hiçbir şey için çok geç değildir, değil mi? Sonuçta, zararın neresinden dönsek kârdır. Peki, hâlâ umut var mı doktor?
Anlatanın üslubundaki sevimlilik çok hoş olmuş, sanırım gerçekçilik iddiası güdülmediğinden bilimkurgudan ziyade fantastik öykü havası var, kısa ve eğlenceli bir öykü, elinize sağlık.
Yorumunuz için teşekkür ederim.