Öykü

Yazgı’nın Sırrı

Bu akşama kadar ezanda hiç kulağım olmadı. Rahmetli anneannem derdi ki, “Namazda gözü olmayanın, kulağı ezanda olmaz.” Sinirlerim iyice gerildiğinden anneannemin, sözü aklıma gelince, mevlütün ortasında dudak kıvrımlarım yukarı doğru kıvrıldı. Hep böyledir ya cenaze evlerinde, belli müddet sonra sinir gevşemesinden, kıkırdamalar oluverir. Salonun öteki ucunda oturan annemle göz göze geldik. Sinirle gözünü benden ayırmayınca, susup kafamı önüme eğdim.

Yağız şimdi burada olsaydı ve canımızın burnumuzda attığı zamanlarda ki gibi kendimizi olmadık yerlerde eğlenirken, tırmanırken bulsaydık ya da en kötü O’nun çatı katı balkonunun kenarında ayaklarımızı uzatıp en derin felsefi sohbetlerimizi, kahve eşliğinde yapsaydık. Ama yoktu. Şimdi okunan dualar kifayetsizdi, can yakıyordu.

Yağız’ın annesinin evinde, okunan dualar birbiri ardına sıralanırken, sanki tüm mahalleyi çınlatıyordu. İkizim Sanem ile salonun diğer köşesinde, Yağız’ın arkadaşlarına ayrılan bölümde oturuyorduk. Salonun en ücra tarafında olmamıza rağmen, mevlütün ortasında kadınların fısır fısır konuşmaları kulağıma çalınıyordu, “Çok gençti. Neden evinin balkonundan kendini attı acaba? Halbuki bir dediği iki olmuyordu. Çocuğun her dediğini yaparsan böyle doyumsuz olur, her şey olur. Kesin psikolojisi bozuktu. Şizofreni falan mı olmuştu acaba? Zaten pek konuşmazdı, son zamanlarda iyice dalgın, içine kapanık olmuştu.” Bir yanımda ikizim Sanem’in bitmek tükenmeyen hatta dinmeyen ağlamalarının alt yazısı şuydu ki, Yağız’a olan aşkı, hatıra defterine yazdıklarından öteye geçememişti. Çünkü Sanem’in aşkı karşılıksızdı. Bir yandan Sanem’in yerli yersiz ağlamaları, kadınların ufak çaplı dedikodularına karışınca, yerimden bir anda kalktım. Annem başı ile yanıma gel işareti yapınca, hesap zamanı olduğunu anladım. Annem daha “Nereye?” diye sormasına fırsat vermeden, kulağına eğilip, “Dua bitmek üzere.  Azıcık bunaldım da, mutfağa gidip oradakilere yardım edeyim.” dedim. Annem ikiletmeden gözleri ile tamam işareti yaptı. Zaten asla baskıcı, despot, aşırı kuralları olana annelerden olmadan ikizim ile beni büyüttü. Ama üzerimizden denetimini de eksik etmedi.

Sandalyelerin, koltukların arasından sessizce müsaade isteyip, geçmek iç sıkıntımı ikiye katlıyordu. Cenaze evleri ve düğünler sanki kadınların günlük dedikodu yaptığı, canlı yayın programlarıydı. Zar zor yürürken bile çeneleri kapanmıyordu. “Şu mutfağa giden Hatice’nin ikizlerinden Sanem mi? Yok yok Sinem. Bu asil olanı, tay gibi mankenlere taş çıkarır valla. Kısmetler yakında gelir, bu kızı alır gider. Kesin alır valla. Zaten ikizlerden güzel olanı bu. Hiç benzemiyorlar.”

Sanki metrekarelerce yol aşmışta ulaşmışım gibi mutfağa, “Oh  be” dercesine kendimi zor attım. “Oh be!” lafını sesli mi demiştim acaba, ayıp olamasa bari diye etrafıma göz gezdirdiğimde, Şule teyze hem ağzıyla dua sandığım bir şeyler mırıldanıyor, hem de Yağız’ın en sevdiği un helvasını kavuruyordu, Sultan Teyze üç demlik çayın başında resmen sıcaktan demlenip, çayları kontrol ediyordu, bir diğeri bardakları kişi sayısına göre belirliyordu ve tanımadığım diğer iki kişide tabak, çanak ayarlamaya çalışıyordu. Tam o sırada koluma Yazgı’nın annesi Pervin Teyze arkadan yaklaşıp, koluma dokundu. Mutfaktan balkona geçiş olan yere doğru beni,  göz kaş işaretleri ile yönlendirdi.

Dört bir yanı cam ile örtülü balkona geldiğimizde, gözlerini gözlerim ile buluşturup, “Aynı Yazgım gibisin sevginizi, üzüntünüzü belli etmeden içiniz de yaşayanlardansınız. Siz zaten birbirinize çok benzersiniz. Hatta kimse ile konuşmadıklarınızı birbiriniz ile konuşurdunuz. Sırlarınızı kimseye vermezdiniz. İlişkiniz farklıydı.” dedi, tek eliyle kolumu okşayıp, bir yandan akmamak için direnen gözyaşları ile dolu zümrüt yeşili gözleri eşliğinde bakarken.

Gözlerimi Pervin Teyze’ye sabitlemiş, bende aynı O’nun gibi gözyaşlarımı akıtmamak için kendimi zor tutarken, “Sonuçta bebeklik arkadaşı sayılırız. Siz buraya taşındığınızda, Yağız üç aylık, biz Sanem ile bir yaşındaydık. Normal olarak kader bizi sırdaş olarak belirlemiş zaten.” dedim.

Pervin Teyze, kollarını göğsünün altında bağlayarak, balkondan dışarıya, yağan yağmurun sesini birkaç saniye sessizliğimize karıştırıp, söze yine gözlerimin en dibine bakarak, emin ama hafif ürkek olarak, “Yağız sence neden intihar etmiş olabilir Sinem? Bir derdi mi vardı? Müzik yaptığı barda veya üniversite de ya da bilmediğimiz O’nu sıkıntıya sokacak bir sırrı olabilir miydi?”

“İnanın bilmiyorum Pervin Teyze. Son bir yılda benden bile uzaklaşmaya başlamıştı. Daha içine kapanık hale gelmişti. On dakika önce sevinirken, on dakika sonra üzülebilecek duruma geliyordu. Ama daha az konuşur, güler hale gelmişti. Bunun dışında daha da içine kapanmıştı. Yazgı’ya soru sormak demek, cevap alamamayı göze almaktı biliyorsun. Çünkü O istemediği hiçbir şeyi yapmaz, cevaplamazdı.” Evet anlamında sadece başını salladı. Ama gerçekten sorduğu soruların cevaplarını bilmiyordum. Bilseydim, cevaplar mıydım? Sanmıyorum. Biz birbirimizi ne koşulda, ne durumda olursak olalım hiç satmamıştık.

Pervin Teyze sorgu müdürlüğünden vazgeçti derken, “Hayatında O’nu etkileyen, vazgeçemediği, umut bağlayıp yüz bulamadığı bir kız arkadaşı olabilir mi?” dedi. Bu soru ile kalbime bir şey saplanmıştı. Sanki Sanem’e sormuştu da Sanem’in kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. İkizler birbirlerinin hissettiklerini hissedermiş ya, bir anda soru karşısında kendimi Sanem gibi hissettim. Sadece bu soruya net bir şekilde başımı sağa sola sallayıp, hayır anlamında salladım. İlk defa gevelemeden vücut dilimle de olsa cevap verdim. Çünkü geçen sene baharın içimizi, ruhumuzu ilk ısıttığı zamanlardı.  Aşk mı? Mantık mı? diye Yağız ile evin yüz metre aşağısında, sahile yakın surların iç kısmında otururken, tartışmaya başlamıştık. Ben aşkı, Yağız ise her ikisi olmalı diye diretmiştik. Sonra bir anda bana dönüp, “ Sinem, ruh ikizi denilen safsata var mı? Bilmiyorum ama senin beni anladığını, tamamladığını hep düşünüyorum. Senin gibi birini istiyorum sanırsam” demişti. O an, kalbim yerinden çıkacak gibi olmuştu. Söylediği şeyin ne anlama geldiğini gayet iyi anlamıştım da cevap vermeye cesaretim yoktu. Eğer cesaret etseydim, Sanem’e ihanet etmiş olurdum. Bu yüzden ilk defa Pervin Teyze’nin sorduğu sorunun cevabında nettim.

Balkondan dönüp çıkacakken Pervin Teyze yeniden başlayan cümlesi ile beni olduğum yere mıhladı.  “Yağız’ın vefatından beri evini hâlâ temizletiyorum. Sanki yarın çıkıp gelecekmiş gibi. Tüm arkadaşları, O varmış gibi sırayla her gün gelip benim ile evinde çay içti. Sen hariç. Neyse konumuz bu değil zaten. Gitmeye karar verdiğinde babası ile bana mektup bırakmış. Sevdiği arkadaşlarına kendince hatıra olması adına kendi kullandığı eşyalardan hediye  bırakmak istemiş. Senin payına daktilo düştü.” dedi.

Pervin Teyze sorgu müdürlüğünden, suçlayıcı tavra doğru geçiş yapmıştı bir anda. Bedenim sabit, başımı Pervin Teyze’ye doğru çevirip, “Yazgı’nın ne evine gitmeye hazırdım ne de cesaretim vardı. Bana bıraktığı hediyeyi seve seve koruyacağıma, gözüm gibi bakacağıma emin olabilirsiniz.” deyip, mutfak kapısına doğru emin adımlarla giderken, Sanem ile karşılaştık.

“Annem seni soruyor deminden beri.” dedi.

“Pervin Teyze ile konuşuyorduk. Sanki ev üç yüz metre kare. Salondan göz ucuyla baksanız görürdünüz. ” dedim, sinirli bir tavırla. Pervin Teyze’nin son cümlelerinin hıncını ikizimden almak istercesine. Sanem bana şaşkınlıkla baktı çünkü ben kırıcı cümle kurup, çevremdekileri kaybetmekten korktuğumdan, cesaretsizlikle konuşmaz, normalde içimden söylenenlerdendim. Sanem koca kahverengi gözlerini bana açarak daha da irileştirip, şaşkınlıkla bakıyordu. Bana kırılır mı diye hızlıca içimden düşünerek, anlık cesaretime küfür sallayıp, Sanem’in kolunu okşayarak, gönlünü almak amacıyla, “Hadi gel bu seferki çayları biz dağıtalım.” dedim, sevecenlikle.

Sanem ile çayları dedikodular arasında dağıtıp, yeniden gençlerin olduğu köşeye geçtik. Pervin Teyze’nin sordukları, son dedikleri bedenimi, içimi, parmak uçlarıma kadar soğuttu. İnce belli bardağın içinde ki çayın sıcaklığı, parmak uçlarıma yayılan soğukluğu ısıtıyordu. Pencerenin yanına yakın olduğumdan, avcumun içindeki sıcak çaydan bir yudum alıp, yeniden hızlanan yağmura, perde arkasından belli belirsiz seyretmeye başladım. Yağmur eşliğinde, öncelikle yarın Sanem’i de yanıma alıp, Yazgı’nın evine gitme kararındaydım ve emanetimi alacaktım. Tek başıma gitmeye cesaretim olmadığından, Sanem ile gitme kararındaydım. Sanem için durumun özeti, kör istedi bir göz Allah verdi iki göz durumuydu. Çünkü her gidişte Yazgı’nın yastığına sarılıp, kokusu ile ağladığını biliyordum.  Yazgı’nın evinden dönüşte hep aynı şeyi anlatıyordu.

Çevremdekiler, ailem, arkadaşlarım, ikizim her kim hayatımda varsa, kaybetmemek, üzmemek adına hayır demeye cesaretim yoktu.  Yazgı, cesaretsizliğimin bedellerini her daim pişmanlıkla ödeyeceğimi anlatırdı. O anlatırdı ben anlamazdım. Yazgı sonunda sinirden ipin ucunu bırakır, bana ceza olsun diye üç gün uzak kalır, aynı apartmanda oturmamıza rağmen, gördüğü anlarda kaçar adımlarla yanımdan uzaklaşır, konuşmadan kendi evlerine çıkar veya sokakta karşılaşsak o üç gün boyunca on adım arkamdan gelir, apartmana ayrı ayrı girmemizi sağlardı. Bana kızgınlığı ancak üç gün sürerdi. O’nu ciddiye almadığımı sanırdı ama işin aslı cesaretsizliğim yüzünden içimdeki cevheri, asıl beni ortaya çıkaramamış olmamdı. Kısaca, arkamı, önümü, sağımı, solumu düşünmeden, emniyetimden emin olmadan, hayatı kucaklamayı beceremiyordum. O’nun gibi cesaretim sonsuz olamadı.

Apartmanın çatısından atlamak, yirmi dört yaşa hiç yakışmadı.  Neden yapmıştı? Kimselere belli edemese de, ben biliyordum ruhu hayat doluydu. Ailesinin, çevresinin dediği gibi, tek erkek evlattı, bir dediğini iki yapmazlardı. Cesareti ölümü seçecek kadar ileri gidebilmişti. Ama neden? Pervin Teyze gibi bende deli gibi merak ediyordum. Ve cevabı asla bulamayacağım soru işaretleri ile ailesi gibi beni de bırakıp gitmişti. Cesaret mi ? Doğruluk mu? Oynadığımızda bile ben doğruluk, O ise hep cesareti seçerdi.

Yazgı’yı kaybetmemin ardından, kimselere belli edemediğim çöküşüm, yıkılışımın sebepleri farklıydı. Dert ortağımı, kitap arkadaşımı, Fransız filmlerini sıkıcı bulan herkese inat, bizim mısırları patlatıp seyrettikten sonra, üstüne felsefe yapabildiğimiz, cesaretsizliğimin, almaktan çok vermeye dayalı yapımın eleştirmeni, akıttığım gözyaşlarımı görmesine ve silmesine izin verdiğim, kısaca yol arkadaşımı kaybetmiştim.

Annemin, eve gitme vaktini hatırlatması ile gece yarısı kendimi yatağa anca attım. Sabahı zor ettim. Emanetimi almak beni fazlasıyla sabırsızlandırıyordu. Yatak ve yastıkla savaş halim ne kadar sürdü bilmiyorum ama sonunda savaşı kaybedip, uykuya bilmediğim bir saatte daldım.

Üniversitede öğlen dersimiz bittiği gibi, Sanem ile eve gitmeden direkt, Pervin Teyze’den Yazgı’nın ev anahtarlarını alıp gittik. Sanem kapıyı açtığında, ben bir adım geride duruyordum. Sanem çoktan salona geçtiğinde, ben kapının iç tarafında, kapıyı kapatıp ilk defa eve giriyormuşum gibi şaşkındım. Her şey yerli yerinde, evin havasında tek tuz bulutu yoktu. Pervin Teyze, evi temizletiyorum dediğinde, gerçekten doğru diyormuş, diye içimden geçirdim. Aptallaşmış bir şekilde, karşımda duran Amerikan mutfağa, ardından salona, salonda duvardan duvara kütüphaneye baktım. Sanem, camın önünde duran, üçlü koltuğa oturup, Yazgı’nın fotoğrafına baktıkça, ağlama seansına çoktan başladı. Sanem’in yanındaki tekli koltuğa oturduğumda, kütüphane arkamda kalıyordu. Gözlerim, kütüphanenin çaprazında eskitilmiş çalışma masasının üzerinde duran daktiloda gezindi.

Daktilo ile yalnız kalmak istiyordum. Tuşlarında, parmaklarımı gezdirip, Yazgı’nın dokunuşlarını hissederken tek başıma olmak niyetindeydim. Sanem’in kavuşamadığı aşkı için ağlamasının sonu yoktu. Olduğum yerden kalkmadan, Sanem’in ellerini sıkıca tutup, “İyice perişan oldun. Dün akşamdan uykusuzluk, okul derken iyice yoruldun. İçerde geç dinlen istersen.” dedim. İlk defa kendimi düşünerek, birinin duygularını kullandım. Bir an için kendimden utandım. Sanem biraz şaşkın, dediğime anlam veremediği bakışları ile “Zaten Yazgı’nın kokusu hâlâ odasında. Onun odasında vakit geçirmeden eve adım atmayı düşünmüyordum.” dedi ve hiç beklemeden içeriye geçti.

Emanetime dokunmadan önce sert bir kahveye ihtiyacım vardı. Yazgı ile en sevdiğimiz markanın kahvesi, makinasında hazır bekliyordu. Düğmeye basmam yeterliydi. Kahvemi yapıp, koltuğuma oturmak üzere iken karşımda duran kütüphaneden, sessiz bir el, Kafka’nın Milena’ya Mektuplar kitabını ayaklarımın dibine atmak için çekip aldı ve attı. Gözlerim yanılmıyordu. Emindim. Üstelik, Yazgı ile defalarca birbirimize okuduğumuz, artık her satırını ezberlediğimiz, ruhlarımız yan yana iken, bedenlerimizi mesafelerce uzakta olduğunda bile, yanımızda ayırmayıp, sohbetlerimizi, dertleşmelerimizi özledikçe sığındığımız kitabımız.

Biraz ürktüğüm doğruydu. Şu an Yazgı’yı hissediyordum. Ruhu tam yanımdaydı biliyorum. Çünkü bir tek O’nun ile cesaretsizliğim başkaldırıp, cesarete doğru yürürdü. Bir anda ürkmem geçti, eğilip ayağımın ucunda duran kitabı aldım. Kitap, duygusallığımı günler sonra, gözyaşlarımla ortaya çıkardı. Koltuğuma oturdum, kahvemden yudum alıp, kitabı okşarken sayfalarını gelişi güzel açamaya başladım. En sevdiğimiz bölümü açıp, okuyacakken, dörde katlanmış beyaz bir kâğıt vardı.

Kâğıdı açtığımda, Yazgı’nın el yazısını tanıdım. Yerimde iyice dikleşip, yazdıklarını okumaya başladım.

“Merhaba ruh ikizim,

Sen bu satırları okurken, ben çoktan ebediyetteyim demektir. Çünkü ne zaman gideceğime ancak ben karar veririm ve verdim. Bu mektubu bir şekilde okumanı sağlayacağım. Ruh ikizim olduğunu surların orada sana ilk defa söylediğimde, bir şeyi eksik söyledim ya da git gide sana benzeyip cesaretim, cesaretsizliğime yürüdü. Aslında Sanem bana aşıkken ben hep seni sevdim. Senin de cesaretsizliğinden bana açılamadığını düşündüm ama yanılmışta olabilirim. Kafanda bir sürü soru işareti var eminim. Eminim çünkü biz aynıyız. Neden intihar ettim? Son bir yılda senden bile neden uzaklaştım? Her şeyimi senle paylaşırken, bu sefer ne oldu da paylaşmadım? Bunun gibi bir sürü soru işareti. Ben bile kendimi yanlış tanıyormuşum, meğer benim ailem de benim gibi yalanmış. Her şey yalanmış. Ben yalanken, ailem gerçek dışı iken tek doğru sendin. Ve bir yanlış bir doğruyu yok etmemeliydi. Bu yüzden sana olan tek doğrumu, gerçeğimi yanıma alarak gidiyorum. Daktilom senin. Yaz. Cesaretsizliğini, kendini ve özellikle sana vereceğim sırrı yaz. Edebiyat okuyan sensin. Belki ilerde benden bir roman çıkar. Daktilonun durduğu çalışma masasının çekmecesinde anahtar var. Giyinme dolabımın arkasında ki kutuyu açıyor. İçinde tüm sorularının cevapları kutuda olduğu gibi, bu şekilde sana sırrımı vereceğim. Ama sırrımın çözümü, devamı sende. Kutunun içindeki ip uçlarını takip et Benim için cesaret et. Senden son isteğim gerçek Yazgı’yı bana hediye et.  Seni saçlarından koklayarak öpüyorum.”

Mektup bittiğinde, gözyaşlarım sayfaya dökülüyordu. Engelleyemiyordum. Hızlıca yatak odasına gidip, dolaba bakmalıydım. Tek korkum Sanem’i nasıl atlatabileceğimdi. Yatak odasına girdiğimde, Sanem pencereye doğru, çoktan uykusuna yenik düşmüştü. Sanem’i uyandırmamak için, nefesimi bile kontrol ediyordum. Kutuyu aldığım gibi salona yerime geçtim. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Heyecanım dinsin diye soğumuş kahvemden koca yudum aldım.

Kutunun içinde gördüklerim düşüncelerimi karman çorman yapıyordu. Yazgı’nın doğum tarihinin olduğu, isminin ve kendisine ait bazı bilgilerin yazılı olduğu çocuk esirgeme kurumuna ait kâğıt, gazeteden kesildiği belli trafik kazası haberi, hatta çocuk esirgeme kurumu ile kazanın yapıldığı şehir aynı yerde olması ilk dikkatimi çekendi. Özel işlemeli, gümüş, erkek yüzüğü. Genç bir kadın ile erkeğin sararmış vesikalık fotoğrafı. Hepsi bu. Artık gitme vakti, Yazgı’nın sırrının çözüm vuslatındayım.

Pınar Kumsal Başdağ

1975 yılının Ekim soğuğunda dünyaya gelmiş biri olarak, kendimi bildim bileli yazıyorum, okuyorum. Herkesin besin kaynağı vardır, benim besin kaynağım yazmak. Yolda yürüyen kadınlardan herhangi birinin önünü kesip, çantasına baksanız kadınsal her türlü malzeme vardır. Benim çantama baksanız, cüzdan, not defteri ve kalem dışında bi rde evimin anahtarlarından başka bir şey bulamazsınız.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. İntihar ve/veya ölüm hangi yaşa yakışır ki? Elinize sağlık güzel buldum

  2. Tesekkur ederim…

  3. bir solukta okudum yine diger oykuleriniz gibi yuregine kalemine saglik :smiley:

  4. Tesekkur ederim guzel yorum icin​:wink::blush:

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for Melek_Tasalir_Apak Avatar for filhafza Avatar for anon6571210

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *