“Bekle, senin için gelecekler! Anlat ama bil kimse inanmayacak. Çünkü insan denilen yaratık yalnız ve yalnız gördüklerine inanır. Lakin sen yine de anlat. Korkma, yediler geliyor!”
Amfinin akustiğinde Melisa’dan gayrı duyan yoktu kadim fısıltıları. O öğrencilerine odaklanmaya çalıştığı an onlar merdivenlerden aşağı süzülmeye devam ediyorlardı. Çığlık atmalıydı ama yapamadı. Tekrar o deliğe tıkılmak ve deli yaftasını yemek istemiyordu. Tadı acıydı bu yaftanın. Adı kötüydü;”delilik”! Kaybediyordu insan bir kez normal olma sınırını aştığında. Bu sefer onlara yenilmeyecekti. Görmezden gel dedi içinden. Konuşmaya devam ederken.
Olmuyordu, başaramıyordu. Sisin ardına çöken gölgeler ellerinde yedi kadim kılıçla gelmekteyken normal olamıyordu. Acele ile dersine son verip soluk soluğa kendini amfiden dışarı attı, şaşkın bakışlar ve nidalar etrafında dönüyordu. Sisi, yangın kokusunu bir tek o mu alabilmişti? Odasına kapanıp başını ellerinin arasına aldı. Sessizce ağlamaya başladı. Bir daha olmamalıydı. Biliyordu. İçinden bildiği en iyi duaları ederken kapı gürültüyle sarsıldı. Ağzından istemsiz bir çığlık koptu. Kapı açılıp yaşlı profesör içeri süzüldüğünde Melisa dehşet içinde ona bakıyordu. Korkudan ve ağlamaktan bütün yüzü dağılmış gibiydi. Ahmet tedirgince yaklaşıp” iyi misin kızım” dedi. Melisa kendini toparlayıp” evet” diyebildi. Sesi titriyordu. Bak, dedi yaşlı adam kararlı bir sesle; eğer yine başlıyorsa bilmeliyim! Geçen sefer çok büyük bir olaydı unutma.’ Hayır dedi genç kadın başa çıkamayacağım bir şey değil, lütfen hayatıma geri dönmeye ihtiyacım var. Bana bir şans verin hocam! Ahmet başını kararsızlıkla sallayıp, tamam dedi.” Bugün izinlisin evine git ve yarına kadar kendini toparlamış ol. Melisa bu kez seni koruyamam kızım”! Kapı arkasından sakince kapandığında Melisa tekrar gözyaşlarına boğuldu.
Bundan bir sene önce başlayan kâbus onu akıl hastanesinin koridorlarına kadar sürüklemiş tüm hayatı alt üst olmuştu. Sonucunda ailesini ve sevdiği adamı kaybetmiş işine dönmesi ise biraz önce çıkan yaşlı adamın yalvarışları sonucunda kabul görmüştü ama tekrar etmemesi koşulu ile. Kurul aynı davranış bozukluğunun en ufak bir işaretinde onu üniversiteden bir daha dönmemek üzere göndermeye karar vermişti. Eşyalarını toparlayıp arabasına doğru yürümeye başladı. Direksiyonun başına geçip derin bir nefes aldı ve kontağı çevirdi. Eve vardığında şu an istediği tek şeyin güvenilir bir kucakta uyumak olduğunu biliyordu ama bu artık mümkün değildi. Tarık onu olaylar başlayıp da akıl hastanesi koridorlarına taşınana kadar hiç yalnız bırakmamıştı ama sonunda bir gün ziyaretine geldiğinde daha fazla dayanamayacağını tüm bu hikâyenin onu ve ilişkilerini çok yıprattığını söylemiş sonrada gitmişti. O beyaz soğuk duvarların nasıl üstüne üstüne geldiğini ve kendisini nasıl çaresiz hissettiğini hatırladı genç kadın. Sonrasında ondan bir daha haber alamamıştı. Oysa o güne kadar mükemmel giden bir ilişkileri olmuştu. Hatta evlenmeyi bile düşünmüşlerdi. Artık bunlar yalnızca uzak bir anıydı. Hastaneden taburcu olduğu gün Tarık’ı görmeye gitmiş ama elleri boş dönmüştü. İçi hala acıyordu. Dalgalar dimağında dönenirken eve doğru yol almaya devam etti.
Kıyafetlerini çıkartıp banyoya yöneldi. Bir ara masanın üzerinde duran fotoğraflara takıldı gözü onu terk eden tüm insanlar fotoğrafın içinden sanki hiç bir şey olmamış gibi ona gülümsüyorlardı hala. Bunları kaldırmalıyım dedi kendi kendine. Suyu açıp küvetin kenarına ilişti. Suyun sesini dinlemeye başladı. Gözleri çıkan kabarcıklara ve suyun berraklığına takıldı. Aklına sevdiği bir kitaptaki şu sözler geldi; suyu mu içersin yoksa dalgayı mı? O anda bir fısıltıyla yerinden sıçradı. Ses, su kadar berrak,” bir ruh acı çeker” diyordu, yedi kadimin arasında. Elleri kulaklarına gitti yeniden. Ses ısrarla konuşmaya devam etti. “Bencillik yoktu bu ruhta. Şehvet uzağında kalmıştı. Yalan onun iliklerine işlememişti. Neydi onu suskun bırakan bilir misin ölümlü? Kaçamazsın ölümlü sen seçildin ona yardım et.”
Melisa hızla alıp verdiği nefeslerinin arasında çığlık atmaya başladı.” Gidin” diyordu. “Yapmayın lütfen yalvarıyorum beni yine yok etmeyin!” Sonunda sis mavi fayansların arasından süzülüp yedi kadimin görüntüsü ile banyoya doldu. İçlerinden en iri olanları konuştu;” Seni yok etmeye gelmedik kadın. Bir ruh acı çeker bu yalan ilde, ona yardım et. Konuş bizimle kaçma!” Giydiği bol kapüşonlu pelerin kırmızıydı. Hepsinin renkleri farklıydı. Kırmızı, sarı, mavi, yeşil, siyah, kahverengi ve beyaz…
Melisa sonunda hiç gösteremediği cesareti gösterip,” neden pelerinlerinizin rengi farklı?” diye sordu titreyerek. Elleri çıplak vücuduna gitti o an. Gerilemeye başladı, üzerine hızla bir bornoz geçirdi. Kırmızı pelerinli” benim adım şehvet “dedi.” Renklerimiz ruhumuzu yansıtır biz günahtan geliriz!”
Sonra ona banyodan çıkması için yer açtılar. Metalik ses arkasından seğirtti. Melisa elleri karnında kenetlenmiş olarak” neden hep sen konuşuyorsun onlar neden susuyorlar?” dedi. Konuştukça kendini rahatlamış hissediyordu. Yedi kadim gölge odaya sessizce yerleştiler. Sonra şehvet devam etti.” Ben senin yansımanım. Onlar yalnızca benimle söyleşirler. Seni ben seçtim.” Yansıma? Melisa anlayamayan gözlerle kırmızıya baktı. “Anlayamadın değil mi kadın? Senin ruhunun rengi bu, kırmızı… “
“Yardım et. Onu kurtar kendini de. Sonra da biz gidelim.” Tüm cesaretini toplayan kadın başını kaldırıp şehvete” nasıl?” diye sordu. Şehvet metalik bir gülüş eşliğinde “göreceksin!” dedi. Sonra sis ve gölgeler yavaşça odayı terk etmeye başladı. Melisa çıplak ayaklarıyla halıyı kavrayıp öylece gözleri boşlukta kala kaldı, artık biliyordu. Bu oyunun tek bir sonu vardı onları başlattıkları oyuna dâhil olmak.
Sabah olduğunda sersemlemişti hala dün yaşadığı sahne kafasında dönenip duruyordu. Gerçek miydi acaba? Başını sallayıp çayından büyük bir yudum aldı. Saatine baktı. İşe gitme zamanıydı.” Cesur bir kız ol!” dedi kendi kendine. Gözü odasında duran oyuncak yığınına takıldı. Çocukluğundan beri onlarla olmayı sevmişti. Şimdi ise kocaman bir koleksiyonu vardı. Onlara gülümseyerek cesur bir kız ol dedi tekrar. Üniversiteye vardığında öğrencilerine sıcacık gülümsedi her zaman ki gibi. İşini seviyordu. İnsan ilişkileri onun işiydi. İletişim dersleri veriyordu. Odasına doğru ilerlerken Ahmet ile karşılaştı.” Günaydın hocam” dedi. Yüzündeki gülümseme güneş gibi olduğunda yaşlı adam bu gülüşe karşı koyamazdı. “Günaydın” dedi Ahmet “nasılsın?” “İyiyim merak etmeyin.” Bunları söylerken olabildiğince dik durmaya çalışıyordu Melisa.” Dersten sonra görüşürüz” deyip odasına çekildi.
İnsanlar kapı kapandığında kendi gerçeklerinin kapılarını da sonuna kadar açarlardı. Melisa ise bu kapının açılmasını istemiyordu ama elinden bir şey gelmediğinin de farkındaydı. Koltuğuna iyice gömülüp su ısıtıcısından gelen samimiyetsiz fısıltıları dinledi. Derken hafif bir rüzgâr hissetti cam mı açıktı? Hayır. Gözlerini yavaşça açıp etrafına bakındı. Kara gözlü kırmızı siluet tam karşısında duruyordu. Çığlık atmamak için kendini zor zapt etti. Nefes alış verişlerini kontrol etmeye çalıştı. Şehvet hiç kıpırtısız genç kadını seyrediyordu. Sonunda,” benimle gel!” dedi.” Gelemem” diye yerinden fırladı Melisa. Derin bir nefes alıp devam etti. Eli masanın köşesini mengene misali sıkmaya başlamıştı.” Dersim var erteleyemem. Yalvarırım beni rahat bırakın. Artık dayanamıyorum!” Gözlerinden gelmekte olan yaşları gizlemeye çalışarak başını çevirdi. Kırmızı karanlık yanına daha bir yaklaşırken metalik fısıltı yüzünü yalıyordu.” Ertele o zaman!” Bu bir emirdi.
Kaçışı olmadığını anlayan Melisa telefonu kaldırıp Ahmet’i aradı. Titremesine engel olmaya çalıştığı sesiyle” hocam” dedi.” Dersime bu gün için girmeniz mümkün mü acil bir işim çıktı.” Telefonda ki ses kaygılıydı. “Melisa iyi misin? Ne işi bu?” Melisa gözünün ucuyla kıpırtısız ona doğru bakan şekli inceledi.” Açıklayamam şimdi daha sonra lütfen benim için yapın bunu.”
Telefonu kapattıktan sonra bir saniye için tüm bunların bir kâbus olmasını diledi lakin gördüğü gölge gerçeğin ta kendisiydi. Çantasını alıp başını dik tutmaya çalışarak odadan ayrıldı. Hızla üniversitenin otoparkına gitti. Arabaya binip çalıştırdı. Yedi kadim gölge kendi renklerince arkasındaydı ve ona yol gösteriyorlardı. İçinde korkudan çok merak vardı bu kez. Belki de dedi bu oyunu başarı ile bitirebilirsem her şey düzelir. Ben deli değilim bunlar gerçek biliyorum.
Araba ilerledikçe Melisa’nın merakı artmaya başlamıştı. Nereye gittiğini bilmemek insanı yıpratan bir şeydi. Sorularının cevabı bir süre sonra karşısında durmaktaydı. Bir bakımevine gelmişlerdi. Şehrin dışında daha önce adını bile duymadığı bir yerdi burası. Arabadan indi. Kadimler arkasında belirdiğinde onlara baktı. Kırmızı başıyla içeri girmesini işaret ettiği anda yedi kadim kılıç da kınından çekildi. Melisa korkuyla karışık hissettiği bu duygunun anlamını çözemiyordu. Yürümeye başladı. Yedi kadim arkasından gölge gibi seğirtirken o baş döndürücü renklerine gözünün ucuyla bakıyordu.
Genç kadın yürümeye başladığında önünde belirginleşen korkunç gölgeleri de görmeye başladı. Kadimler arkasından ona yakın yürümeye devam ediyorlardı. O anda Melisa korkuyla arkasını döndüğünde kırmızısıyla yüz yüze geldi. “Korkma!” dedi metalik ses. “Bunlar olmayanlar, biz yanındayız yürümeye devam et.” Melisa bu emir karşısında ayaklarının titremesine aldırmadan yürümeye devam etti. Önündeki gölgeler yani olmayanlar sisli kılıçlarını çekip de hızlandıklarında istemeden de olsa eğilip başını ellerinin arasına aldı. Çığlık atmak istemiyordu. Gözünün ucuyla koridoru süzmeye başladı. Kimse yoktu kendi dünyasından. Şehvet,” başını dik tut ve yürü!” dedi tekrar. Melisa yıllardır korktuğu bu varlığa bakıp güven duydu o anda ve denileni yapmakta tereddüt etmedi. Yürüdü. İşte o anda etrafında renkler ve griler çarpışmaya başladı. Kılıçların sesini duyabiliyor insana ait olmayan tiz çığlıklar işitiyordu.
Kırmızı başta olmak üzere tüm kadimler çarpışmaya başlamıştı olmayanlarla. Hareketleri şiir gibiydi. Gören gözün etkilenmemesi mümkün değildi bundan. Havada asılı kalan tüm o renkler büyüleyici bir gösteriye dönüşmüştü. Şehvet kılıcını havada bir tur çeviriyor ve ona saldıran griliğin üzerinden geçiriyordu. Gölge bir anda tiz bir çığlıkla bir toz kümesi misali dağılırken şehvet elinde kılıcı eğilmiş vaziyette gidene saygı duyduğunu belli ediyordu selamıyla. Olmayanlar kaybolduğunda belinde bir sıcaklık hissetti. Şehvet” hadi “dedi.” Gidelim Melisa.” İlk kez ismini kullanmıştı genç kadının. Ve ilk kez bu dokunuş farklı bir uyanışa sebep olmuştu Melisa’da.
İstemsizce gülümseyip koyu kahve saçlarını kulağının arkasına götürdü. Devam etti. Beyaz koridoru geçip odaların oldukları bölüme vardıklarında Melisa derin bir nefes verdi. Daha önce hiç duyumsamadığı bir heyecan belirmişti içinde. Anlamını çözemediği bu duyguya verdi kendini bir süre. Sonra kadimlerin bekledikleri kapıdan içeri girdi yavaşça. Yatak. Bir dolap ve mavi boyalı duvarlarda birkaç manzara resmi duruyordu. Boş sayılabilecek odada Mettallica’nın o iç yakan ezgisi yükseliyordu. Başka hiçbir şeyin önemi yok diye haykıran adama kulak verdi. Etrafı incelemeye devam ederek. Kitaplar vardı küçük bir rafın üzerinde. Çoğu klasiklerden oluşan eski karton kapaklı kitaplar…
Ve en son yatağa ilişti gözü. Bilinçsiz yatan genç bir adam vardı yatakta. Kıvırcık siyah saçlar, koyu çikolata teni ve dolgun dudaklarıyla sanki huzurla uyuyor gibiydi. Melisa yavaşça yatağın yanına gitti. Ne yaptığının kendisi de farkında olmadan ince naif elini tuttu adamın. Yavaşça avucunun içine aldı elini. Diğer eliyle elinin titremesine aldırmadan saçlarını okşamaya başladı. Sanki o anda gözlerini açacak ve gülümseyecekmiş gibi görünen bu güzel yüzlü adama karşı bilemediği bir sıcaklık vardı içinde. Başını çevirip şehvete baktı genç kadın. Şehvet,” ona yardım et, kayboldu” dedi.” Yaşıyor ama burada değil. Onu geri getir çünkü masum.”
Melisa gözlerinden gelen yaşlara aldırmadan elini şehvete uzattı. Eli sıcaklığın içine gömüldü odadan yayınlan melodinin eşliğinde. Bir eli bilinçsiz yatan genç adamda diğer eli kırmızının sıcaklığında gömülü görünen nura baktı bir süre. Söze gerek olmayan bir andı bu. Havaya yükselen ışık her şeye bedeldi. Mavi, uçucu. Güvenilmez bir ışık…
O sırada içeriye sarışın genç bir adam girdi. Gözlerinde merak ve kızgınlık vardı. Melisa telaşla havada asılı kalan elini indirip yatan adama başını çevirdi. Genç adam” burada ne aradığınızı öğrenebilir miyim?” dedi. Sesi öfkeliydi. Gidip müziğin sesini kıstı sert bir hareketle. Melisa gözlerini silip sadece onun kim olduğunu merak ettim dedi kafasını sarışın adama çevirerek.” Buradan geçerken gördüm. Kapı açıktı. Ben… Ben sadece bakmak istedim.” Sonra başını tekrar yatağa çevirip, “çok güzel bir yüzü var “dedi. Gülümsemeye çalışarak, “onun nesi var?” diye sordu. Sarışın adamın omuzları çöktü o anda.
“Onun adı Amar. Ben Salih. Bu adam benim en yakın dostumdu. Bir gün gözlerini kapadı ve bir daha açmadı. Yaklaşık bir yıldır bu halde. Fiziksel olarak hiçbir şeyi yok. Ama uyanamıyor. Sadece uyanmak istemiyor belki de. Artık bende bilmiyorum.” Salih’in sesinde acı vardı. Yıkılmışlık ve çaresizlik…
Yavaşça yatağın yanına gelip Melisa’ya baktı.” Ona yardım etmek istedim ama yapamıyorum! Kimsesi kalmadı herkes onu bırakıp gitti. Ama ben gidemiyorum. Hastaneden çıkarıp buraya getirdim. O günden beri de her gün gelip bakıyorum uyandığı ümidiyle. Ölemiyor fakat geri de dönemiyor.” Genç adam başını sallayıp “anlayamıyorum!” dedi. Ağlamak üzere olduğu belliydi.
” Bu onun en sevdiği şarkılardan biri. Her gün çalar bakıcılar. Sonra bende gelip sevdiği kitaplardan birini okurum ona.” Melisa yavaşça Salih’in etrafından dolaşıp kitaplığın yanına gitti. İncelemeye başladı. Sonra dönüp sordu.” Öncesinde ne yapardı yani nasıldı?” Salih arkadaşının elini tutup” o tanıdığım en iyi kardiyologdu. Lakin kendi kalbine hükmedemedi. Sevmemesi gereken birini sevdi. Acı çekti. Terk edildi. Ve bir gün onu bu halde buldum. “
Melisa gözlerini Salih’e dikip” kıza ne oldu?” diye sordu. “Öldü daha doğrusu intihar etti” dedi genç adam sakin bir sesle.” Amar onu görmemesi gereken bir şekilde görmüş” diye devam etti Salih. Kekeleyerek” O da Amar onu affetmeyince intihar etti.” Melisa elini ağzına götürüp acı haykırışına engel oldu. Bir adam bir kadın için hayatından vazgeçebiliyordu ama Tarık sırf o hastalandı diye onu terk edebilmişti.” Şarkı onların şarkısı mı?” dedi. Salih evet anlamında başını salladı.” Tepki verdiği çok az şeyden biri bu şarkı. Onun hala buraya gelme ihtimalini gösteren hemen hemen tek şey!”
Melisa sandalyeye oturup ellerini karnında birleştirdi. Eğilip yere bakarken kararını vermişti. “Salih dedi adım Melisa. Benden zarar gelmez.” diye başladı cümleye ve ona kısaca çokta ayrıntıya girmeden hikâyesini anlattı. Kadimlerden bahsetmedi.” Onunla ilgilenmek istiyorum. Bende onun gibiyim, yalnız.” Salih bu teklife gülümseyerek karşılık verdi. Sonra oturup ona okumaya devam ettiği kitabı uzattı.” Sen oku bugün” dedi. Melisa okumaya başladı. O gün ve her gün bunu yapmayı ne kadar sevdiğini düşünerek.
O gün bakımevinden çıkarken aslında korktuğu varlıkların onu gerçekle tanıştırdıklarına inanıyordu. İlk kez bir ruha yardım edebileceğini düşünüyordu. Her ne kadar Salih bunun imkânsız olduğunu düşünse de o bir gün Amar’ın hayata kaldığı yerden başlayabileceğine inanıyordu. Tıpkı kendisi gibi…
Evine döndüğünde eline aldığı sıcak çay fincanını kavrayıp gözlerini uzaklara kilitleyip arkasında onu izlediğini bildiği kırmızıya sordu.” Olmayanlarda ne? Ve neden o adama götürdünüz beni?” Şehvet yanına yaklaşıp sıcak derin nefesini verdi genç kadına. “Olmayanlar kadim hırsızlardır. Ruhları alır ve renklerini soğururlar. Onları bize bırak!” Melisa onun ağırlığını üzerinde hissediyordu. Sıcak garip bir ürperti geçti içinden.” O adama neden yardım ettiğini sen kendin anlayacaksın kadın!” Sonra kadimler kayboldu. Geriye şehvetin sıcaklığı kaldı.
Derslerinden arta kalan tüm vaktini ona ayırmaya başladı genç kadın. Her gün yanına gidiyor onunla dertleşiyordu. Onu temizliyor, kıvırcık saçlarını tarıyordu. Küçük bir bebek gibi ona bakmaktan zevk almaya başlamıştı. Ona okuduğu kitaplarda kendini buluyordu. Bazen gerçekliği sorguluyor asıl olanın hangisi olduğunu düşünüyordu. Amar’a bağlandığını hissetmeye başlamıştı. Salih her daim aynı şeyi söylüyordu.” Bir gün gelecek sende ondan ümidini keseceksin Melisa! O artık yok bunu kabul et. Hem bu halde çok uzun dayanamaz artık.” ” Hayır!” diyordu genç kadın her seferinde. “O geri dönecek. Bize dönecek. Yaşamayı seçecek.” Aslında bundan kendisi bile emin değildi ama inanmak istiyordu.
O sevdiklerinin ona yaptığını Amar’a yapmayacaktı. Tek bildiği buydu. Kadimler her an yanındaydı. Artık onlar onun korkusu değil yoldaşı olmuşlardı. Kırmızının anlattığı eski efsaneleri Amar’a anlatıyor şehvete gülümsüyordu bu sırada. İnsan göremediğine bağlanır mıydı? O şehvete bağlandığını hatta onu sevdiğini hissetmeye başlamıştı. Amar’ı ve onu sevdiğini… İki garip ruh onun vazgeçemedikleri olmuştu. Keşke diyordu içinden kırmızı onun bedeninde vücut bulsa.
Bir gece evine döndüğünde şehvet koridorda derin nefes sesleri arasında onu bekliyordu. Bu kez yalnızdı. Melisa temkinli hareketlerle yanına yaklaştı. Ondan almaya başladığı histen korkuyordu. Bu arzuydu! Nasıl göründüğünü bilmediği bir varlığa arzu duyuyordu. Ona ihtiyacı vardı. Biliyordu bunu. Ama neden? Geçen günlerde bunun farkına varması ile ondan uzak durmaya çalışmıştı ama olmuyordu işte. Kırmızı gölge onun etrafını sarıp kulağına bir sevgili gibi fısıldadı.” Sen gerçek bir ruhsun kadın.” Melisa gözlerini kapatıp bu sese bıraktı kendini. Neler olacağını bilmeden, kestirmeden.
Sonra yavaşça havalandığını fark etti. Şehvet onu olmayan kollarına almıştı.” Onu seviyor musun?” diye soruyordu etrafında tüm dünyevi seslerin silindiği o anda.” Evet “diye fısıldadı kadın. Kırmızının gülümsediğini hissetti o an. Sıcaklığından anlamıştı bunu. Sonrası baş döndürücü anlardan ibaretti. Hiçbir kelime bu duyguyu ve bu yoğunluğu anlatamazdı. Gerçek anlamda bir olmanın ne demek olduğunu artık biliyordu Melisa. Ve o anda fısıldadı “beni terk etme kırmızı!”
Sıcaklık yakıcı ama hayatiydi. Sanki yok olduğunda öleceğini sandı Melisa. Uyandığında soğukla boğuşmak zorunda kaldı. Rüya mı görmüştü. Yataktan doğruldu bedenindeki kırgınlığı yok saymaya çalışarak. Elinin tam üstünde gül şeklinde bir iz belirmişti. Kırmızı dedi içinden. Dün yaşadıklarımız gerçekti.
Aynı anda “Amar!” diye haykırdı ve yataktan fırlatıp onun yanına gitmek için giyindi. Artık neden seçildiğini biliyordu. Arabayı hızla bakımevine sürdü. Bakımevinin bahçesine vardığında yediler kılıçlarını çekmişlerdi ama kırmızı aralarında değildi. Altı kadim savaşçı onu aralarına alarak yürütmeye başladılar. O anda düşmanca bedenine işlemekte olan soğuğu hissetti. Gri gölgeler kadimlerle birlikte etraflarını sardığında Melisa çığlık atmaya başladı. Kırmızı neredeydi?
Amar diye haykırıyordu. Kadimler kılıçlarını kaldırıp gölgelere salladılar defalarca. Defalarca tiz çığlıklar yayıldı etrafa. Ölüm kokuyordu her yer. İlerledikçe etraflarını sarmaya başlamıştı olmayanlar. Mücadele çetindi. Kan yoktu gölgeler vardı. Griler, siyahlar vardı. Melisa başı ellerinin arasında öylece saklanmaya çalışıyordu. Kadimler derin fısıltılar arasında renkleri birbirlerine karışarak savaşmaya devam ediyorlardı. Melisa korkuyordu lakin korku duyduğu kendi değildi. Kırmızı için, Amar için korkuyordu. Gözlerini açtığı bir an şehvet göründü. Kılıcı elinde kolları açık ona doğru yürüyordu. Olmayanlar bir anda onun çevresini kuşatmaya çalıştılar. Kırmızı varlık her yerden gelen saldırıları kılıç arkadaşları ile savuşturmaya başladı. Son anda Melisa ona doğru inen kılıcı fark ettiğinde kendini kaybederek koştu. Çığlıkları acı doluydu. Koştu ve kendini kırmızıya doğru inen kılıcın üstüne attı. Yaralandığının farkına varamamıştı henüz. Sonra renkler arasında kadimler olmayanları geri gönderdiler karanlık dünyalarına.
Melisa güçsüzdü. Yarasından akan kana takıldı gözleri. Kırmızı onu kollarına aldığında gülümsedi.” Beni Amar’a götür!” diyebildi. Odaya girdiklerinde Amar hiç bir şey olmamışçasına yatıyordu yatağında. Şehvet onu Amar’ın yanına yatırdı. Genç kadın son gücü ile yanına dönüp gözyaşları içinde Amar’ın dudaklarına ulaşıp onu öptü. Tekrar yanına uzandı. Ölüyordu farkındaydı. Ama pişman değildi. Yaşamak bundan daha güzel olamazdı. Elini tuttu yanında yatan genç adamın, fısıldadı. “Kırmızı sensin Amar biliyorum.” Gözleri kapandığında kendini boşluğa bıraktı. Her şey bitmişti artık. Müzik odaya yayılıyordu. Sonuna kadar ne olduğumuza güvendim sadece, diyen sözler yankılanıyordu odada. Acı bir gitar sesi…
Günler sonra gözlerini açtığında elini sıkıca tutan Ahmet yaşlı gözlerle ona bakıyordu. Neler olduğunu ve nerede olduğunu anlaması uzun sürdü genç kadının. Başını yana çevirip “Neredeyim?” diyebildi. Ardından sesi güçlükle duyulur bir şekilde ekledi” Amar nerede? Kırmızı?” Ahmet gülümseyerek” Amar aşağıda Salih’le birlikte” dedi. Melisa kulaklarına inanamıyordu.” Hastanedesin kızım Amar bana her şeyi anlattı. Saldırıya uğramışsın seni o kurtardı.”
Melisa anlayamıyordu ama ne diyeceğini de bilemiyordu. Tam bu sırada Amar yanında Salih ile içeri girdi. Melisa duyduğu acıya aldırmadan aniden doğruldu. Amar gülümseyen kahverengi gözleriyle onun yanına oturdu. Sesi su gibi berraktı. Yüzü çok güzeldi. Genç kadın istemsizce elini onun yanağına götürdü. Amar elini eline alıp avucunu öptü.” Seni bekliyordum!” dedi kulağına.” Döndün işte.”
Melisa gözyaşlarına engel olamadan ona sıkıca sarıldı. Oydu bunu biliyordu. Kırmızı oydu. Şehvet, iyilik, aşk ya da adı her ne ise oydu işte. Tam bir yıl önce ondan yardım isteyen ruh tam karşısındaydı artık. Gülümsedi ona.” Döndük” dedi. Sonra başını çevirip Salih’e ve hocasına sıcacık bir gülümseme gönderdi.” Döndük!” dedi tekrar Amar’a sarılırken…
Gerçek buydu! Ne aradığını bilmekti gerçek. Ona inanmak ve ne olursa olsun korkmadan buna devam edebilmekti. Renkler etrafında dönerken kadimlerin, gerçek ne hissettiğindi.
Her zamanki gibi çok güzeldi 🙂 Benim gibi aşka küskün biri bile sizin öykülerinizi okurken içinde bir şeylerin kıpırdadığını hissediyorsa o işin içinde gerçekten de hünerli bir el var demektir. Kadimleri betimleyişiniz ve Gölgelerle olan savaşları çok iyiydi. Sonunu da ayrı bir beğendim. Mutlu sonlara kimin itirazı olur ki hem? 🙂
Tırak işaretlerini kullanmaya başladığınız çekti bu öykünüzde dikkatimi. Bu güzel bir gelişme çünkü o iki minik çizginin olmadığı anlatılarda diayalogları anlamak bazen zor olabiliyor.
Haddim olmayarak bir tavsiyede bulunayım: Tırnak işaretlerini kullanırken cümlenin başında ve sonunda boşluk bırakmayın. Yani; ” Döndük! ” değil de “Döndük!” şeklinde olmalı. O baştaki tırnak bir önceki cümleye aitmiş gibi duruyor aksi taktirde.
Sonraki seçkilerde de görüşmek dileğiyle. Ellerinize sağlık…
yorumunuz ve öneriniz için çok teşekkürler… sevgiler, selamlar…