Öykü

Yeniden Yedi Numara “Soğuk Karartı”

Şubat ayının soğuk bir akşamıydı. Yedi Numara’nın dört katlı binasının dış cephesi, ilkbaharın ılık esintilerini bekleyen çıplak ağaç dallarının arasında soğuk ve sessiz duruyordu. Bina, kışın getirdiği kar örtüsünün altında sanki bir peri masalının parçasıymış gibi parıldıyordu. Pencerelerin kenarlarında birikmiş kar taneleri, donmuş damlalarla süslenmiş ve buzdan heykellere dönüşmüştü. Ancak dışarıdaki bu soğuk havaya inat, binanın içinde bambaşka bir curcuna vardı.

İçeride salonun ortasında duran devasa elektrikli sobanın etrafında toplanmış gençler, battaniyelere sarılmış, kat kat giysiler içinde soğukla mücadele ediyorlardı. Zeliha, gençlerin bu halini görünce kahkahasını tutamadan ellerini beline koydu. “Ah civcivlerim ah tekeciklerim, ne oldu size? Daha kış bitmedi bile! Daha sert soğuklar gelmeden donup kalacaksınız!” diye üzüntüyle bağırdı.

Şebnem, babasının -Vahit’in- büyük, kabarık montunu üzerine çekmiş, salona küçük bir kar yığını gibi çökmüştü. Tombul yanakları daha da kırmızılaşmış, kollarını göğsünde kavuşturmuş bir şekilde homurdanıyordu. “Anne, bu soba yeterince ısıtmıyor! Şu an neredeyse donacağım! Resmen buzdolabında yaşıyor gibiyiz!” diye sızlandı.

Kardeşi Engin ise sakin tavrıyla Şebnem’in yanına oturup onu hafifçe dürttü. “Abla, abartma. Sadece biraz daha kalın giyinmen lazım…” dedi yumuşak ses bir tonuyla. Geniş omuzları ve sakin duruşuyla Engin, her zaman olduğu gibi Şebnem’i teskin etmeye çalışıyordu. Ama Şebnem, bu tavsiyeye aldırış etmeden şişmiş yanaklarını daha da şişirip Engin’e dik dik baktı.

Tuğba, bir battaniyenin içine sarmalanmış halde onları izlerken gözlerini devirdi. “Sadece biraz soğuk hava! Bunu bu kadar büyütmek zorunda mıyız? Ben böyle şeyler için annem ve babamın anılarını dinleyerek büyüdüm. Yani… üniversite ve Yedi Numara anılarını!” Gözlerinde hafif bir meydan okuma parladı.

“Üniversite anıları mı?” diye sordu Cenk, hemen yanı başında gülümseyerek. “Sen de abartıyorsun, Tuğba! Annem hep anlatırdı: Yedi Numara’da kışın soğuğuyla başa çıkmanın en iyi yolu neydi, biliyor musun?” Gözlerini genişletti ve etrafa gizemli bir bakış attı. “Eğlenceli aktiviteler yaparak soğuğu unutturmak!”

Sedef, bu sözleri duyunca kaşlarını çattı ve ince parmaklarını battaniyesinin arasından çıkarıp Cenk’e işaret etti. “Evet, ama dışarı çıkıp eğlenmek bu hava şartlarında imkânsız! Soğuğa rağmen bir şeyler yapmak istiyorsak önce burayı daha iyi ısıtmamız gerek!” dedi kararlı bir sesle. Onun ince yapısı, bu kadar kat kat giysiye rağmen hala titriyormuş gibi görünüyordu. Gözlerinde ciddiyetle Cenk’e bakarken sanki buz gibi soğuğa meydan okumaya hazırmış gibiydi.

Bu sırada Tan, Sedef’in yanında kıpırdanıp başını hafifçe eğdi. “Peki… dışarı çıkmamıza gerek yoksa?” diye mırıldandı. “Yani, burada, bu evin içinde de bir şeyler yapabiliriz. Annem hep Yedi Numara’da büyük kış eğlencelerinin olduğunu söylerdi.”

“Eğlence mi? Burada mı?” diye sordu Ahu, kaşlarını kaldırarak. “Burada ancak kardan adam yapılır. O da dışarıda!” Sonra birden gözleri parladı. “Ama… neden olmasın! Belki de küçük bir kış macerası yaratabiliriz!”

Bu öneri gençlerin dikkatini çekti. Cecilia, bu düşünceyi daha da geliştirecekmiş gibi başını kaldırıp parmağını havada salladı. “Ah anladım! Bunu küçük bir buz devrine çevirebiliriz. Hadi, burayı buzullar ve kardan yaratıklarla dolu bir macera alanı yapalım!”

Gençlerin gözleri parladı. Ancak bu fikirle coşku dolarken Çağlar birden yerinden kalktı. “Durun bir dakika!” dedi, sesi alçak ama keskin bir tonda. Gözlerinde haince bir parıltı belirmişti. “Önce birine iyi bir şaka yapmamız gerek. Kim mi? Tabii ki…” Gözleri, sinsi bir gülümsemeyle Şebnem’e döndü. “O da Şebnem olacak!”

Şebnem, Çağlar’ın bu bakışlarını fark eder etmez, arkasına yaslanıp gözlerini kocaman açtı. “Ne? Hayır! Neden ben?” diye itiraz etti ama bu sözü söylerken gözleri endişeyle etrafına bakıyordu. Çağlar’ın neler yapabileceğini bildiğinden, bu bakışlar ona bir çeşit tuzak hissi vermişti.

Çağlar, ellerini ovuşturup Şebnem’e yaklaştı. “Çünkü Şebnem,” dedi kısık bir sesle, “bu evin içinde bir buz canavarı var. Ve onu bulmamız gerek!”

Gençler bir anda gülüşmeye başladı ama Şebnem, bu fikrin altında yatan tuhaf bir korku hissediyordu. “B-buz canavarı mı? Ne saçmalıyorsun, Çağlar!” diye bağırdı ama sesi korkusunu ele veriyordu.

Engin, ablasının bu halini görünce Çağlar’a müdahale etmek istedi ama Çağlar, Şebnem’in arkasında gizlenip aniden ona yaklaşarak ürpertici gibi bir ses tonuyla “O seni bulmadan sen onu bulmalısın Şebnem!” diye fısıldadı.

Şebnem, bu beklenmedik çıkış karşısında öyle bir sıçradı ki, neredeyse yere düşecekti. “B-bir daha yapma, Çağlar!” diye bağırdı, nefes nefese kalmıştı.

Cenk, bu durumu gözleri yaşarana kadar gülerek izledi. “Aynı annem ve Cansu Teyze’nin çekişmeleri gibi.” dedi, gözlerini silerken. “Cansu Teyze de annemi böyle korkutucu şakalarla delirtiyormuş. Ama merak etme, Şebnem, Çağlar’ın şakaları Cansu Teyze’ninkiler kadar kötü olamaz.”

Şebnem, Cenk’in bu tesellisi karşısında sadece homurdandı. Ama Çağlar, eğilerek onun göz hizasına geldi ve alaycı bir şekilde gülümsedi. “Bu sadece başlangıç Şebnem!” dedi sinsi bir gülümsemeyle. “Bu buz devri macerasında daha neler var, göreceksin-.”

Tam bu sırada, dışarıdan gelen yüksek bir ses hepsini duraklattı. Camın kenarından esen soğuk bir rüzgâr içeriye doldu. Pencerelerden biri, şiddetli rüzgârla aniden açıldı ve içeriye kar taneleri girmeye başladı. Gençler bir an için dona kaldılar. Pencerenin ardında karanlığın içinde bir şey kıpırdıyor gibiydi.

“Orada… biri mi var?” diye fısıldadı Tan, gözleri kocaman açılmıştı. Pencerenin önünde devasa bir gölge… hareket ediyordu.

Şebnem, kalp atışlarını duyabiliyordu. Gözleri korkuyla pencereye dikilmişti. “Bu… bu nedir?”

Ve o anda, devasa gölge pencerenin önünden hızla geçti. Koca bir gövde… bembeyaz kürklerle kaplı bir yaratık!

Gençler, birbirlerine korkuyla baktılar. Gerçekten… bir buzul canavarı mıydı?

“O buz canavarı gerçekten burada mı?” diye fısıldadı Cenk, yüzünde yarı korku, yarı heyecanla.

Ve tam o anda, bir çığlık salonun içinde yankılandı. Şebnem’in korkuyla bağıran sesi, tüm gençlerin tüylerini diken diken etti.

“İşte geliyor!”

Gençlerin yüreği ağzına gelmiş, gözlerindeki korku yüzlerine yansımıştı. O soğuk rüzgâr, karanlığın içinden gelen ürkütücü sesler ve devasa gölge… Hepsi, gerilim dolu bir anın ortasında donmuş gibiydi. Şebnem, kalbi deli gibi atarken kendini geri çekmeye çalıştı. Ellerini battaniyesine daha sıkı sararak derin bir nefes aldı. Ancak ne yaparsa yapsın, bu garip yaratığın gözleri aklından çıkmıyordu. Bembeyaz kürkle kaplı gövde, pencerenin önünden hızla geçmiş, geride bir buz gibi ürperti bırakmıştı.

Engin, kardeşinin bu kadar korkmuş halini görünce, ablasının yanına gidip sakinleştirmek için elini omzuna koydu. Sakin ve güven verici bir ses tonuyla, “Şebnem, korkmana gerek yok. Ne olduğunu bilmiyoruz ama mutlaka bir açıklaması vardır.” dedi. Geniş omuzlarıyla adeta bir siper gibi ablasının önünde dururken diğer gençlerin şaşkınlıkla pencereye bakmalarını izledi.

Cenk, biraz toparlanmış bir halde ellerini cebine sokup omuz silkti. “Yani, bir yaratık olduğunu sanmıyorum.” dedi, her zamanki muzip tavrını yeniden bulmaya çalışarak. “Ama… belki de bir buz adamdır? Hani şu eskilerde bahsedilen kar yaratıkları.”

Çağlar ise gözlerini kısarak dışarıya bakıyordu. Onun yüzündeki şaka sever tavır, yerini meraklı bir ifadeye bırakmıştı. “Belki de gerçekten… bir efsane canlanmıştır!” diye fısıldadı, bu sefer sesi bile ciddi geliyordu. “Yoksa bu kadar büyük bir şey nasıl olur?”

Ahu, bu gergin atmosferde bile kontrolünü kaybetmemeye çalışarak gözlerini kısarak, “Yok canım!” dedi, sinirli bir kahkaha atarak. “Zeliha Yenge’nin burada olmasına rağmen bir yaratığın içeri girmesi mi? Yok artık!”

Ancak tam bu sırada pencere aniden tekrar çarpıldı ve içeri dolan kar taneleri rüzgârla birlikte savruldu. Gençler tekrar gerildi. Şebnem, Engin’in arkasına saklanırken gözleri tekrar korkuyla pencereye dikildi. Bir gölge, pencerenin hemen önünde hareket etmişti. Bu kez daha yavaş ama çok daha belirgindi. Herkes nefesini tutmuş, gözlerini kıpırdatmadan izliyordu.

Ve birden… kapı gıcırdayarak açıldı. İçeri giren şey, gençlerin tüm korkularını bir anda sona erdirdi ama ardından gülmekten kendilerini alamamalarına neden oldu.

Kapıdan giren iri yapılı kişi… Vahit idi!

Vahit, üzerindeki koca kürklü montla, karların arasından çıkmış gibi bembeyaz bir haldeydi. Koca şapkası ve üzerindeki ağır kar montu yüzünden neredeyse bir dev gibi görünüyordu. Gençlerin gözleri, ona bir yaratık gibi bakarken Vahit Amca kapıdan içeri süzülüp neşeyle gülümseyerek ellerini açtı. “Ne oldu bu kadar mı korktunuz?” dedi, yüzündeki kocaman gülümsemeyle. “Beni tanımadınız mı?”

Gençler, önce birkaç saniye şaşkın bir şekilde Vahit Amca’ya bakakaldılar. Sonra, o devasa yaratığın aslında Vahit Amca olduğunu fark edince hepsi birden kahkahalarla gülmeye başladılar. Cenk, gülmekten yere çökmüş, karnını tutarak zorla konuşmaya çalışıyordu. “Yaratık dedik, buz adam dedik, meğer kar maskesiyle Vahit Amca’ymış!” dedi nefesini toparlamaya çalışarak.

Şebnem ise, bir anlık şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra utançla başını öne eğdi. “Beni bu kadar korkuttuğun için teşekkürler babacığım!” diye bağırdı, ama yüzündeki utangaç gülümseme, aslında bu durumdan ne kadar komik bir anı çıkacağını fark ettiğini gösteriyordu.

Vahit, gençlerin bu haline bakarak keyifle kocaman bir kahkaha attı. “Ah, gençler!” dedi gülerek. “Ben dışarıda biraz iş hallediyordum. Kar yağışı o kadar şiddetli ki, üzerim karla kaplandı. İçeri girerken de pencereye biraz fazla yakın durmuşum, sanırım size küçük bir şaka oldu!”

Engin, gülümseyerek babasına doğru yaklaşıp onun karla kaplı montunu hafifçe salladı. “Babam hep kar adam olmak istemiştir.” dedi şakayla karışık. “Bu sefer başarmış gibi görünüyor.”

Çağlar, bu beklenmedik gelişme karşısında bile içindeki şakacı ruhunu kaybetmedi. Yavaşça Şebnem’e doğru eğilip göz kırptı. “Ne demiştim sana? Bu evde bir yaratık var demiştim!” dedi, sonra kahkahalarla gülmeye başladı. “Ama bu yaratık, meğer Vahit Amca’nın kendisiymiş!”

Şebnem, hâlâ gülmeye çalışırken başını salladı. “Tamam, Çağlar… Bu sefer kazandın, kabul ediyorum!” dedi ama gözlerindeki gülümseme, bu şakanın artık bir son bulacağına dair küçük bir umuttu.

Vahit Amca, gençlerin bu neşeli halini izlerken başını salladı. “Siz gerçekten çok tatlısınız.” dedi. “Ama bu kadar soğuk havada böyle korkutmacalarla vakit geçirmek yerine sıcak bir çay içmek daha iyi olmaz mı? Hadi bakalım, herkes mutfağa. Zeliha çay demlemiştir bile!”

Gençler mutfağa doluşmuş, her biri bir köşeye yayılmıştı. Zeliha Yenge, çayları demlerken mutfağın ortasında küçük bir komedi sahnesi dönüyordu. Vahit Amca ise hâlâ üzerindeki karları silkelemeye çalışıyor, neşeyle gülümsüyordu.

Zeliha, Vahit’e doğru hafifçe başını sallayıp tatlı bir şekilde sitem etti: “Ah, gürbüzlü aslanım! Ne vardı o koca kar maskesiyle gençleri korkutacak! Buz adam olmaya heveslendin demek!”

Vahit, pişkin bir gülümsemeyle cevap verdi: “Zeliha’m, soğuk hava beni canlandırıyor. Sen de biliyorsun. Biraz eğlenelim dedim.”

Çağlar, masanın başında elinde boş bir fincanla beklerken hemen araya girdi. “Vahit Amca, sen bence tam bir korku filmi yıldızı olabilirsin!” dedi gülerek. “Gerçekten o devasa kar figürüyle bizi epey korkuttun.”

Şebnem, Çağlar’ın bu şakası üzerine yüzünü buruşturdu. Hala biraz endişesi vardı, ama Çağlar’ın alaycı tavrını görünce bu endişe yerini hafif bir kızgınlığa bıraktı. “Bir daha böyle şakalar yapmayın. Ciddi söylüyorum!” dedi ama bu kez hafif bir gülümseme dudaklarında belirdi.

Bu sırada, çay servisi başlamıştı ama ortalık biraz karışık görünüyordu. Ahu, kahkahalar atarak Zeliha Yenge’ye yardım etmeye çalışıyordu, ancak her an bir şeyleri devirecekmiş gibi telaşlı hareket ediyordu. Zeliha ise onun etrafında pervane gibi dönen Ahu’yu izliyor ve gülüyordu.

“Ahu kızım, sakin ol! Daha çayı dağıtamadık, sen her an mutfağı dağıtacaksın.” dedi Zeliha, Ahu’nun elinden tepsiyi alırken.

Ahu, hafif bir telaşla geri çekildi. “Ama Zeliha Yenge, soğuktan böyle aceleci oldum herhalde! Hemen çay içelim de ısınalım diye acele ediyorum.” diye açıklamaya çalıştı.

Bu arada, masanın diğer ucunda Cenk elinde fincanı sallayarak bağırdı. “Ahu, bana da çay ver hadi! Yoksa ben de kar canavarı gibi olurum!”

Ahu, elleriyle tepsiyi tutmaya çalışırken, bir yandan da gözlerini Cenk’e devirdi. “Sen zaten yeterince kar canavarısın Cenk!” dedi alaycı bir sesle. Ardından hızlı bir hamleyle tepsiyi masaya koyarken neredeyse bir fincan çayı döküyordu. Zeliha, bu kaos ortamını sakinleştirmek için devreye girdi.

“Tamam tamam, gençler. Hepiniz biraz sakin olun! Daha çay dağıtılmadan kimse yaratığa dönüşmesin.” dedi Zeliha, gözlerinde şefkat dolu bir parıltıyla. “Bakın, Şebnem zaten buz gibi olmuş, daha fazla korkutmayın kızımı.”

Şebnem, hala Çağlar’ın şakasının etkisindeydi. Elindeki fincanı sıkıca tutarak masanın köşesine çekildi. “Çağlar, bir daha beni korkutursan gerçekten seni buz devri tarihine gömerim!” dedi, şaka yollu tehdit ederek.

Çağlar, alaycı bir gülümsemeyle ona yaklaştı. “Şebnem, biliyorsun ki bu sadece başlangıç. Annem Cansu’nun şaka yeteneğini aldım. Yani… korkular benden kaçamaz!”

Şebnem, gözlerini devirip ona omzuyla hafifçe vurdu. “Tamam, tamam! Ama yine de beni rahat bırak.”

Bu sırada, Tan ve Kadir sessizce mutfağın köşesinde oturmuş, çaylarına şeker eklerken birbirlerine bakıp gülümsemekteydi. Tan, her zamanki gibi, biraz daha sakin bir mizah anlayışına sahipti. Kadir’e dönerek, “Çay gerçekten çok güzel olmuş ama sanırım bu soğukta çayla yetinmeyeceğiz.” dedi kısık bir sesle.

Kadir başını salladı. “Evet, belki de sıcak çikolata yapmayı denemeliyiz. Soğukta çay yetmez, daha fazlasına ihtiyacımız var.”

Bu sırada Zeliha, onları duydu ve ellerini beline koyarak iki genç adama seslendi. “Ne dedin sen, Kadir? Çay yetmiyor mu?” dedi şaka yollu bir sertlikle. “Yoksa benim çayımı beğenmedin mi?”

Kadir hemen mahcup bir ifadeye büründü. “Yok, yok, Zeliha Teyze! Çay çok güzel ama… soğukta insanın canı daha tatlı şeyler de istiyor.”

Zeliha, göz kırparak Kadir’e doğru eğildi. “O tatlıyı sana sonra getiririm. Ama önce çayını bitir bakalım.”

Bu esnada Cecilia, tam karşıda oturmuş ve gençlerin bu çay krizine gülerek katılmıştı. Birden aklına bir fikir geldi. “Peki, kim dışarıda kar savaşına var? Buz devrini tam anlamıyla yaşamamız gerek, değil mi?” dedi, gözlerinde heyecanla parıldayan bir ışıkla.

Ahu hemen atıldı. “Ben varım! Ama kar savaşında kimseyi acımadan yere sererim, ona göre!” dedi, meydan okuyarak.

Sedef ise sakin ama kararlı bir şekilde başını iki yana salladı. “Kar savaşına falan gerek yok. Zaten dışarısı buz gibi, burada güzel güzel çayımızı içelim. Macera peşinde koşmak yerine oturup ısınalım.”

Çağlar, bu fırsatı kaçırmayarak Sedef’e döndü. “Ah Sedef, sende de hiç macera ruhu yok.” dedi, alaycı bir şekilde gülümseyerek. “Biz bir buz devri yaşıyoruz, farkında mısın?”

Sedef, gözlüklerini düzeltip ciddiyetle cevap verdi. “Evet, Çağlar, farkındayım. Ama senin gibi buz canavarlarıyla uğraşacak vaktim yok.”

Bu sırada Engin, bir köşede sessizce oturup olan biteni izliyordu. Gözleri sürekli Şebnem’e dönüyor, ablasının biraz rahatlayıp gülmesine seviniyordu. Ancak gençlerin bu kar savaşına girişmeye niyetlenmesi onu biraz düşündürmüştü. “Bence dışarı çıkmadan önce hepimiz biraz daha düşünmeliyiz. Yani… belki de önce bu evde sıcak bir şeyler yapalım. Dışarısı gerçekten çok soğuk.”

Vahit, gençlerin bu tartışmasını keyifle izlerken, yavaşça sandalyesine oturdu. “Gençler, dışarı çıkıp karla boğuşmak mı? Neden olmasın! Ama önce hepiniz güzelce çayınızı için, sonra karın keyfini çıkarın.”

Birazdan gençler, battaniyelere sarılarak ve çaylarını içerek Zeliha’nın talimatlarını takip ettiler. Ancak Cenk, fırsatı kaçırmayarak hızlıca ayağa kalktı. “Tamam, tamam. Ben kararımı verdim! Dışarı çıkıyorum. Gerçek bir buz devri yaşanacaksa, ben orada olmalıyım!” dedi. Gözleri meydan okuyan bir gülümsemeyle parladı.

Tuğba, bu meydan okuma karşısında hemen araya girdi. “Sen dışarıda kar adamı olursun ama ben içeride sıcak çayla keyfime bakarım!” dedi, rahat bir ifadeyle.

Cenk, Tuğba’ya bakıp gözlerini kıstı. “Tamam, o zaman kar adamını kim daha iyi yapacak görelim!”

Ve gençler, büyük bir coşkuyla kapıya doğru koştular. Dışarıda onları bekleyen karla kaplı dünya, yeni maceralar ve komik olaylarla dolu olacaktı. Ama o sırada içeriye bir kez daha soğuk rüzgâr girdi ve Şebnem, hafifçe ürperip “Ben gelmeyeceğim, tamam mı?” diye bağırdı. Çağlar ise hemen araya girip, “Korkma, Şebnem, kar canavarları burada yok. Onlar sadece Vahit Amca’nın montunda yaşıyor.” dedi kahkahalarla.

Gençler, büyük bir coşkuyla kapıdan dışarı fırladılar. Bahçeye adım atar atmaz, yüzlerine çarpan soğuk rüzgâr onları sarsmış olsa da hiçbiri geri adım atmadı. Kar, göz kamaştırıcı bir beyazlıkla her yeri kaplamıştı. Ayaklarının altında karın çıtırdayan sesi, gençleri daha da heyecanlandırmıştı. Cenk, eldivenlerini hızla taktı ve bir kar topu hazırlamaya başladı.

“Hazır mısınız?” diye bağırdı meydan okuyan bir sesle. “Kar adamını kim daha iyi yapacak görelim!”

Cecilia, Cenk’in yanına yanaştı ve muzip bir ifadeyle cevap verdi. “Senin kar adamın mı? Benim kar ejderham yanında hiç şansı yok!” dedi gülerek ve bir an bile vakit kaybetmeden kendine büyük bir kar topu hazırlamaya başladı.

Ahu, bu meydan okumayı duyunca hemen devreye girdi. “Bırakın kar ejderhalarını! Burada en iyi kar kadın Ahu olur, göreceksiniz!” dedi, gözlerini kısarak. “Üstelik kimseyi ayakta bırakmam!”

Tan ve Kadir ise arka tarafta karların üzerine oturmuş, ilk kar toplarını birbirlerine fırlatıyorlardı. “Kar savaşını kazanacak olan biziz!” dedi Kadir, bir yandan karları hızla elleriyle yuvarlarken. Tan, başını sallayarak gülümseyip, “Savaş mı? Savaş daha yeni başlıyor!” diye cevap verdi.

Tam gençler kahkahalarla kar topu savaşına dalmışken.bir an için bahçenin uzak köşesinden tuhaf bir ses duyuldu. O an, herkes bir anlığına durdu. Karın üzerine yansıyan gölgeler bir anda dikkatlerini çekmişti. İlk başta bu gölgelerin büyük ağaçların karlarla kaplı dallarından kaynaklandığını düşündüler. Ancak bu gölgeler hareket ediyordu. Hem de insan biçimindeydi.

Şebnem, bir an ürpererek yerinde dondu. “Bunu… sadece ben mi görüyorum?” diye fısıldadı, gözleri büyüyerek. Bir yandan Çağlar’a dönüp elini tutarak onu sarsmaya başladı. “Yine bir şaka yapmıyorsun, değil mi Çağlar?”

Çağlar, bu kez şaka yapmadığını fark ederek ciddileşti. Gözlerini o hareket eden gölgeye dikti. “Hayır Şebnem,” dedi, bu kez sesi çok daha ciddi ve temkinliydi. “Bu… bir şaka değil.”

Tuğba ve Cenk, birbirlerine göz kırptılar. “Bu işte bir tuhaflık var!” dedi Cenk, kar toplarını bırakıp hızla o gölgeye doğru ilerlemeye başladı. Tuğba, arkasından koşarak ona yetişmeye çalıştı. “Cenk, ne yapıyorsun? Sakın yaklaşma!”

Ancak Cenk, cesur bir şekilde ilerlemeye devam etti. O an, gölge birden hızla hareket etmeye başladı ve aralarındaki mesafe kapanıyordu. Şebnem’in kalbi hızla çarpıyordu. Gözlerini korkuyla oraya dikmiş, Çağlar’ın kolunu sıkıca tutmuştu.

Cenk gölgeye yaklaşırken bir an için kar yığınlarının arkasında bir figürün kıpırdadığını fark etti. Ancak bu bir yaratık değil… Vahit Amca’nın devasa montunun altında kaybolmuş, beyaz sakalları karla örtülmüş biriydi.

“Bu da ne?” dedi Cenk, duraksayarak. “Yine mi Vahit Amca?”

Ama bu kez Vahit Amca değildi! Karın içinden kocaman montuyla çıkan kişi Zeliha Yenge’ydi! Karın içinde yuvarlanmış, üzerine karlar yapışmış ve devasa bir buzdan figür gibi görünüyordu. Gençler neye uğradıklarını şaşırmış halde birbirlerine bakarken, Zeliha Yenge’nin yüzündeki muzip gülümsemeyi fark ettiler.

“Civcivlerim, Tekeciklerim!” dedi Zeliha Yenge, kollarını açarak. “Korkuttum mu sizi?”

Tüm gençler bir anda rahatlayıp gülmeye başladı. “Zeliha Teyze!” diye bağırdı Cenk, kahkahalarla. “Biz seni buz yaratığı sandık!”

Ancak tam o anda, gençlerin gülüşmeleri arasında yeniden bir kıpırtı oldu. Gölgelerin arkasından bir başka figür belirdi. Bu sefer daha büyük, daha ürkütücüydü ve karın içinden geliyordu. Gençler, kahkahalarını bir anda kesip tekrar gözlerini kocaman açtılar. Bu, artık bir şaka değildi. Gerçekten ne olduğunu kimse anlayamıyordu. Gölgeler iyice yaklaşmıştı ve her şey birden…

Bir çığlık! Ve sahne karardı.

Bleda & Kai

3 Eylül 1989 yılında Diyarbakır'da doğdum ve Keldani kökenli Türk vatandaşıyım. İlköğretim ve lise eğitimimi Diyarbakır'da aldım. 2011 yılından itibaren Ankara Bilimyurdu DTCF Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları bölümünü okuyorum. Okuduğum bölüm sayesinde Azerbaycan Türkçesi'ni severek öğrendim. Hikaye ve kompozisyon yazmayı çok seviyorum. İç dünyamı yazılarımla okurlarım ile paylaşmaktan zevk alıyorum. Kaan Güler ile tanışmamla ara verdiğim yazı çalışmalarıma yeniden döndüm. Bu dönüş bana çok şey kazandırdı. Yazdığım eserleri wattpad platformunda paylaşıyorum. Türkiye'de Hayran Kurgu Edebiyatı'nın temsilcilerinden biri olmak istiyorum.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *