Öykü

Yün Geçidi

Ruhum, dağıtılırken toprağa düşmüş, en başında oluşumun. Bir kadın yumurtasının spermle birleşip bireyi oluşturması kadar başı işin.

Bireysellik…

Erkekler arasında bir söylem vardır-belki kızlarda da vardır ama kesin bir kanaatim yok- o da: akıl dağıtılırken sen heladaydın galiba. Benim ki farklı bir versiyonu bu durumun işte. Ruh dağıtımında aksilik benimle birlikte iken ve ben aksilik nedir bilmez iken salmışlar ruhumu toprağa; Çukurova’nın kıraç toprakları benim, geri kalan topraklar her kimin ise artık… Bir pamuk tohumunda buluverdim kendimi. Özürlerim, önünde kırmızı halı misali sayın Atay; sanırım tutundum.

Ruhumu ilkin bedene soktuğumda daha toprak altındaydım. Doğmadan mezara konmak gibi. Mezar dediğimde… sevenim yoktu sanırım; toprağım çorak mı çoraktı çünkü. Çatlak çatlaktı. Her bitki tohumunun toprağı hafif hafif yeşillenirken, ben çatlamış, kurak toprak için bir mahkum, gece karanlığında tek kalmış parlayan bir yıldız, sokakta tek başına korkusuzca dolaşan bir kedi, soğuğa dayanmaya çalışan, cami avlusundaki terk edilmiş bir bebek… fakat bir kardelencesine çorak toprağın umudu. Hasat zamanından bir süre önce verdim başımı toprağın üstüne. Hele ki ilk kabuğum çatladığında… güneş… ne de güzel şeydir öyle.

Sizler göremezsiniz pamuğun gözlerini hiçbir zaman. Güneş o kadar parlaktır ki, daha pamuk kozasının kabuğunu patlatır patlatmaz alır güneş, pamuğun gözlerini. Her pamuğa yılda bir kez nasip olur güneşi ve dünyayı görmek. Sonra, durur zaten gözlerini kaybetmenin verdiği gururla. Dimdik.

Topluma karışma…

Hasat zamanında ayırdılar kabuğumdan; saf beyaz, çırılçıplak kaldım. Benim gibi nicesini yığdılar bir köşeye. Hepimiz bembeyazdık kirli kabuklarımız olmadan, saflığı anlatıyorduk dünyaya. Çıplaklığımızda bir cinsel ders vardı çiftçinin karşısında. Sakın bu olay ressama verilen ‘nü’ poz ile karışmasın. Biz tüm çıplaklığımızla, bir gelinlik kadar beyaz ve bir senelik çorak toprağın umudu…

Bir gelin gibiydin hayat.

Gelinlik beyazı serildik önüne

Al artık, sevişmemiz lazım.

Aldılar sonra beni, bir yün yumağının içine kattılar. Ne kadar da yumuşak olmuştuk, hep beraber birleşmemize rağmen. Kol kola tutuşmuş ve o kadar uzun olmuştuk ki. Sanki baştaki pamuk dünyayı turlamaya başlasa, dönüp dolaşıp sondaki pamuğun elini tutacak sanıyordum. Meğersem anca bir yetişkinin elini eldiven olarak kaplayabiliyormuşuz. Ne büyük hayal kırıklığı! Halbuki yün dünyasının Amerika’sını bulacaktık, bir top yün olarak fakat farklı renk yünlere de tebessüm edecektik. El ele tutuşalım ve dünyayı rengarenk, kocaman bir yün topuna çevirelim diyecektik. Ne yaparsın işte, potansiyel her zaman faaliyete geçemiyor tümüyle.

Eldiven olayı ne kadar hüzünlendirse de beni bir yandan da içimi bir hoş tutmuştur her zaman. Çünkü şöyle başlamıştı her şey: rafta dururken öylece, bir anne ve kızı gelmişti dükkana. Eldiven istemiş kız annesinden, okulunun olduğu yer de elleri çok üşüyormuş. Benim içinde bulunduğum yün topağını seçivermişlerdi, tam hayal peşinde koşarken biz diğerleriyle. O günün ertesi göstermişti bize, anca bir eldiven ettiğimizi. Bir de ‘haroşe’ diye bir şekilde örülmemiz gerekti. Kızın abisi örgü haroşe olunca daha çok seviyormuş. İnsanlar işte! Her zaman anlamaya çalışmamak lazım.

Çanta içlerinde, üniversite sıralarında, otobüsün tabanında, yolun yağmur suyu birikintilerinde, kız ile erkek arkadaşının ellerinin arasında… süründüm durdum. Koskoca sekiz ay geçmişti hasadımdan ve ben, köyden Almanya’ya çalışmaya gidip tatile dönen gurbetçiler gibi hissediyordum, sürünmelerin ardından gidilen kafelerde. Lüks kafelere oturuyorduk kızla-ben masada o sandalyede tabiî ki-. Cemal Süreya’ya özenip iki çay söylemişti ilk kafemizdeyken-öbür çay erkek arkadaşınaydı elbette ama ben üzerime alınmıştım- ve ben bunun için sevmiştim onu. “ Kesinlikle raslantı değilsin; şu garip yaşamımın ulaşmak zorunda olduğu bir noktasısın.” demiştim ona, o beni duyamazken. Seviyordum yalnızca. Siz pamuğun aşkı nasıl yumuşaktır bilir misiniz?

Tutunamama…

O, dükkan da bizi seçtiğinden sonraki her an sevmiştim ben onu fakat onun sevdası eldivenin parmak uçlarındaki yaşlı ilmekler ölüp kopana kadarmış meğerse. Önce bir rafa konulduk. Terk edildik ve unutulduk sıra sıra. Ne de kolay bir şey be unutulmak! Raftan sonraki durağımız ise bir evsizin eli olmuştu. Sokaklardaki yaşam daha hırçın, daha üzücü ve daha da önemlisi soğuktu. Kızın ellerinde kendimi kullanılmış hissediyor, baştan evsiz ellere gelememenin pişmanlığını yaşıyordum. Daha yararlıydım sanki burada, daha işe yarar… sıcak kafe masalarından daha gerçekti hayat sokakta yada ben yaşlanıp, yıpranmaya başladıkça bunları düşünür olmuştum. Yaşlılık … ah! ah! eller bile medet ummaz olmuştu benden. Yıpratmıştı gerçek hayat. Tiftik tiftik olmuştu eldivenin her yanı ve ben kopmayı umar olmuştum. Eldiven olarak bir eli ısıtamıyorsak, ne anlamı vardı taşınmanın ellerde? Bir teneke ateşinin dibinde bir evsiz, ellerinde biz eldiven olarak bulunmamıza rağmen ellerini ısıtmaya çalıştığın da bir an olsun rahatlıyorduk; sanki biz ısıtmışçasına.

Son anın soğukluğu ayrı olur derlerdi de hiçbir zaman inanmazdım fakat hissetmiştim, evsiz yeni bir eldiven bulup, çöp tenekesinin dibini bize kabir yaptığında. Üzerimde kırk iki numara bir ayak izi, yenmiş bir çekirdek kabuğu ve pis kokulu kedi sidiği vardı en son.

Pamuk tohumunu ilk bulduğumda toprakta ne kadar da kibirliydim halbuki. Nasıl da anlamsızca bir özür dilemiştim sayın Atay’dan. Acaba kabrime götürsem… tutunamadım desem… ? Sanıyorum beni affeder, çünkü…

Yün Geçidi” için 8 Yorum Var

  1. İyi bir dil kullanmanızla beraber öyküdeki bu tema, alegorik anlatım için çok kuvvetli ve tesirli şekilde yer edinememiş gibi. Yine de ben oldukça memnun ayrılıyorum limanınızdan. Elinize sağlık 🙂

  2. Yorumunuzdan sonra bir kere daha değerlendiricem yazımı. Yorumunuz için teşekkürler.

  3. Anlamak için, ayrıntıların hiçbirini kaçırmamak gerek ve bunun için de çok dikkatli okumak gerek öykünüzü. O duygu yoğunluğunu, anlatılmak isteneni her ne kadar hissettirseniz de biraz daha sadeleşmek yerinde olacaktır düşüncesindeyim. Dilinizin şiirselliğine ise hayran kaldım.

    1. Çok teşekkürler öncelikle yorumunuz için. Hikayeyi tekrardan kendi içinde yorumlamayı düşünüyorum ilerleyen günlerde fakat ben sadeleştirmek değil de biraz daha uzatıp detayları daha çok hikayeye yedirmek fikrindeyim.

  4. Oldukça farkli bir anlatim tarzi kullanmişsiniz, ancak bunu olumsuz anlamda söylemiyorum. Dikkat çekici olmuş. En başta, ilk birkaç paragrafta insan tam olarak neden bahsedilğini anlayamiyor ama orasi da işin hoşluğu olmuş bence. Öykünün kalani akiciydi ve bana uzunluk yeterli geldi. Sadece -belki gereksiz yer- iki noktaya takildim. Ilki, öykünün başinda geçen kisimda “erkeler…kizlar” demeniz. Erkek-kadin ya da oğlan-kiz demek daha uyumlu gibi. Bir de kiz cocuk kendisine eldiven modeli seçerken neden ağabeyinin beğendigi şekilde örmeye karar veriyor onu anlayamadim. Gerçi siz de önem vermemek lazim demissiniz 🙂

    Sevgiler

    1. Teşekkür ederim öncelikle.

      Değindiğiniz iki noktaya da gelirsem, kadın-erkek ya da kız-oğlan derken ne demek istediğinizi çok iyi anladım ama kendi kişisel görüşüm açısından kadın-kız ya da oğlan-adam gibi ayrımda bulunmadığım için gözümden kaçan bir nokta olmuş. İkinci hususta da, o kısım bir arkadaşıma yönelik yazdığım bir-iki cümle sadece. Ona yaptığım hoş, tatlı bir olay diyebilirim 🙂

      İyi günler dilerim.

  5. Kelime seçimin mi, tasvirin mi, metaforun mu, yoksa üslubun mu? Hangisini daha çok övmeliyim?

    Eleştirmeden bırakmayayım dedim, cımbızla aradım, ve buldum.
    Çünkü şöyle başlamıştı her şey: rafta dururken öylece, bir anne ve kızı gelmişti dükkana.
    İki noktadan sonra cümle geliyorsa?

    Eline sağlık.

    1. Hikayemin okunması ve güzel bulunması benim için başlı başına mutluluk sebebi. Övgü sözü için teşekkür ederim ama estağfurullah. Yorumunuz ve eksik olan bir noktayı bulduğunuz için çok teşekkür ederim. 🙂

      İyi günler dilerim.

Ipek Montanari için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *