Öykü

242. Dalga

Saate baktı. Alarmın çalmasına 10 dakika vardı. Başında yine o ağrıyla uyanmıştı. Şiddetli olmayan ama kendini hissettiren bir başağrısıydı.

Odada dolandığını algılayan ev bilgisayarı içeriyi aydınlatırken gözlerini ovuşturdu.

¨Spirin¨ dedi. Duvardaki ecza dolabının haznesine yeşil renkli bir hap yuvarlandı. Mutfak tarafındaki su makinesi bir bardak su hazırladı. Hapı ağzına atıp suyu kafasına dikti. Pencerenin önüne gelip dışarı baktı.

Gezegenin olağan sabahlarından biriydi. Hava pusluydu. Sert rüzgar kumları uçuşturarak kendisini belli ediyor, uğultusunu kalın camların ötesine ulaştıramıyordu. Işıklı binalar karanlık göğe uzanıyordu. Uçları kısa aralıklarla bir mavi bir kırmızı yanıp sönen dev antenler, renkli reklam panoları, inip kalkan hava araçlarının uyarı ışıkları panoramayı tamamlıyordu. Bir an bu manzarayı bir çocuğun odasında kurduğu oyuncak bir kasabaya benzetti. Her şey soğuk ve yapay göründü.

Gezegen dünyadan çok uzaktaydı. Dünyaya yolculuk en hızlı gemileriyle 6 yıl sürüyordu. Bir mesajın ulaşması ise 2 yıl. Bulundukları sistemde insanların koloni kurabildikleri tek gezegendi. Zengin maden yatakları vardı. Şimdiden 4 büyük şehir kurulmuş, kendi kendini çekip çeviren bir ekonomi ve ekoloji oluşmuştu. Tek sorun sistemdeki diğer 3 gezegende yaşayan ve madenlerini paylaşmak niyetinde olmayan Krii ırkıydı.

Krii’ler insanlarla neredeyse denk sayılabilirlerdi ancak büyük bir dezavantajları vardı. Işık hızında yolculuk yapmalarını sağlayabilecek teknolojileri yoktu. Saldırı gemileri çok önceden tespit edilip, gezegene ulaşamadan hava filosu tarafından yok ediliyordu. Bu saldırılara Krii dalgaları deniyordu. 3 Krii gezegeni harıl harıl çalışıp filolar üretiyor, bunları dalga dalga yolluyor ve hepsini kaybediyordu. İnsanlar belki bu üç Krii gezegenini istila edebilecek kadar güçlü değillerdi ama Krii’leri uzak tutmayı da başarıyorlardı. Kuvvetli bir hava savunma üssü kurmuşlar, gelen Krii dalgalarını yok ederek gezegendeki varlıklarını her geçen gün daha da sağlamlaştırmışlardı.

Pencereden dışarı bir süre daha bakındıktan sonra geri döndü.

Biraz sonra tüpe binecek ve görev yaptığı üsse gidecekti. Dolabından üniformasını çıkardı ve giymeye başladı. İşi bitince yandaki panelin önüne geçti. Panel yüksek çözünürlüklü bir aynaya dönüştü. Aynada üniformasını gözden geçirdi. Yakasını düzeltti. Dolabın üstündeki bölmeden rütbelerini, nişanlarını ve uçuş brövesini çıkarttı. Bunları üniformasına takmakla meşgulken, yataktaki kıpırtıyı fark etti, döndü.

Yataktan kafasını uzatan kadın uykulu gözlerle bakıyordu. Renkli saçları dağınıktı. Nano pigmentli makyajı tüm o hareketli geceye rağmen bozulmadan yeni yapılmış gibiydi. Kadın gülümsedi ve adamı yatağa çağırdı.

Adam kadına bakmadan cebinden bir kart çıkardı, üzerine parmağıyla birkaç sıfırlı bir rakam çiziktirdikten sonra altını çizip komidinin üzerinde duran kadının kartına yaklaştırdı. Kadının resminin olduğu kart yanıp söndü ve para transferinin gerçekleştiğini onayladı.

Adam kartı cebine sokup çıkarken kadın seslendi,

¨Akşam geleyim mi? Programım müsait¨

Adam kadının dediklerini duydu ama yanıtlamadan çıktı.

***

Üssün girişine doğru yürürken kapıdaki nöbetçileri selamladı. Nöbetçilerden biri yeniydi, içeri giren adamı görünce şaşırdı. Bir an sonra kendini toparlayıp gözlerini kaçırdı ama adam askerin gözlerindeki o tanıdık şaşkınlık duygusunu çoktan yakalamıştı. Her zaman ustaca yaptığı gibi askerin şaşkınlığını görmezden gelerek uzaklaştı.

Sadece bu gezegende değil, galaksiye yayılmış tüm orduda görev yapan tek cüceydi. Yeni askerlerin kendisine belli etmeden attıkları bu meraklı bakışlara çoktandır aşinaydı. Aslında tanınan biriydi ama demek ki insanlar için bir şeyin gerçeğini görmek resimlerini görmekten her zaman daha ilginçti.

***

Üsteki olağandışı hareketliliğin sebebi gezegene 2 gün önce gelmiş olan yeni başkan ve yardımcı heyetiydi. Dünyadan yola çıkmışlar, 6 yıl boyunca yaptıkları ışık hızındaki ağır yolculukla gezegene gelmişlerdi. İlk günlerini yaptıkları ağır yolculuğun yan etkilerinden kurtulmak ve yeni gezegene intibak edebilmek için hastanede geçirdikten sonra bugün üssü ziyaret edeceklerdi. Yeni başkan dünya tarafından artık başlaması planlanan saldırı sürecini yürütmek üzere gönderilmişti. Yanındaki heyette yeni imal edilecek silah ve gemilerin tasarımları da bulunuyordu.

Karargah binasına yaklaşırken başının ağrısı hafiflemiş gibiydi. Etraf tertemizdi, son bir haftadır üssü bu hale getirmek için geceli gündüzlü çalışılmıştı. Binadaki bayrakların da yenilendiğini fark etti. Dünya bayrağı ve hemen yanında gezegeni temsil eden flama rengarenk dalgalanıyordu.

Ordu standartları söz konusu olduğunda cüce bir vatandaşın pilot olabilmesi olanaksızdı. Ama neredeyse insanüstü reflekslere sahip olduğu testlerde ortaya çıkınca önce deneme uçuşları yaptırılmış, pilotluktaki yüksek kabiliyeti belgelenince de gerekli yasal düzenlemeler yapıldıktan sonra orduya alınmıştı. En iyi pilotlardan birisiydi. Müthiş bir beyni vardı. Kaybettiği it dalaşı yoktu. Sanki geleceği görüyormuş gibi düşmanlarından her zaman bir adım öndeydi. Evren bilinen ve henüz karşılaşılmadığı için bilinmeyen çok fazla düşman ırkla doluydu. Hayatta kalma veya yayılma politikası söz konusu olduğunda, insanoğlu elindeki her şeyden azami derecede yararlanma konusunda hiç de fena sayılmazdı.

***

Kaskını takıp koltuğuna oturdu. Uçağı büyük gün için hazırdı. Temizlenmiş, bakımı yapılmış, silahları yüklenmişti. Yeni başkan için önce kısa bir gösteri uçuşu yapacak sonra da gerçek mühimmatla birkaç tatbikat hedefi vuracaktı. Ellerini kumandaların üzerine koydu ve sırasını bekledi.

Gösteri tüm gezegende naklen yayınlanıyordu. Kenardaki monitörde başkanın gelişini izledi. Yeni başkan kürsüye çıkıp heyecanlı bir konuşma yaptı. Dünyadan yepyeni bir proje ile geldiğini, adım adım tüm sisteme yayılacaklarını, Krii’lerin er veya geç insan hakimiyetini kabul etmek zorunda kalacağını söyledi.

Başkan konuşurken o çoktan dalıp gitmişti, odasında bıraktığı kadını düşünüyordu. Çok güzel bir gece geçirmişti. Kulaklıklarında adını duyunca sıranın kendisine gediğini anladı. Ana kontrolden uçuş izninin gelmesini bekledi ve izni almasıyla uçağın motorlarını tüm güçle çalıştırdı.

Üssün olduğu noktadan 25 kilometre yukarıda, yörüngede dolanan uçak gemisinin fırlatma rampasından, kanatları ve kuyruğu bu özel gösteri için rengarenk boyanmış atmaca sınıfı insansız hava aracı arkasında kızıl bir iz bırakarak fırladı. Burnunu uzaya çevirip art yakıcılarını ateşleyince inanılmaz bir hızla gezegenden uzaklaştı.

Kaskından kafa derisinin hemen altına eklenmiş nöro çeviricilere gelen sinyaller sahip olduğu 5 duyuya ekleniyor bu sayede uçak sanki vücudunun bir uzantısı haline geliyordu.

Daha önce planlanmış olduğu gibi izli mermilerin emniyetini açtı ve insansız uçağın 2 kanadındaki 4 topu aynı anda ateşledi. İzli mermiler uzay boşluğunda turuncu bir iz bıraktı. Atmosferden çıkmasına ramak kala, elini tetikten çekmeden ters taklaya başladı ve aynı anda yaptığı bir burguyla uçağın burnunu tekrar gezegene çevirdi. Manevra sırasında ateşlenmeye devam eden izli mermilerle atmosfere sanki ateşten bir imza atmıştı.

Elini tetikten çekti ve yine hızı arttırdı. Yüzeye tam 90 derece açıyla müthiş bir hızla yaklaşıyordu . Kasktaki yükseklik ölçer çıldırmış gibiydi, rakamlar neredeyse okunması imkansız bir hızla değişiyordu.

Yüzeye dört beş bin metre kala gücü kesip hava frenlerini açarak ani bir şekilde yavaşladı ve burnunu sertçe kaldırdı. Yüksek g kuvveti sebebiyle zangır zangır titreyen kanatları nöro çeviriciler sayesinde neredeyse uçaktaymışçasına hissediyordu. Uçak bu sert manevrayla yere paralel uçmaya başladı. Tam üssün üzerine doğru geliyordu.

Programa göre uçak üssün üzerinde birkaç tur atacak ve daha sonra kuzeybatıdaki tatbikatlar için kullanılan boş arazi üzerindeki hedefleri gerçek bomba ve roketlerle vuracaktı.

***

Üs komutanı, başkan ve yardımcı heyeti karargah binasının üzerindeki terasta ufka bakıyorlardı. Başkan gülerek komutana döndü,

¨Bir Krii dalgasına tanıklık etmek isterdim¨

Komutan gülümsedi.

¨Krii’ler bir süredir sessiz. Ama inanın bu dalgalarda heyecanlı bir şey yok. Daha üslerinden kalktıkları anda haberimiz oluyor. Gemileri o kadar yavaş ki. Pilotlarımız için bu filoları yok etmek çok rutin bir hale geldi.¨

¨Bu dalgalara numara veriyordunuz değil mi?¨

¨Evet. Şimdiye kadar 241 Krii saldırısını önledik. Yeni bir filo yollarlarsa 242. Dalga olacak¨

¨Umarım biz saldırıya geçmeden bir tane daha yollarlar. Ben de bir saldırıya tanıklık etmek isterim¨

Üs komutanı geniş terastaki protokol bölümünden hızla yaklaşmakta olan uçağı gösterdi. Yeni başkan elindeki dürbünle göğü taramaya başladı.

***

Uçak üsse yaklaşırken nispeten daha yavaştı. Üssün ışıkları artık gözükmeye başlamıştı. Füzelerin emniyetini kaldırdı. Atış bilgisayarını açtı, dost ve düşmanı ayırt eden filtreyi kapattı. Yer hedefi taramasını başlattı. Önündeki küçük monitörde üs bölgesindeki tüm binalar atış bilgisayarının yapay zekası sayesinde tek tek tanımlanırken füzeleri otomatik kilitlenmeye alıp salvolar haline ateşledi.

Törende bir aksaklık olur mu gerginliğiyle güne başlayan üs çalışanları, ilerleyen saatlerde gevşemişler, başkanın uzun konuşmasıyla da sıkıntıdan neredeyse yarı uyur bir hale gelmişlerdi. İşin zor kısmını atlatmanın yarattığı rehavetle radar monitörlerini izleyen askerler bir anda vurgun yemiş gibi oldular. Tam üsse kilitlenmiş 24 füze, radar ekranını ışıl ışıl yapmıştı.

Üs komutanı göğü sanki yararak yaklaşan füzelere baktı, yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle kendisini kum torbalarının arkasına attı. Hiçbir işe yaramayacağını ani atlayışını yaparken de biliyordu ama yapabileceği tek hareket de buydu.

Başkan dürbünü indirdi. Yüzündeki gülümseme silindi, ağzı açık yaklaşan füzelere baktı. Felç olmuş gibi kaskatı kesilmişti.

Pilot kumandayı bıraktı, ellerini kavuşturdu ve intikamını aldığını düşünerek bekledi.

Güdümlü 24 füze sanki birbirleriye yarış eder gibi uçtular ve teker teker hedeflerine kavuştular. Radar istasyonu, araçlarla iletişimi sağlayan dev radyolink kubbeleri, üssü koruyan muhafız alayının garnizon binaları, hangarlar, kafeterya, koğuşlar, nöbetçi kuleleri ve nihayetinde başkanın ve protokolün gösteriyi izlediği teras çarpan füzelerle paramparça oldu. Ardı ardına patlamalarla gittikçe yükselen bu dehşet senfonisinin kreşendo anını ise yeri göğü inleterek havaya uçan cephanelik oluşturdu.

***

Haber ajansları olayı gezegen tarihindeki en büyük felaket olarak verdiler. Yüzlerce asker ve yeni başkan ölmüş, gezegenin hava savunma sistemi yok olmuştu.

Vekil yöneticilerin ve patlamadan kurtulan birkaç askerin bulunduğu bir kriz masası hemen toplanmıştı. Dünyaya durumu anlatan mesajın varması 2 yılı bulacaktı. Onlardan bir yanıt gelene kadar kendi başlarınaydılar.

Olayın sebebiyle ilgili tezler üretildi. Kimisi pilotun füzeleri yanlışlıkla ateşlemiş olabileceğini iddia etti. Kimisi askerlerin uzun hizmet sürelerinden yakındı, post travmatik stres bozukluğunu önlemek için kullanılan ilaçların yetersiz olduğunu iddia etti. Komplo teorilerini seven bir grup ise savaş halinde olunan Krii ırkının telepati yoluyla insan beynine nüfuz ederek bu saldırıyı geçekleştirmiş olabileceği tezini ortaya attı.

Olayın iç yüzü ise olaydan 1 saat sonra medya ajanslarına otomatik yollanan bir video kaydıyla anlaşıldı.

Görüntüyü kaydeden pilottu, her şeyi anlatıyordu:

¨Kim olduğumu biliyorsunuz. Bildiklerinizi anlatarak sizi sıkmayacağım. Hepinizin merak ettiği şey şu olmalı: Neden? Neden böyle bir şey yaptım? Neden sistem başkanını, yardımcı heyetini ve yüzlerce askeri böyle canice yok ettim? Cevabımın sizi tatmin etmesini beklemiyorum. Ya da bu beni dinledikten sonra bana hak vereceğinizi de ummuyorum. Ama bir şekilde intikamımı almak zorundaydım.

Modern tıbbın tedavi edemediği bir genetik bozuklukla doğdum. Bu bozukluğun adı Akondroplaziydi. Yani bilinen adıyla cücelik.

Akondroplazi’yi oluşturan yüzlerce sebepten çoğu için tedavi mümkün. Ama benimkisi tedavi edilemeyecek türündendi. Çok fazla genimde mutasyon vardı. Nedeni de annemin karnındayken maruz kaldığım radyoaktif ışınlardı.

Annem ve babam asteroidlerden maden çıkartan Naf-Sha şirketinin çalışanlarıydılar. Hayatlarının çoğu toprak üzerinde değil, uzay gemilerinde geçmişti. Şirket hisse senetlerinin değer kaybetmemesi kâr etmek zorundaydı. Masrafları kısmak için uzay kıyafetlerindeki standartlar düşürülmüş, ucuz malzemelerden üretilmiş kıyafetler gönderilmişti. Ayrıca mürettebatın zararlı radyasyon kuşakları içerisinde kalacağı süre uzatılmıştı. Ucuz filtrelerle temizlenen havalandırmayı, tamamen yapay gıdaları saymıyorum.

Annem ve babam çalışmak zorundaydılar çünkü bir çocukları olacaktı. Kalitesiz kıyafetler içinde radyasyona maruz kalmaktan dolayı annemde hastalıklar meydana geldi. Beni doğururken hayatını kaybetti. Şirketin masraf kısma politikasının sonucunda ben de bu genetik sorunla yani akondroplaziyle dünyaya gelmiş oldum.

Babamı 5 yaşında kaybettikten sonra sefil bir hayat yaşadım. O yılları hatırlamak istemiyorum. Ta ki bir gün yeteneklerim keşfedilene kadar. Sonrasını biliyorsunuz, insansız hava araçlarını kullanan en iyi pilotlardan birisi oldum.

Yaşadığım her gün bir kişiyi takip ettim. Annemin ölmesine ve benim akondroplaziyle doğmama sebep olan şirket yöntecisini… Bu kişi açılan tüm davalardan kurtulmayı başardı.

Bu adam yaptıklarının bedelini ödemeden hayatına devam etti. Şirketteki başarılı yönetimiyle isim yaptı ve politikaya atıldı. Hızla yükseldi, önce başkan yardımcısı sonra da sistem başkanı oldu.

Her gün ondan intikam alacağım günün hayaliyle yaşadım. Cezasını verirken ona hak etmediği kadar merhamet gösterdiğimi düşünüyorum. En azından ölüm şekli onun yüzünden ölen işçilere nazaran çok daha hızlı ve acısız oldu. Annemle babamın, ölen işçilerin, genetik bozukluklarla doğan yüzlerce çocuğun intikamını aldım. Artık huzur içinde dinlenebilirim.

***

Kriz masasındakiler bembeyaz olmuş yüzlerle ekrandaki kahraman pilotlarına bakıyorlardı. Odada gergin bakışmalar devam ederken kimse konuşmadı. Sadece en arkada oturan, yönetici stajı yapan genç kız aniden tabletini alıp bir şeylere bakmaya başladı. Herkes ona döndü. Kız kafasını tabletten kaldırdığında odadaki herkes ona bakıyordu. Biraz çekinerek konuştu.

¨Ama… Bütün bu dedikleri… Uydurma… Başkan’ın böyle bir uygulaması hiç olmadı… Ayrıca şimdi kontrol ettim. Naf-Sha diye bir maden şirketi de yok¨

Herkes birbirine baktı. Kimse konuşmadı. O birkaç saniyede odadaki sessizliğe tezat olarak kafalardaki düşünceler takırdayarak ilerleyen yük vagonları gibi peş peşe geçiyor ama hiçbir yere de ulaşmıyordu.

***

3 gezegenden kalkan Krii hava gücü randevu noktasında buluştu. Gemilerdeki binlerce Krii askeri büyük çıkarma için hazırlanmıştı.

Ana gemide, Krii komutanları harekatı yönetiyorlardı. Kafaları çekirgeyi andıran Krii’lerden komutan olanı 6 parmaklı uzun parmaklarını birbirlerine çarpıştırırken, iki balon gözün altındaki ağız boşluğuna gerilmiş zarımsı organını titreterek konuştu.

İnsanların arasında telepatik mesajlarını alabilecek, ileri seviyede bir beyni bulabilmeleri zaman almıştı. Zavallı pilotun ırkına ihanet ettiğinden haberi yoktu. Uzun süren telepatik bir beyin yıkama operasyonuna maruz kalmıştı. Zihni ele geçirilmiş ve gezegenin hava savunmasını yok etmişti.

Dev Krii armadası harekete geçti. 8 saat sonra insan denen bu yaratıkların yuvalandıkları gezegene ölümcül darbeyi indireceklerdi.

242. Dalga” için 2 Yorum Var

  1. Merhabalar;

    Aynı kalemden güzel bir bilim-kurgu öyküsü daha. Geçen ay yazdığınız öyküyü de beğenmiştim zaten. Bu da en az onun kadar iyiydi. Araya sıkıştırdığınız teknolojik buluşlar kadar hikâye içindeki keskin dönüşler de güzeldi.

    Elinize sağlık…

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *