Riksus, gözlerini açtığında kendini iç güvertenin zemininde yatarken buldu. Başında dayanılmaz bir acı hissediyordu. Elini başına atarak acıyla inledi. Geminin sağında bulunan iletişim panelinin parçalanmasıyla derin bir yarık oluşmuş, dışarıda karla kaplı beyaz bir zemin görünmüştü. Üşüdüğü için yüzünü ve kulaklarını hissetmiyordu. Keskin bir soğuk yarıktan içeri giriyor, buzul bir gezegene düştüklerini haber veriyordu. Zorlukla doğrulurken elini zemine koyarak destek almaya çalıştı. Zeminin buz tuttuğunu hissetmesi zaman almamıştı. Eli kaydı ve yüzünü zemine çarptı. Acıyla inlerken ağzından “Vegar!” kelimesi çıktı.
Köprünün yanındaki koridordan ayak sesleri duyuldu. Elini kemerine atarak bir anda fazerini çıkardı. Kapıya doğrultup beklemeye başladı. Bir düşman? Belki. Sesler giderek yaklaşıyordu. “Kaptan!” diye bağıran ses Vegar henüz kapıda belirmeden net bir şekilde duyuldu. Fazerini indirdiğinde baş mühendis çoktan gelmişti. Vegar, ayağı kayarken kapıya tutunarak ayakta kalmaya çalıştı. Kaptan Riksus, soğuktan her yeri titreyen bu yaşlı adama baktı. Üzerine kalın mavi bir kürk giymiş, yüzü kızarmış, gözleri kocaman olmuş ve kaşları bembeyaz karla dolmuştu. Bir umutla “Neredeyiz?” diye sordu. Vegar, gözlerini kapatıp kendine sarılarak donmuş dudaklarının arasından güçlükle cevap verdi:
“Aysborg… En azından… yaşıyoruz…”
Riksus, etrafa göz gezdirdi. Geminin her yeri parçalanmıştı. Ters giden bir şeyler vardı. Etrafta mürettebattan hiçbir iz yoktu. Yere oturup sırtını duvara verdi. Güçlükle baş mühendisine sordu:
“Diğerleri… öldüler mi? Onları gö…” cümlesini tamamlayamadan sarsılarak öksürmeye başlamıştı. Nefes alışverişleri güçleşmişti. Hırıltılı bir nefesle kendini arkasındaki duvara bıraktı.
Vegar, umutsuz gözleriyle kaptanı izliyor ve aynı umutsuzlukla yüzünü yere eğiyordu. Dorya sisteminin yörüngesinden beri birçok adam kaybetmişlerdi. Varkotanlar, büyük bir buz sarkıtına benzeyen gemileriyle iki taraftan kendilerini kuşattıklarında makine dairesindeydi. İletişim aygıtından gelen panik dolu sesle irkilmişti. Riksus, geminin tüm gücünü hız mekanizmasına aktarmasını emretmişti. Oradan oraya koşarak gerekli ayarlamaları yapmaya çalışmış ama gemi iki taraftan da hasar aldığı için hızla düşmeye başlamıştı. Son hatırladığı şey başını ana motora çarptığıydı. Kaptana bakarak:
“Uyandığımda… hiç kimseyi… görmedim.” dedi yine soğuktan zor hareket eden dudaklarıyla.
“Burada olmalılar. En azından cesetleri.”
Riksus dehşete düşmüştü. Kendileri gibi sağ kurtulanlar olmalıydı. Belki de çevreyi keşfe çıkmışlardı. Bu olsa bile yüzyıllardır kendileriyle savaş halinde olan Varkotanlar onları buldukları anda yakalar ve buz silahlarıyla sorgulamaya gerek duymadan öldürürlerdi. Bu canlılar beyaz ve sert derilere sahiplerdi. Gözleri ve kulakları yoktu. Giydikleri üniformalar buzdan oluşuyordu. İçinde bulundukları Dorya sistemi Varkotan ırkına sahip yaratıkların anavatanlarıydı. Birbirine benzeyen dokuz buzul gezegenden oluşuyordu. Aysborg, bunlardan yalnızca biriydi.
Kaptan Riksus, elini Vegar’a doğru uzattığında baş mühendis bir elini tutunduğu kapıdan çekmeden diğerini kaptana uzatarak ayağa kalkmasına yardım etti. Riksus’un sanki soğuktan her yeri buz kesmişti. Ayakta güçlükle duruyordu, kendine sarılıp Vegar’a bir kürk getirmesini söyledi. Giydiğinde koridora doğru yürümeye başladılar. Bu kalın kürkler bile Dorya’nın soğuğunu kesemiyordu. Köprüden koridora çıktıklarında kaptan, Vegar’a:
“Saptayıcıyı al. Çevrede ne kadar yaşam formu varsa hepsini bilmek istiyorum. Mürettebatımı bulmadan bu gezegenden ayrılmayacağım.” dedi kesin bir sesle.
“Baş üstüne kaptan. Umarım düşerken… hasar görmemiştir.”
Gemiden çıktıklarında yoğun bir sis, tüm çevreyi sarmıştı. Saptayıcı ayarlamalarını yaptıktan sonra çevreyi taramaya başlayan Vegar, ellerini ikide bir ağzına götürüyor ve sıcak nefesini üflüyordu. Riksus, gri gözleriyle çevreyi izliyor ve yavaş ve temkinli adımlarla yürüyordu. Aysborg, sistemin en soğuk gezegeniydi. Zeminin tamamen karla kaplı olması yürümelerini güçleştiriyordu. Riksus, Vegar’a dönerek:
“Onları umarım kısa sürede… buluruz. Bu soğukta hiçbir insanın hayatta… kalacağını sanmam.” dedi. Konuşurken ikide bir ellerini birbirine sürtüyordu.Vegar, gözünü saptayıcıdan çekmeden konuştu:
“Haklısınız… kaptan. Aygıt… dereceyi -46 olarak hesapladı. Aysborg’a yıllar önce gelen bir casus gemisinin mürettebatının gezegene indikten saatler sonra Varkotanlar tarafından buz kesmiş halde bulunduğu biliniyor.”
“Yanlarında soğuğa karşı koruyucu giysiler getirmemeleri onların hatası olmuştu. Gemilerinin ismi Serina 3000’di. Hatırlıyorum… ne yazık… Yaşam sinyallerini saptadın mı?”
“Yakın mesafede güçlü bir sinyal var. On beş form. Varkotan devriyesi olmalı, bizimkiler bu kadar az değil.”
“Fazla açıktayız. Buradan görülme olasılığımız çok yüksek. Şurada bir sığınak var, etrafı duvarla çevrili. Orada bir süre durup devriyenin gitmesini bekleyelim.”
Riksus, baş mühendisiyle mağara benzeri bu yapıya yürürken soğuğun mürettebatına zarar vermemesini ümit ediyordu. İçeri girdiklerinde yere oturup dizlerine kapanarak olabildiğince küçülmeye çalıştılar. Soğuktan korunmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Vegar, gözlerini kapatıp zihninde yanan bir ateş hayal etti. Riksus, mağaranın ağzına oturup dışarıya bakıyordu. İleride bir şeylerin hareket ettiğini gördü. Önlerinde diğerlerinden daha kalın zırh giymiş bir subayla ilerleyen bir Varkotan devriyesiydi. Mağaraya girdi. Devriye tamamen gözden kaybolana kadar onları izledi. Vegar’a fısıldayarak seslendi:
“Gemiye doğru ilerliyorlar. Bulurlarsa buradan kaçma olasılığımız fazlasıyla düşecek.”
Vegar, gözlerini açıp gülümseyerek kaptana baktı. Mağaradan dışarıya gözlerini çevirdi ve tekrar kaptana bakarak:
“Merak etmeyin, kaptan. Gizlilik kalkanı devrede. Göremeyip gemiye çarpmadıkları müddetçe bulamazlar.” dedi rahat bir sesle. Son söylediği ihtimal birden gülümseyen yüzünün asılmasına neden oldu.
Vegar, tekrar saptayıcıyı ayarlayarak çevreyi taramaya başladı. Gözlerini kısarak daha iyi görmeye çalışıyordu. Riksus, baş mühendisinin fazlasıyla yaşlandığını fark etti. Gemiye ilk geldiği zaman bile yaşlı olan bu adamın yüzünde beliren kırışıklıkları ilk kez bu kadar yakından fark ediyordu. Vegar, gemide olduğu zamanlarda makine bölümünden çıkmadığı için yüzünü neredeyse unutmuştu. Bu kadar yaşlı bir adamın soğuğa nasıl dayanabildiğini merak etti. Ve mürettebatını düşündü, onları bulmak için her şeyi yapmaya hazırdı. Düşünceler içindeyken Vegar birden gözlerini kocaman açarak saptayıcıya tekrar baktı. Ağzı açık bir halde kaptana baktığında Riksus da meraklanmıştı.
“Ne oldu Vegar? Neler oluyor?”
“Sinyal alıyorum, kaptan. Otuz altı form. Bulduk, onları bulduk.”
“Emin misin? Varkotanlar olma ihtimali de var.”
“Hayır kaptan, eminim. Bu yaratıklar bir bölgeye ancak on beş kişi civarında devriye gönderir. Zaten onları da biraz önce gördük. Bunlar bizim mürettebatımız.”
Sevinci gözlerinden okunuyordu. Riksus, hala endişeliydi. Elini çenesine koyarak düşünmeye başladı. Baş mühendisine bakarak sordu:
“Yaşam sinyalleri… nereden geliyor?”
“Buna inanamayacaksınız, kaptan. Sinyaller buradan geliyor. Bu mağaranın içinden.”
“Mağaradan mı?”
Riksus, mağaranın derinliklerine başını çevirdi. Otuz altı form. Vegar’ın sevincinden ağzı kulaklarına varacaktı. Buraya sığınmış olabilirler miydi? Belki de kendileri gibi soğuktan korunmak için buraya gelmişlerdi. Bu yüksek bir ihtimaldi. Son anda fark ettiği bir şey aklının tekrar karışmasına sebep oldu. Şüpheci gözlerle Vegar’a tekrar baktı. Yaşlı adam saptayıcıya bakarak aptal bir şekilde sırıtıyordu.
“Vegar. Geminin tam mevcudunu söyler misin?”
“Otuz yedi.”
Cevap ağzından çıkarken kendisi de bunu anlamıştı. Tespit ettikleri form otuz altıydı. Kendilerini de hesaba kattıklarında sonuç otuz sekiz çıkıyordu. Birbirlerine bakarak bir süre sessiz kaldılar. İkisinin de aklında aynı soru vardı. Riksus, gözlerini tekrar mağaraya çevirdi.
“Onlardan birini esir almış olamazlar. Değil mi Vegar? Bu kolayca anlaşılırdı. Devriyede bir panik sezmedim. Bu mağarada yaşayan bir form daha var. Ve bu benim mürettebatımdan değil. Bundan kesinlikle eminim.”
Vegar gözlerini yerden kaldırmadan şüpheci gözlerle ve ağzı açık halde hareketsiz kalakalmıştı. Yüzündeki aptal sırıtma ifadesi çoktan silinmişti. Riksus, yaşlı adamın kendisine baktığını ve bir şeyler söylemeye çalıştığını gördü.
“Canlı bir form. Kaptan… Bu… bu… ne olabilir?”
Zorlukla konuşuyordu. Bu sefer soğuktan değil, heyecandan. Riksus, kaşlarını çatarak baş mühendisine baktı. Yaşlı adamın neredeyse dili tutulmuştu. Gözlerini ıssız ve soğuk mağaraya dikerek tekrar konuştu:
“Bunu öğrenmenin tek bir yolu var. Fazerini çıkar, gidiyoruz.”
“Baş… baş üstüne kaptan.”
Baş mühendis, fazerini kemerinden güçlükle çıkarttı. Mağaranın içinde yürümeye başladılar. Yürüdükçe tepelerinde buz sarkıtları görülüyordu. Mağaranın duvarları buz kesmişti. Zeminde bu sefer karlar yoktu. Buna rağmen buzdan bir zemin olması ikide bir ayaklarının kaymasına neden oluyordu. Hiç durmadan yol aldılar. Geniş bir alana geldiklerinde Vegar soluk soluğa kalmıştı. Riksus, durdu ve yaşlı adamın yanına gitti.
“Acele et. Mürettebatımı bir an önce bulmak istiyorum. Ve o şey her ne ise, onu da.”
“Ka… Kaptan. Şuna bakın. Bu… bu da ne böyle.”
Vegar, üç adım önlerinde yerde duran devasa ize bakıyordu. Üç parmağa sahip, bir insanın sahip olabileceğinin beş katı büyüklüğünde bir ayak iziydi. İzin bir tane olmadığını anlamaları uzun sürmedi. Birbirini takip ederek çoğalıyorlardı. İzler, birer metre aralık bırakarak biraz ilerideki kocaman ağzı olan bir yola giriyordu. Bu yaratık, her ne ise devasa adımlar attığı belliydi. Riksus, Vegar’ın korkudan terlerinin aktığını gördü.
“Hadi Vegar, bu taraftan.”
Kaptanın emri, baş mühendisi kendine getirmişti. Yürümeye başladıklarında izlerin sıklaştığını ve aralarındaki mesafenin azalmaya başladığını gördüler. Demek ki yavaşlamış, diye düşündü Riksus. Bulundukları yerde yolun bittiğine dair bir işaret olabilirdi. Gözleri daime ileriye bakıyordu. Herhangi bir tehdit olduğunda kullanmak üzere ikide bir fazerlerini sağa sola doğrultuyorlardı. Bir anda insana ait olmayan, böğürtüyle karışık gürültülü bir ses duydular. Vegar, sesi duyar duymaz olduğu yerde kalakalmıştı. Korkudan fazeri elinden kayıp yere düşmüştü. Gözleri kocaman olmuş, hareket edemez bir halde sesin geldiği yöne bakıyordu. Riksus bir anda fazerini doğrulttu.
“Vegar! Gel benimle, hadi!”
“Kaptan! Burada kalalım, oraya gitmek istemiyorum!”
“Sana söyledim. Mürettebatımı bulmadan bu kahrolası gezegenden ayrılmayacağım. Bu ses her neye aitse onu da bulacağım. Adamlarımın başı dertte olabilir.”
Vegar, ümitsiz bir şekilde yere eğilip fazerini almaya çalıştı. Ayağı buzdan dolayı kayıp düştüğünde Riksus, elinden tutup tekrar kaldırdı. Hızla sesin geldiği yola doğru koştular. Kendilerini fazlasıyla geniş ve açık bir alanda buldular. Bu sırada akıllarından asla çıkmayacak bir şeye tanık oldular. Gördükleri şey ikisinin de aklını başından almış, korkudan elleri ve ayakları boşanmıştı. Bu güne kadar gördükleri en dehşet verici şey karşılarında duruyordu. En az dört metre boyunda, vücudunun tamamı beyaz ve kalın tüylerden oluşan bir yaratıktı. Gözbebekleri yoktu, beyaz gözlere sahipti. Kolları ayaklarının aksine daha uzundu ve yere değiyordu. Ağzının tam altında ise buzdan oluşan uzun bir sakal duruyordu. Yaratık, onları görünce gözlerini kapatıp ağzını kocaman açarak gürültülü bir ses çıkardı.
“Kaptan! Ölmek istemiyorum, hayır!”
“Ateş et Vegar! Bu kahrolası yaratığı öldürmeliyiz.”
Aynı anda yaratığın üzerine doğru yoğun bir ateş açtılar. Yakıcı darbeler alan yaratık diz çökmüş, acıyla inleyerek bağırıyordu. Bir anda ayağa kalkarak üzerlerine atıldı. Vegar’a kocaman eliyle bir darbe savurdu. Yaşlı adam, birden üç metre uzağa fırladı. Riksus darbeden kaçmaya çalışırken yere düştü. Yaratık, ayağını kaldırıp inleyerek üzerine basacağı sırada yuvarlanarak kaçındı. Tek bir darbesinin insansı bir formu yok edeceği fazerler, bu yaratığa çok az işliyordu. Yaratık tekrar kendisine koşarken ilerde hareketsiz yatan Vegar’ı gördü. Kalkmaya çalıştığı sırada yediği bir tekmeyle duvara yapıştı. Yere düştüğünde nefesi kesilmiş, soluk almaya çalışıyordu. Yerde yatarken tekrar ezileceği sırada yuvarlanarak bir kez daha kaçtı. Ayağa kalkarak tavana asılı buz sarkıtlarından birini çekti ve yaratığın gözüne sapladı. Acı bir inlemeyle yaratık elini gözüne götürdü ve diğer elini sağa sola sallayarak Riksus’u hedeflemeye çalıştı.
“Buradan çabuk gitmeliyiz. Hadi uyan Vegar, çabuk ol.”
Koşarak baş mühendisinin yanına gittiğinde hala baygın olduğunu anladı. Hızla tokatlamaya başladı. Her tokatla yüzü sallanan adam bir anda gözlerini açtı. Riksus, sırtından tutup kaldırdığında ilerde ayak sesleri duydular. Fazerini doğrultmaya çalışırken karşısında Teğmen Miren’i gördü. Geminin iletişim panelinden sorumlu bu kadını gördüğüne bu kadar sevineceğini tahmin edemezdi. Arkasında bulunan otuz dört kişiyle yaralanmış bir halde ayakta durmaya çalışıyordu.
“Kaptan! Siz… burayı nasıl buldunuz?”
Miren, kısa bir şaşkınlıktan sonra koşarak Vegar’ın kalkmasına yardım etti. Mürettebattaki herkesin sevinci gözlerinden okunuyordu. Çoğu yaralanmış, vücudundan kanlar sızar haldeydi. Vegar, zorlukla kalktıktan sonra Miren’in ve diğerlerinin yüzüne bakarak gülümsedi.
“Onları bulduğumu söylemiştim, kaptan. Bu yaşlı adamın gözünden bir şey kaçmaz.”
Riksus da gülümseyerek perişan durumdaki mürettebatına baktı. Bu sırada yaratık, kendine gelmiş ve tek gözüyle kendilerine doğru koşmaya başlamıştı. Riksus’un fark etmesiyle diğerlerine bağırması bir oldu.
“Hadi, gemiye! Bir an önce bu sefil gezegeni terk etmeliyiz!”
“Baş üstüne kaptan!”
Cevap hepsinin ağzından bir anda çıkmıştı. Bir anda hızla koşmaya başladılar. Mağaranın dışına doğru koşarken buzda kaymamak için çaba gösteriyorlardı. Yaratık, arkalarından hızla geliyordu. Uzun boyundan dolayı çarptığı buz sarkıtları anında parçalanıyordu. Hiçbirine aldırmadan bağıra bağıra koşuyor, peşinde olduklarını yakalamaya çalışıyordu. Mağaradan çıktıklarında Riksus, geminin olduğu yere işaret etti.
“Bu taraftan. Umalım da Varkotanlar gemiyi bulmamış olsun.”
Yaratık, mağaranın ağzına geldiğinde çoktan izlerini kaybettirmişlerdi. Arkalarından hala böğürtüye benzeyen gürültülü sesi duyuluyordu. Geminin bulunduğu yere geldiklerinde Vegar kürkünün cebinden kamuflaj gözlüğünü çıkardı. Taktığında eliyle boşluğa dokundu. Havada hayali bir şekilde bazı düğmelere bastıkça dijital sesler çıkıyordu. Bir anda gemi görünür hale geldi. Kapıdan girip koridordan iç güverteye geçtiler. Miren, iletişim panelinin oduğu yere gelince üzüntüyle başını yere eğdi. Vegar, gelip koluna dokundu ve gülümsedi.
“Üzülme. Eminim bunun için bir şeyler yapabilirim. Şimdilik uzay boşluğundan korunmak için bir onarım yeterli olacaktır.”
“Teşekkür ederim Vegar.”
Miren utangaç bir şekilde gülümsedi. Riksus, kaptan koltuğundaki yerini aldığında gemideki herkes de görev başındaydı. Vegar, bir süre onarım yaptıktan sonra gemiyi kalkış için hazır hale getirmişti. Gemide kalkış ayarlamalarını yapan hareket subayı Teğmen Helvin, mavi gözlerini bir emir bekler gibi Riksus’a dikti. Riksus, koltuğuna yaslanarak bacaklarını birbirinin üzerine atmıştı.
“Dorya sisteminden dışarıya, dış uzaya! Buradan uzaklaşmak istiyorum. Sen belirle.”
“Baş üstüne kaptan!”
Helvin, saçsız kafasını kaşıyıp rota ayarlamalarını yaptı. Gemi bir anda ön kısmını kaldırarak havalanmaya başladı. Bu sırada Miren, kaptanın yanına gelmiş dikiliyordu. Riksus, başını çevirerek meraklı gözleriyle bir süre iletişim subayını izledi. Bazı sorularının cevabını öğrenmesi için uygun zamanın geldiğini düşündü.
“Orada neler oldu Miren?”
“Uyandığımızda hasarın fazla olduğunu gördük. Düşüşümüzün çevrede bulunan ne varsa hepsinin dikkatini çekmiş olması kaçınılmazdı. Varkotan devriyelerine yakalanmamak için bir süre gemide kaldık. Mürettebatın çoğu kötü yaralanmıştı. Çevrede yaralarına iyi gelecek kar bitkileri aramak için gemiden çıktık. O mağaraya sığındığımızda ise sizin gibi o yaratıkla karşılaştık. Kaptan, o şey her ne ise silahlarımız etkisiz kaldı. Zarar veremiyorduk. Bir süre etkisiz hale getirerek mağaranın içinde dolaşıp durduk. En sonunda ise siz geldiniz.”
“Anlıyorum, teğmen. Uzay bilinmezliklerle dolu. Varkotanlardan daha kötü bir şeyin olamayacağını düşünürken yanılmışım sanırım. Daha keşfedilecek kim bilir neler var.”
“Haklısınız, kaptan.”
Gemi, Aysborg’dan çıktığında sistemin çıkışına doğru yönlendi. Birbirine yakın olan iki buzul gezegenin yanından geçti. Dorya sistemini terk etmek üzere hızlandılar. Işık hızına geçtiklerinde sistemden çıkmışlardı. Uzay, tüm genişliğiyle önlerinde uzanıyordu.
Merhaba. Öykünüz beni ta en başından sardı, öyle 3-4 cümlede uyutmaya başlayanlar gibi çıkmadı. Bu açıdan çok sevindim. kaliteli bir space opera yazını vardı, okurken de heyecanlandım. Elinize sağlık.
Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Vakit ayırıp okuduğunuz için de tabi ki. Böyle düşünmeniz beni sevindirdi. Okuyucuyu sıkmayacak biçimde yazmaya çalışıyorum. Umarım öyledir.