Takvim yaprakları 13 Nisan 2183’ü gösteriyordu. Göklerdeki Işık (yabancıların deyimiyle Aposolaris) uzay gemisinin emekli kaptanı Ufuk Günbey, yıllanmış koltuğunda eski günlerini yad ederek gününü geçiriyordu. Oturduğu bu koltuk ona büyükbabasından kalmıştı. Büyükbabasına ise onun kendi büyükbabasından kalmıştı. Yani bir nevi aile mirası niteliğine sahip bir koltuk olmuştu. Kol dayama tarafına kakılmış koltuğun yapım tarihi ise Ufuk Günbey’i her zaman gülümsetmeye yeterdi. 1981! İki yüz yılı aşan ömrüyle hala zamana meydan okuyan bu koltukla birlikte sonsuza kadar yaşayabileceğini düşünenler vardı. Nitekim belki bu düşüncelerinde haksız da çıkmayabilirlerdi. Bilim insanlarının uzun ömrün formülünü aradıkları çalışmaları nihayete ermek üzereydi. Eğer biraz daha yaşarsa belki bu formülden kendisi de yararlanabilirdi. Ama bunu kim umursuyordu ki? Yarın tam yüz on yaşına basacak olmasının da onun için hiçbir önemi yoktu. Aposolaris’te geçen otuz üç yılı, hayatının her köşesinde onunla birlikteydi. “En büyük yolculuğum,” dediği ve hem Türkiye hem de tüm dünya için önemli bir uzay yolculuğu olan A-8762 kod numaralı sefer, hiçbir zaman aklından çıkmıyordu. Yaşlılığının etkisi tüm vücudunda iyiden iyiye artık etkisini göstermeye başlamıştı ama aklı hiç olmadığı kadar dinçleşmişti sanki. Yaptığı tüm seferleri neredeyse günü gününe hatırlıyor ve gidilen rotaları, keşfedilen noktaları eksiksiz sayabiliyordu. A-8762 ise bu seferlerin en şaşaalısı idi.
* * *
22 Kasım 2117 tarihinde Ankara’daki Kızıl Şahin uzay istasyonunda son hazırlıklar tamamlanmak üzereydi. Aposolaris uzay gemisinin kaptanı Ufuk Günbey, sekiz kişiden oluşan ekibi karşısında yolculuk öncesi dünyadaki son konuşmasını yapmak için hazırlanıyordu. Bu yolculuk diğerlerinden çok farklıydı. Amerikan ve İngiliz hükümetlerinin ayırdığı yüksek bütçeler sebebiyle Mars ve Venüs kolonilerinde yer alan Türk istasyonlarının önemi gün geçtikçe azalmaya başlamıştı. Satürn’e yapılacak yeni bir koloni, uzay rekabetinde Türkiye’nin önem kazanmasına tekrar yardımcı olabilirdi. Lakin çok önemli bir sorun vardı. Daha önce hiçbir insanlı uzay aracı Satürn’e gitmemişti ve bu yüzden çıkabilecek herhangi bir olumsuz durumda nasıl bir çözüm üretileceği net bir biçimde kestirilemiyordu. Türk Uzay Kurumu tarafından bu konu açıldığında hiç düşünmeden öne atılmıştı Ufuk Günbey. “Başarabiliriz,” demişti. “Satürn’e ayak basan ilk insanlar biz olabiliriz,” Kurum yetkilileri ve Türk hükümeti tarafından desteklenen Ufuk Günbey, her zamanki ekibini tekrardan topladı ve en büyük seferi olarak nitelendirdiği bu yolculuk için hazırlıklarına başladı.
* * *
“Sizlere bu konuşmayı birçok kez yaptım dostlarım. Her birinde de çok şükür ki sağ salim evimize dönebildik. Lakin bu sefer ki yolculuğumuz diğerlerinden çok farklı olacak. Gideceğimiz yol çok uzun ve daha önce oraya hiçbir insan ayak basmadı,” dedi Ufuk Günbey. “Bizim yapacağımız bu yolculuk eğer başarıya ulaşırsa hem ülkemiz hem de tüm insanlık adına çok önemli bir işi de başarmış olacağız.”
“Sizce başarısız olma ihtimalimiz nedir Ufuk Bey?” diye seslendi biri.
“Her yolculuğun kendine göre riskleri vardır bildiğin üzere Mehmet,” dedi Ufuk Günbey. “Lakin bu yolculuğumuzda bu risk biraz daha fazla olacak. Ama yine de karamsar olmayın. Yüzyılı aşkın bir süredir insanlık Satürn’e çok sayıda insansız uzay aracı gönderdi ve başına beklenmedik bir durum gelen uzay aracı sayısı ise yanılmıyorsam üç.”
“Sizin de değindiğiniz üzere bu seferlerin hepsi insansız gerçekleşti,” dedi Mehmet. “Herhangi bir olumsuz durumda kaybedilecek tek şey gönderilen uzay aracı olmaktaydı. Lakin şu an yok olacak olan bizleriz gibi duruyor.”
“Doğru söylüyorsun, işte bu durum da zaten yolculuğumuzun en önemli konusunu oluşturuyor,” diye yanıt verdi Ufuk Günbey. “Eğer bu yolculuğa katılmak istiyorsanız, geri dönememe ihtimalini de kabullenmeniz gerekiyor.”
Grup içerisinde oluşan kısa bir homurdanmanın ardından, ikinci kaptan Zeynep Başçı sessizliği sağladı ve konuşmaya başladı.
“Bu zamana kadar kaptanımızla çıktığımız hiçbir yolculukta kötü bir şeyle karşılaşmadık. Ben onun tecrübelerine ve hislerine çok güveniyorum.” Daha sonra Ufuk Günbey’e döndü ve, “Ben bu yolculukta da sizinleyim efendim,” dedi.
Ufuk Günbey, Zeynep Başçı’ya teşekkür edercesine gülümsedi ve önündeki kâğıdı düzeltip tükenmez kalemini eline aldı.
“O zaman listeyi oluşturmaya başlayabiliriz,” dedi Ufuk Günbey. “Bizimle gelmek isteyen var mı başka?”
Gruptakiler kısa bir süre birbirlerine baktıktan sonra hep bir ağızdan, “Biz de sizinleyiz!” diye bağırdılar ve kahkahalar içinde gülmeye başladılar. Ufuk Günbey için grubunun bu desteği çok önemliydi ve bunu hiçbir zaman da unutmayacaktı.
* * *
“Tüm Aposolaris ekibine başarılar diler, yolculuğun sorunsuzca geçmesini temenni ederiz!”
“Ekibim ve kendim adına teşekkür ederim!” diye yanıtladı Ufuk Günbey telsizdeki sesi. Artık kalkış için geri sayım başlamak üzereydi.
“Ateşleyicilerin son kontrolleri yapıldı mı?” dedi Ufuk Günbey.
“Üç defa baştan test edildi efendim!” diye yanıtladı kalkış şefi. “Herhangi bir problem görünmüyor.”
“Çok iyi,” diyerek karşılık verdi Ufuk Günbey. “O halde artık hazırız!”
“Komutunuzu bekliyoruz efendim!” dediler kalkış personelleri hep bir ağızdan.
Ufuk Günbey, önündeki göstergelerdeki değerlere baktı ve sağ taraftaki iki kolu yavaşça aşağıya doğru indirdi. Motorların kalkış için ateşlenmesinden önce gereken enerjinin uzay gemisine aktarımı başlamıştı böylece. Göstergedeki bar %100’e gelinceye kadar bekledikten sonra, yavaşça kolu tekrar yukarıya çekti ve arkasına yaslandı.
“Kalkış için gerekli enerji motorlara yüklendi. Geri sayımı başlatıyorum!”
Hoparlörden gelen geri sayım sesiyle beraber tüm ekibi derin bir heyecan kaplamıştı. Hiç dönememe ihtimalinin heyecanıydı belki bu, korku ve endişenin heyecanı… Ama yine de içleri huzurluydu. “Beş!” diye haykırdı hoparlörden ses. “Dört, Üç, İki!” Heyecan seviyesi artık en yüksek seviyedeydi. “Bir!” Kalkış şefinin komutuyla, kalkış personelleri ateşleme tuşlarına bastılar ve motorlardan güçlü bir ses duyuldu o an. Yüklenen enerjinin motorları güçlü bir şekilde çalıştırmasının sesiydi bu. 2092 yılından beri Türk uzay araçları kalkışlarında elektrik enerjisini kullanmaktaydı. Geliştirilen bu teknoloji ile ciddi bir miktarda yakıt tasarrufu sağlanmaktaydı. Atmosferden çıkıncaya kadar yüklenen bu elektrik enerjisi kullanılmaktaydı. Böylelikle mevcut yakıt ile çok daha uzun mesafeler alınabilmekteydi. Aposolaris, havayı delip gökyüzünde yükselmesine devam ederken, tüm ekip de pür dikkat Ufuk Günbey’den gelebilecek herhangi bir talimatı beklemekteydi. Heyecan verici olan bu sefer, tüm ekip için bir dönüm noktası niteliği taşıyordu. Seferin başarıya ulaşması durumunda dünyada büyük bir saygınlığa ulaşacaklardı. Kısa bir süre sonra atmosferden çıktıklarında Ufuk Günbey, başındaki kulaklığı çıkardı ve ekibine baktı.
“İlk aşamayı başarıyla geçtik. Bundan sonra önümüzde uzun bir yol var,” dedi.
“Yakıt kullanımını ne zaman aktif etmemizi istersiniz efendim,” diye cevap verdi teknik sorumlu.
Ufuk Günbey, göstergedeki barın durumuna baktı göz ucuyla. %2 görünmekteydi.
“Artık devreye sokabilirsiniz,” dedi yumuşak bir ses tonuyla.
Teknik sorumlu Fehmi Yıldız, güç destek paneline yöneldi yavaşça. Burası, Aposolaris’in Kalbi olarak nitelenebilirdi. Sonra panel kapağını açtı ve dokunmatik ekranda Enerji Yönetimi sekmesine dokundu. Karşısına gelen menüde Elektrik Güç Desteği, Yakıt ve Güneş Enerjisi Aktivasyonu olmak üzere üç seçenek vardı. Elektrik Güç Desteğinde olan işaretlemeyi kaldırdı ve Yakıt sekmesine getirip bıraktı. Aposolaris, bu hamleyle birlikte karanlıklar içine gömüldü ve geminin motorları çalışmayı durdurmaya başladı. Aradan on saniye gibi bir süre geçti. Lakin motorlar devreye girmiyordu. Bununla beraber gemiye de herhangi bir enerji sağlanamıyordu. Bu durum tüm panellerin kapanmasına ve dünya ile haberleşme sisteminin çökmesine yol açmıştı. Tüm ekip bu durum karşısında istemsizce paniklemeye başladı. Çünkü bu işlem sonrasında motorların yeniden çalışması ve gemiye enerjinin gelmesi için geçen süre üç saniye gibi bir şeydi. Sapma süresiyle birlikte ise en fazla beş saniye olmaktaydı. Lakin bu sefer on saniye geçmişti ve işin kötüsü süre işlemeye devam etmekteydi. Ufuk Günbey, hızlı bir şekilde panelin olduğu yere geldi ve paneli incelemeye başladı. O da çok telaşlı görünmekteydi.
“Her şey normal görünüyor. Kalkıştan önce hiçbir problem yoktu,” dedi kısık sesle. Kendi kendine konuşan bir havası vardı.
“Elimdeki raporda yakıt tanklarının ve iletim mekanizmasının kontrollerinin yapıldığı belirtilmektedir. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz Leyla Hanım?” dedi Ufuk Günbey.
Uçuş hazırlıklarından sorumlu olan Leyla Karahan, kendinden emin bir şekilde cevap verdi.
“Yakıt tanklarına dolum yapılırken bizzat oradaydım efendim. Benim refakatimde yakıt dolumu yapıldı ve ardından sistemin kontrolleri sağlandı. Bilgisayarların teknik analizleri sonucu tüm onay sistem tarafından verildi. Sizin de bildiğiniz üzere bu onay gelmeden uzay aracının çalışması bile imkânsız,”
“Bunun böyle olduğunu biliyorum,” diye yanıtladı Ufuk Günbey. “Lakin böyle bir sorunla karşılaşmamızın da bir açıklaması yok,” Sonra kısa bir sessizliğin ardından konuşmasını sürdürdü. “Yaklaşık üç dakika gibi bir süre geçti. Artık sistemin devreye gireceğini ummamızın bir anlamı yok. Teknik ekip astronot kostümlerini giyip yakıt depolarını kontrol etsinler.”
Bunun üzerine teknik sorumlu Fehmi Yıldız, ekip arkadaşlarını hazırladı ve kostümlerini giyip geminin vakumlu kapısından dışarıya çıktılar. Kostümde yeterli bir şarj olmasına rağmen Aposolaris’de enerjinin olmaması teknik ekip ile gemi arasında telsiz haberleşmesini engellemekteydi. Bu sebeple Fehmi Yıldız, ekibini dikkatli bir şekilde tankların olduğu bölüme yönlendirdi. Olan bitenleri geminin penceresinden izleyen Ufuk Günbey ise sonucu çok merak etmekteydi. Sorunun sistemsel bir arıza olmasını umuyordu çünkü aksi halde işleri çok zor olacaktı.
* * *
Uzaya gelişinin sekizinci günün de Aposolaris, uzay boşluğunda başıboş bir şekilde süzülmeye devam etmekteydi. Gemide hiç enerji olmadığı için nereye doğru gittikleri yönünde hiçbir fikirleri yoktu. Daha da kötüsü ise oksijen üretim sistemleri çalışmadığı için gemideki oksijen hızlı bir şekilde azalmaktaydı. Şu an ne kadar oksijen kaldığı belirsizdi ve eğer bu sorun böyle devam ederse çok fazla yaşamaları mümkün değildi. Ufuk Günbey, önündeki şemalarda inceleme yapan Fehmi Yıldız’a doğru yavaşça ilerledi.
“Fenerleri idareli kullanmamız gerek. Eğer onların da pili biterse aydınlığı çok zor görürüz.”
“Biliyorum efendim lakin bir çıkış yolu bulmamız da şart. Çünkü böyle sürerse pile veya ışığa ihtiyacımız kalacağını zannetmiyorum.”
Ufuk Günbey, kendisini çok çaresiz hissediyordu. Ekibinin tüm sorumluluğu ona aitti ve şu an elinden hiçbir şey gelmiyordu. Yakıt tanklarının dolu olmasına rağmen motorların neden çalışmadığı bir türlü çözülememişti. Defalarca tüm sistemi baştan taramalarına rağmen soruna dair en ufak bir iz bile gözükmüyordu. Ufuk Günbey, ekip üyelerine göz gezdirdiğinde yüzlerindeki umutsuzluğu çok rahat görebiliyordu. Kimse buradan kurtulabileceklerine pek bir ihtimal vermiyor gibiydi. Bu düşüncelerin beynini yok edeceğini hissediyordu. Bu sebeple oturduğu yerden kalktı ve arka taraflarda yer alan dar yatağa uzandı. “En azından uyurken öleyim,” diye iç geçirdi Ufuk Günbey. “Belki böylesi daha iyi olur.”
* * *
Ufuk Günbey, ani bir ürpertiyle gözlerini açtığında gemideki siren güçlü bir şekilde ötüyordu. “Başardık!” diye haykırıyordu Fehmi Yıldız. “Başardık kaptan!” Ufuk Günbey’in gözlerinden o an mutluluktan yaşlar süzülmeye başladı. Çaresizliğin gözyaşı idi belki bunlar, yok olmaya yaklaşmış bir ruhun sevinç dolu haykırışları…
“Nasıl başardınız?” dedi Ufuk Günbey heyecanla. Fehmi Yıldız tam cevap vereceği esnada Leyla Karahan söze başladı.
“Motor yönetim sistemlerimiz siber müdahale ile bozulmuş efendim. Bu müdahale tahminimizce sistem onayından sonra fakat kalkıştan hemen önce yapıldı. Bu yüzden de biz bu müdahalenin farkına varamadık.”
“Peki bunu nasıl fark etiniz?” dedi Ufuk Günbey. “Sistemi defalarca kontrol edip bir şey bulamamıştık.”
“Bunu başaran Selim Bey,” dedi Leyla Karahan. “Sistem emniyet kilidi sizin de bildiğiniz üzere manuel olarak devreye alınıyor veya kaldırılıyor. Fakat yaptıkları müdahale sayesinde bu kilit yazılımsal olarak devreye sokulmuş. Bu durumun tetikleyicisi olarak da tahminimizce geminin güç destek panelindeki değişim durumunu kullandılar. Çünkü bu tip şeyin gerçekleşmesi için bir ana destekleyici bulmaları şarttı ve bunu çok iyi ayarlamışlar.”
“Peki bu durumun kilitten kaynaklandığını nasıl anladınız?”
“İşte orada da Selim Bey devreye girdi. İsterseniz bundan sonrasını size o izah etsin.”
Selim Özbaş, yurt içi ve yurt dışında çeşitli başarılara imza atmış başarılı bir mühendisti. Özellikle Harvard ve Yale Üniversitelerinde katıldığı projelerle adından söz ettirmişti. Ufuk Günbey’in ekibine katılması ise tamamen onun merak güdüsü ile ilgiliydi. Türk Uzay Kurumu tarafından açılan başmühendis alım ilanına yaptığı başvuru neticesinde mülakata hak kazanmış ve mülakatta, Ufuk Günbey’i etkilemeyi başarmıştı.
“Enerji akım panelini tek tek kontrol etmemle başladı her şey,” diye söze girdi Selim Özbaş. “Gemide kalan %2’lik elektrik enerjisini devreye aldırdım. Bunun ardından enerjiyi tek tek tüm panellere vererek kontrol etmeye başladım. Akım panelinde olağan dışı bir durum olduğunu fark ettim. Tüm teknik aksam düzgün bir şekilde olması gerektiği gibiydi fakat sistem emniyet kilidinin kapalı olmasına rağmen akım geçirmediği fark ettim. Bunun üzerine kilit sistemini söktüm kablo bağlantılarını ters bir şekilde bağlayıp, güç destek panelinin tekrardan yakıt konumuna gelmesini istedim. Fehmi, bu işlemi gerçekleştirip ana enerji kolunu çektiğinde gemiye tüm enerji geri geldi ve motorlar da çalışmaya başladı. İşte durum bundan ibaret efendim.”
Bunun üzerine, “Seni ve tüm ekibi kutluyorum!” diye cevap verdi Ufuk Günbey. “Çok büyük bir iş başardınız. Gemiye bu müdahaleyi kim veya kimler gerçekleştirdi bilmiyoruz lakin şu an önemli olan bu durumu çözmüş olmamız. Artık yeniden işimize konsantre olabiliriz!”
Ekip üyeleri, Ufuk Günbey’in konuşmasını bitirmesiyle hep bir ağızdan “Göklerdeki Işık” diye bağırdılar. Sorunun çözülmesi herkese tarifsiz bir heyecan ve mutluluk vermişti. Artık herkesin aklı, gidilecek Satürn gezegenindeydi.
* * *
Aposolaris ekibinin, gittikleri yönü fark edip doğru yörüngeye girmeleri üzerine, rota tekrar Satürn’e çevrilmişti. Sekiz ayı aşkın bir süredir devam eden yolculuklarına rağmen Satürn hala uzaktaydı. Ankara ile olan haberleşmeleri neticesinde gemilerine yapılan saldırının kaynağı da belirlenmişti. Diplomatik yollarla bu duruma tepki verilmiş olmasına rağmen hiç kuşkusuz kimse sorumluların gereken cezayı alacağını düşünmüyordu. Bu işe pek çok ülke bulaşmış olabilirdi. Sonuçta Satürn projesi, Türkiye’nin yeniden bu alanda kendisine önemli bir yer edinmesini sağlayacaktı. Ufuk Günbey ve ekibi, tüm bu durumları unutmak ve işlerine yoğunlaşmak istiyorlardı. Bu sebeple konunun diğer detaylarını Ankara’daki yetkilere bırakıp yolculuklarına devam ettiler. Hedeflerine yaklaşmanın verdiği huzur ve mutluluk onlar için yeterdi.
* * *
5 Ağustos 2120 tarihine gelindiğinde Aposolaris, Satürn’ün atmosferine giriş yapmaktaydı.
“İniş sistemleri aktif edilsin,” dedi Ufuk Günbey.
Büyük bir sesle açılmaya başlayan iniş sistemleri, geminin dengesini aşağı yönde değiştirmişti. Bunun üzerine Ufuk Günbey, denge kolunu yavaşça hareket ettirerek geminin denge ayarını yeniden sağlamaya çalıştı. Epey zorlandığı belliydi. Fakat bir şekilde bu durumun üstesinden geldi ve gemi sağlıklı bir şekilde inişini gerçekleştirdi.
“Hepimize geçmiş olsun!” dedi derin bir oh çekerek Ufuk Günbey. “Sağ salim iniş yapabildik.”
Ekip üyelerinin gözlerinde derin ve bir o kadar da kuvvetli bir ışık vardı. Çeşitli badireler atlatarak tamamladıkları bu yolculuktan kıvanç duyuyorlardı. Fehmi Yıldız dışındaki diğer herkes, astronot kıyafetlerini giydi ve vakumlu kapıdan geçip dışarıya çıktı. Satürn’e ilk ayak basan Leyla Karahan olmuştu. İlerleyen yıllarda Satürn’e ayak basan ilk insan ve ilk kadın olarak anılacaktı. Ufuk Günbey, yanlarında getirdikleri metal direği güzelce yere sapladıktan sonra Türk bayrağını direğe geçirdi. Ardından, çantasından çıkardığı fotoğraf makinesi ile bayrağın fotoğrafını çekti. 1969 yılında ayda çekildiği kabul edilen ve büyük etki yaratan fotoğraftan sonra bu fotoğraf adını daha güçlü bir şekilde tüm dünyaya duyuracaktı, peşinden gelecek olan daha büyük başarıların habercisi olarak.
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.