Öykü

Kaos

Huzurun ve rahatlığın hakim olduğu bir kasabada yaşıyordum. Yüzlerce ağaç çeşidini barındıran ormanla çevrili, rengarenk evlerin belli bir düzen içinde yerleştirildiği cennetten bir köşeydi adeta. Geniş ve verimli topraklarımız vardı. Büyük şehirlerdekiler kadar gösterişli olmasa da Geleceğe Dönüş, Star Wars gibi filmleri hayranlıkla izlediğimiz sinema salonu, bar ve atari salonu gibi aktivitelere de sahiptik. Annem, babam ve küçük kız kardeşimle son derece mutlu bir yaşamımız vardı. Liseyi güç bela bitirmeme rağmen, arabalara olan tutkum sayesinde tamirden iyi anlıyordum ve çalışıyordum. Doğduğum günden beri başka bir yerde yaşamamıştım ve buna ihtiyaç duymamıştım. Bu güzel kasaba bana istediğim her şeyi vermişti. Vermeye de devam edecekti; kendi tamirhanemi açacak, sevdiğim kızla evlenecek ve çocuklarımızı da burada büyütecektik. Ne yazık ki bu düşünceler, gerçekleşmesi imkansız hayaller olarak kalacak.

Aylar önceydi, çoğu çiftçilikle uğraşan kasabalılara, topraklarını daha verimli kullanma yöntemlerini anlatmak için dört kişi geldi. Bir süre burada kalarak insanlarla konuştular. Yanlarında getirdikleri tarım ilaçlarını ücretsiz dağıttılar. Hızlı bir şekilde daha iyi ürünler elde etmek için hazırlandığını ve herhangi bir zarara neden olmayacağı konusunda ikna etmeye çalıştılar. Hatta ilacın mucizevi yönünü göstermek için meydanda gösteri yaptılar. Yeni filizlenmiş bitkiye bir damla döktüler ve dakikalar içinde bakmaya doyamayacağınız güzellikte, mükemmel çiçekler açtı. Şahit oldukları karşısında aşırı derecede etkilenen insanlar, ilaçları su ile karıştırarak tarlalarına attılar. Bunun nasıl mümkün olabileceğini sorgulama ihtiyacı dahi duymadılar.

Mısırlar, zamanından önce hasat edecek kadar yetişmişti. Kaldırılan ürünlerin yerine yenilerini ekip, aynı ilacı tekrar kullandılar. Meyve ve sebzelere de verdiler bu ilaçlardan. İlk hasatın başarıyla gerçekleşmesi ile bu işe iyice ısınmışlardı. Şehirlere satış için gönderilecek bu ürünleri bizlerde tüketiyorduk. Meyveler ve sebzeler son derece lezizdi.

Zaman geçtikçe insanlar saçma sapan bir psikolojiye büründü. Tüm kasaba televizyon dizisini andırıyordu, sahte bir neşeye sahipti. Sarhoşluğun verdiği geçici bir keyif gibiydi. Bu yapmacık mutluluk çok uzun sürmedi ve her şey tersine döndü. Yıllardır sorunsuz bir şekilde yaşayan insanlar, birbirlerine sataşmaya fırsat kolluyordu. Bir şeylerin ters gittiğini fark etmiyorlardı bile… En ufak meseleleri büyütüyor ve kavga ediyorlardı. Sonunda olan olmuştu ve otuz yıllık komşulardan biri diğerini vurmuştu; hem de evinin bahçesine giren köpek yüzünden… Kasabada daha önce böyle bir durum olmamıştı, bundan sonra yaşanacak her şeyin başlangıç düdüğüydü sanki.

Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi, hayatımız kaosa döndü. Bir gece büyük patlama sesleriyle

uyandık, dışarıya çıktığımızda birkaç araba cayır cayır yanıyordu. İyice çığırından çıkanlar, yakıt depolarına tıkadıkları bez parçalarıyla araçları ateşe vermişlerdi. Alevler elektrik şebekesine de sıçramış ve kasaba elektriksiz kalmıştı, telefon direkleri yıkılmıştı. Sabaha kadar yangınları söndürmek ve saldırganları durdurmak için uğraştık. Gün aydınlandığında ortalığın savaş alanına döndüğünü gördük. Dış dünya ile iletişimi kaybetmiştik. Kasaba raydan çıkmış bir tren gibi kontrol edilemiyordu. Bu işi yapanların bir kısmı aynı alevlerle can vermiş, bir kısmı da durdurulmaya çalışılırken istemeyerek öldürülmüşlerdi. Zarar gören sadece arabalar, elektrik ve iletişim değildi. Marketler ve diğer dükkânlar da yakılıp yıkılmıştı. İçindeki insanlar ile birkaç ev küle dönmüştü. Alevlerin karanlığı aydınlattığı bu olaydan sonra aynı çılgınlığı gösteren insanlarda bir durulma oldu. Asabi davranışları bir anda kaybolmuştu.

Yangından sonra kalan enkazı temizlemeye çalışıyorduk. Kasabaya yardım getirmek için gidenlerden, üç gün geçmesine rağmen ses çıkmamıştı. Ayrıca yaklaşık bir haftadır dışarıdan tek bir araba gelmemişti. Boğuştuğumuz bunca sıkıntının içinde, bir sabah başka bir sorunla uyandık. Bütün ürünler ve arazidekiler bir anda çürümüş, kullanılmaz hale gelmişti. Bir gecede böyle bir şey nasıl olabilirdi? Sorunun cevabı yoktu ve bu durum iyiye işaret değildi. Marketlerin de yakılmış olması ile yiyecek hiçbir şey kalmamıştı. Tek çare kasabayı terk etmekti.

Herkes bir an önce buradan uzaklaşma çabasındaydı. Aracı olmayanları kimse yanına almak istemediği için birkaç parça eşyasını alan yürüyerek yola koyulmuştu. Biz de arabamıza binmek için hazırlık yapıyorduk. Yan komşumuzun evinden, bir anda çığlıklar yükseldi. Sevdiğimiz insanlardı, bu seslere duyarsız kalamazdık. Gidip baktık ve gördüğümüz manzara dehşet vericiydi. Kadının kocası yerde yatıyordu, yüzü şişmiş ve mide bulandırıcı iğrenç sıvıların aktığı yaralarla kaplanmıştı. Ölmemişti, çırpınıyor ve can çekişiyordu. Derhal oradan uzaklaştık, bu normal bir şey değildi. Arabaya bindiğimiz gibi gaza bastım.

Yürüyerek yola çıkanların birçoğu henüz fazla uzaklaşmadan ölmüşlerdi. Cesetleri parçalanmış ve her yer kan gölüne dönmüştü. Ormandaki hayvanlar tarafından gerçekleşmişti bu durum. Hastalanıp ölenlerin araçları ile karşılaşıyorduk. Gördüklerim, her an bizim de bu şekilde olabileceğimiz korkusunu artırıyordu. Yanımda oturan babamı, annemi ve kardeşimi göz ucuyla kontrol ediyordum.

Dalgın bir şekilde direksiyon sallamaya devam ederken, babamın hızlı hızlı nefes alıp verdiğini gördüm. Hemen arabayı durdurdum, o sırada annem de aynı şekilde çırpınıyordu. Kafasını cama yaslayarak uykuya dalan kardeşimi dışarıya çıkardım ve uzaklaştırdım. Onları o şekilde görmemeliydi. Tekrar arabaya döndüğümde ölmüşlerdi. O anda elim ayağım tutmadı. Gözlerimden gelmesi gereken yaş içime akıyordu. Ama kendimi toplamam lazımdı ve yapmam gereken kardeşimi bu cehennemden uzaklaştırmaktı.

Arabadan babamın silahını ve mermileri yanıma aldım. Kardeşimi sırtıma attım ve koşarak ormanın içine daldım. Kollarını olağan gücüyle boynuma sarmış, kafasını sırtıma yapıştırmıştı. Yolu görebileceğim uzaklıkta kalarak ilerliyordum. Bir süre sonra soluk soluğa kalmıştım, bir ağacın dibinde durdum ve onu yere indirdim. Korkudan tir tir titriyordu.

“Onları bir daha göremeyeceğiz değil mi?” dediğinde ağzımı açamadım ve sıkıca ona sarıldım.

Bu sırada şoför kapısı açık bir araba gördüm. Aracın yönü bizim kasabaya doğruydu. Daha iyi bakabilmek için yaklaştık, içi boştu. Etrafını dolandım. Arabanın arkasında boğazı parçalanmış bir adam yatıyordu. Ön tarafta duran kardeşim, yanıma gelmişti ve cesedi görünce çığlık attı. Bunun ardından ağaçların arasından gelen çıtırtılar duydum, döndüğümde kocaman bir kurt bize doğru geliyordu. Kardeşimi aldığım gibi arabanın içine girdim ve kapıları kilitledim. Anahtarlar üzerindeydi. Çalıştırmayı denedim, ne yazık ki yakıtı bitmişti. Etrafımızda dolanıp duran kurt, bizi öldürmeye niyetliydi. Bir yolunu bulmalıydım. Bagajda yakıt olabileceği aklıma geldi. Arka tarafa geçtim ve koltuğu yırtarak bagaja ulaştım. Yakıt bidonu karşımdaydı. Adamın öldüğü yer, bagajdaki yakıt bidonunu almak için indiğini gösteriyordu. Anlaşılan arka tarafa geçtiği gibi öldürülmüştü, bu vahşi kurt tarafından. Dışarı çıkıp yakıtı arabaya doldurmalıydım. Belimdeki silaha başvurma vakti gelmişti. Cama vurarak sesler çıkardım, kapıya pençeleri ile saldırmaya başladı. Silahı tam üzerine tuttum ve camı indirerek ateş ettim. Yere yığıldı, hareket etmiyordu. Bir süre bekledikten sonra kapıyı güçlükle açarak dışarıya çıktım. Elimdeki silahı yere bıraktım ve yakıtı depoya boşaltmaya başladım. Az bir kısmını doldurmuştum ki arkamda bir hırlama sesi işittim. Gözleri cehennem ateşi gibi yanan ve vücudundan kanlar damlayan kurt hâlâ ölmemişti. Üzerime atladı, kısa bir boğuşmanın ardından ondan kurtulmuştum. Yaralı olması benim için avantajdı ve herhangi bir yara almadan silaha uzandım, bu sefer onu gerçekten öldürmüştüm.

Kontağı çevirdim ve u dönüşü yaparak gaza bastım. Arabayı sürerken yol kenarlarında kurtlar ve yabani domuzları görüyordum. Bu hayvanların doğal vahşiliği değildi. Bana saldıran kurt ve

diğerlerinin gözlerinde şeytani bir hava vardı. İnsanları öldüren her ne ise onları da çıldırtmıştı. Yakınına kadar geldiğim bir başka kasabaya yetişmeden yakıt bitti. Karşımda duran tepeye çıkarsam, kasabanın diğer tarafta olduğunu biliyordum. Silahımı kontrol ettim ve kız kardeşimi sırtıma alarak tepeye tırmandım. Şimdi en uç noktada oturmuş ve karşımdaki kasabayı izliyor, baştan beri olanları düşünüyorum. O ilaçların getirilmesi ve insanların kendinden geçmesi… Sonra gelen saldırganlıklar… Bir anda her şeyin elden gitmesi… En sonunda da hastalık ve ölümler… Mahşerin Dört Atlısı gelmişti ve her yeri sarmıştı sanki. Hastalığın bizi neden etkilemediğini bilmiyorum. Şu anda karşımdaki kasabanın bizimkinden bir farkı yok. Anlaşılan yolumuz daha uzun ve yaşayabileceğimiz yer bulmak o kadar kolay olmayacak; tabi ki öyle bir yer varsa…

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhaba,
    Öykü çok hızlı ilerlese de sevdim ben. Temaya oldukça uygun, kısa ve öz bir hikâye olmuş. Birebir olmasa da gerçek hayatla benzer yanları bile var. Kısa yoldan, emeksiz sonuca ulaşma çabası insanın başına olmadık şeyler açabilir.

  2. Avatar for Hasan Hasan says:

    Merhabalar. Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Öyküyü beğenmeniz beni mutlu etti. Görüşmek üzere :slight_smile:

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for Hasan Avatar for maviadige

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *