Kaç gün oldu bilmiyorum. İsmail yanıma gelmiyor. Ama karnımda büyüyen bir çocuk var, yalnız başıma işe gidip geliyor ve yoruluyor ve bitiyor ama yine de yaşıyorum. Ne için? O’nun için. Kaç senedir sürüyor uğraşlar en sonunda bırakıp gitti beni. E o da haklı, ben bile doğuramadığımdan kızgınım kendime, aileme dünyalara. Doktorlar, artık modern şehrin stresi diyor ondan olmuyormuş çocuk. Milyonlarca doğum olurken hele ki Türkiye gibi bir ülkede benim doğurmamam hangi kaderin işi? Geçenlerde markete girdim, tüm kadınların İsmail’in karısı değil mi bu dediğini duyuyorum, dahası bir ara kulağıma bir sarışın kadın lafı takıldı. Sonrasını pek de dinlemedim.
Geceleri mumlar yakıyorum, doğacak çocuğuma ritüellerle dolu. Her gece dualar içinde İsmail’i de eve çağırarak sürdürüyorum bu bol ağlamaklı bol dualı şeyleri. Bazen kağıtlara sarıyorum İsmail’in benim ve doğacak çocuğumuzun isimlerini, yazıp yazıp sulara koyuyorum dertlerimi. Gece yarılarına kadar İsmail’in yollarını gözleyerek bitiyor bu ritüellerin sonu. Karnım da büyüyor. Genelde kalabalıklardan uzak yürüyor, mahallemde insanlardan kaçıyorum. Biliyorum ki büyüyen karnımı bir gün fark edecekler, adamı yokken bu ne çocuğu diyecekler. Her şeye göğüs gererim bir dünyaya gelse canım yavrum. Böyle diye diye kendimi avutuyorum biliyorum ama artık her şey farklı olacak hissediyorum.
İki gün sonra Meryem’in kapısına bir kadın gelir. Meryem şaşırmaz, kadın sarışındır. Meryem karnını saklamaya da çalışmaz bu sefer. Gururla gösterir gelen kadına. Oysa kadının umrunda bile değildir onun şişen karnı. Meryem’e göre karnını gösterirse belki İsmail duyar gelir eve geri döner ama sarışın bulduğu kanepeye gerine gerine oturur, arkasına yaslanır. Meryem hayret içinde tutulur kalır. Gelen sarışının da karnı büyüktür.
Uzun bir karşılıklı süzmeden sonra,
-Durumumuz ortada. İsmail yolladı beni. Boşanma işlemlerini bitirin diye. Çocuk olmasaydı onu sizden almazdım ama hamileyim.
Meryem karşına dikilmiş sarışını dinlerken kendi şişen karnını gösterir.
-Ben de.
Kadın, Meryem’e diktiği gözlerini halıya indirir. Yine bir sessizlik. Sarışın tek kelime etmeden çıkar gider.
Meryem gülerek pencereden sarışının gidişini izler. Her zamanki gibi akşam ritüellerine başlar. Öyle emindir ki İsmail’in eve döneceğinden, Allah’a şükürler sunar. Bunları yaparken uyuyakalır. Rüyasında yaşlı bir kadın görür kadın da dua ediyordur, fakat “bu doğuracağın çocuk değil, bir yaratık, iki hafta sonra Erciyes Dağı’na gel” der, uyanır. Meryem uyandığı gibi, sancıları başlar. Bir taksi çağırır, hastaneye varır. Doktorlar bunun bir çocuk olmadığını anlar. Bebek gibi görünen bir tümördür, yani teratoma. Anlatmaya çalışırlar Meryem’e ameliyat olması gerektiğini onun bebek olmadığını. Ama Meryem dinlemez, hastaneden çıkar, rüyası gelir aklına. Kayseri’ye bir bilet alır. Yollara düşer. Ne İsmail kalmıştır ne de sarışın, çocuğunu düşünür sadece.
Yolda yine bir düş görür, düşte yine aynı kadın, bu sefer canavarınla sana şans verildi, dağa yaklaştıkça bir bir kıyafetlerini çıkar, dağ seni böyle istiyor der. Meryem sırf çocuğu doğurmak için her şeyi yapmaya razıdır. Kayseri’ye varır.
Erciyes’e doğru yürür, dinlene dinlene acele etmeden. Her bir yeri geçtikçe üstündekileri çıkarır. Gece olur, sanki yürüdükçe içi ısınır, Erciyes ısınır. Dağın tepesine vardığında çırılçıplak kalmıştır. Çocuğun geliş sesini duyar, ıkınmaya başlar. Sesi dağı inletir. Sanki dağı uykusundan uyandırır, Erciyes ısınır ısındıkça da eski haline geri döner. Meryem lavlar arasında kalır. Ama çocuğu doğurmuştur, mutludur.
Sevgili Sema,
Seçkideki en istikrarlı yazarlardan biri olduğunu söylemeliyim. Yarattığın karakterlerin sanki hepsi senin bir uzantınmış gibi sahiplenip otobiyografik analizlerin onlara bir hayat ve hikaye verip sonra kend tarzınla onlara yaşam vermen.
Merak ediyorum, acaba torbanda başka neler var.
Eline ve düş gücüne sağlık
Sevgiler
Dipsiz