Dünyanın bir ucunda değil,
Buralarda bir yerde
Küçük bir kuşun kanadından düşüvermiş yere
Boy vermiş uzanmış alacasıyla
Gökten yerlere
Ne zamandır deyip durdu bilemem ama dilinde bu tekerleme, dudaklar soluk. İki güvercin daha yoldaydı sanki ve unutmuşlardı hangi haberi nereye götüreceklerini. Kimsesiz, sabahsız, yolculuktur, uzundur.
Geriye bakmadım gittim bir zaman. (Biraz bir zaman) Fırtına beni küçük bir kasabaya bırakmış. Sanki bir dünyadan öbür dünyaya varıvermiş gibiyim. Ne tuhaf. Oysa aynı bulunduğum yerin bir kasabasındayım. Komik, ama ölmem gerekti. Tuhaf, ölmeyi hiçbir zaman gerçekten istemedim. Yatırdılar beni kasabanın deliler hastanesine. Şaşırma boşuna, burada yaygın olmuş. Ne bileyim denizin havası mı diyorlar yaygın mıymış neymiş. Bütün kasaba halkı bize bulaşmasın diye yaylalara göçmüş, yel eser getirir o deliliği diye kapı pencere açmazmış. Hastanedekiler mi? Onların da ne olduğu belli değil. Belki onlar hasta belki biraz biz. Yine de insan var, kimileri ezelden beri kabul ederlermiş. Benim ne yaşadığım ise muamma.
Radyodan sesler yayılır, gökyüzünde kuşluk vakti yuvarlak bir cisim görüldü. Kâmiller kasabasının yakınlarında görgü tanıklarının da olduğu söyleniyor.
Muhabir sorar:
-Merhabalar, adınız nedir? Gördüklerinizi anlatır mısınız?
-Adım Asım abla, gece uyuyordum birden deli dürtmüş gibi uyandım baktım ki bir gürültü gökte bir aydınlık sonra bayılmışım.
Recep radyonun ayarıyla oynar, yeni kanalda bir kadın çığrınır. Anası gelir bağırır. Recep’in sümükleri aka aka, içerideki odaya gider. Yedi yaşında kasabanın sakin oğlanlarındandır. Gülsüm’ün aklı ise yıllar önce kaybettiği kocasında kalmıştır. Recep düşler kurar, renkli renkli. Her rengi ayrıca sever, her kuşu ayrı öper, her gece bir kanada sığınır da uçar. Ama yine de anası bağırıverdi mi Recep diye bütün kuşlar tek renge bürünüverir, renkler solar, kanatlar yolunur. Recep’in ayakları kaç senelik yoluk kilimin üstüne iniverir. Böyle anlarda Recep kaçmak, başka bir yerlere sığınmak ister. Anasının aklı babasıyla uçuvermiştir ama kimseler gibi o da kabul etmez. Recep, anası ne derse eder, bir de kardeşi vardır, Ayça kız. Ayça’yı tüm kasaba sever, güzeldir de hani anası gibi sarı. Recep kime çekmiş bilinmez tüm karasıyla gezinir ortalarda. Okumayı Ayça kızla beraber sökerler. Yine de yabancı gibilerdir iki kardeş, okumanın başından kalkınca sessiz sessiz bir köşeye çekilirler. Recep’in aklı fikri uçmakta, göktedir. Ama öyle uçakla, helikopterle uçmak istemez, kuş gibi uçmak ister, kanatlarıyla, kendinin. Ayça’nın düşlerinde ise bembeyaz gelinlikler gider, uçuş uçuş. Beyazlıklar içinde göğe yükselmek ister, bulutlara kadar çıkmak. Bulutlarla eğlenmek ister.
Ama ikisi de bu hayallerden bahsetmez birbirine, bahsetmez de sanki karşılıklı düş görür gibi göğe uzandıklarında anlarlar. Ayça beyaz gelinlikleri ile bulutlarla oynarken, kuş olarak Recep geçer rengarenk kanatlarıyla. Her göğe uzandıklarında Ayça bulutlarla oynamayı bırakıp Recep de uçmaktan yorulunca gülümserler birbirlerine.
Bir gün Gülsüm’ü bulamaz çocuklar evde. İkisi de sanki bunu önceden sezmişler gibi hiç telaş etmezler. Sevinirler mi bilinmez ama üzülmezler de. Akşama kadar beklerler tetikte, her an dönebilecekmiş gibi. Uzun sessiz geceleri karşılarlar sonra, sanki hiç gündüz olmuyormuş gibi. Kâmiller kasabasının her yerini dolanırlar, annelerini bekliyor gibi. Geceler geceleri kovalar, çocuklar büyür. Kâmiller kasabası sırayla yeni delilere gebe kalır. Gülsüm’ü yaylaların oralarda gördüklerini söyler birkaç insan. Recep de Ayça da evlenmiştir. Recep’in üç çocuğu olur, Ayça’nın da. Recep çocuklarına Gülsüm, Ayça ve Zeynep adını koyar, Ayça ise İhsan, Recep, Hasan.
Recep bir kayık kiralar, geceleri çıkar. Düş kurma kayığıdır bu. Herkes onu içmeye gidiyor diye bilir. Oysa Recep hiç vazgeçmez renkli kanatlarından. Ayça da gelinlik giydiği gibi yeni gelinlikler giydirir yeni yeni Ayçalara. Bir gece Recep, küçük Recep’i ve küçük Ayça’yı alır yanına, açılırlar kayıkla. Bu en çok Ayça’nın hoşuna gider. Ayça gibi küçük Ayça da gelinlikler giyer tül tül, ama Ayça’nınkiler sarı sarıdır. Küçük Ayça, kayık ilerledikçe daha mutlu olur, gözleriyle bulutlardan atlar bir diğerine varır. Küçük Recep ise yıldızsız gökte yolumu bulamam diye telaşa kapılır, uçamaz. Recep de mutludur, kızı gibi. Pembe bulutlar sıklaşır, şimşekler çakar. Yağmur yağmaya başlar. Hepsi beraber mutlu olur. Sanki kurtuluştur onlarınki. Küçük Recep yeniden uçar, Recep bildiği yollardan yine geçer, kızı eşsiz büyüklükte bulutlarla sapsarı gelinlikleriyle oynar gider. Yolda Asım’ın dediği gibi bir şey görürler. Önemsemezler. Çünkü her biri kendi düşündedir. Bir şeyler olur. Gece biter, sabah olur.
Kıyıya bir adam vurur. Konuşmaya çalıştıkça konuşamaz, kasabalılar zaten anlamaz. Onu da aralarına buyur ederler. Adına da Recep derler.
Merhaba.
Masalsı bir anlatım tarzınız var.
Farklı bir şey denemiş gibisiniz.
Zaman geçişleri bazen ani olmuş ama yine de sıkılmadan okudum.
Yeni seçkilerde görüşmek üzere.
Merhabalar,
Yeni bir şey denedim ilk kez denediğim için de tabi pek oturmamış olabilir teşekkür ederim yorumunuz için.
Özgünlük arayışınız için tebrik ederim. Hepimizin gayesi budur herhalde.
Edebiyatla kalın, hep yazın. Sevgiler