Ben sizi hatırlıyorum.
Telefondaki sesiniz titriyordu. “Keşke yüreğim yıkansaydı.” diyordunuz, o gün balığımın ölümüyle, ölen balığın fanusunun elimde patlamasıyla, kırık cam parçalarının elimin iki yanını derince kesmesiyle ve alakasız birçok yere kanın bulaşmasıyla telefondaki sesinizin titremesi aynı güne denk gelmişti. Kan gibi sizin de sesinizin çatladığı anlar her tarafa bulaşmıştı.
Bu telefon konuşmasından çok önceydi. Her gün, yepyeni bir umutla doluyorduk. Ellerimizle akan dereyi durdurmak ya da tüm ağaçları yeşertmek istiyorduk. Hatta bazen o kadar abartıyorduk ki birbirimizi, kaf dağının arkasındaki ankanın bizi beklediğini sanıyorduk.
Oysa tersine. Biz sadece bekletilmek için yaşıyorduk.
Siz kristal küllüklere sigaralarınızı art arda söndürürken, ben kristal kalbimden gök kuşakları çıkarıyordum. Balık kılçıklarımı tek tek ayıklıyordum bir akşamüstü. O zamanları hissediyorum bugün yine. Yazgımızı canhıraş biçimde kovaladığımız sonra bunu gereksiz görüp bitap düştüğümüz anlar da belki kaderimize aitti. Ve insanı ayakta tutan kemikler ya da balıkları yüzdüren kılçıklar ne hafif, ne yumuşaktı.
Artık yüreğimin tam üstüne kurulmuş Çin Seddi’nden kaynaklı olsa gerek, tüm bunların imkânsızlığının da farkına varıyorum. O öldü.
Size bakıyordum ben, siz ki sürekli ölümden bahsederdiniz. Erken öleceğinizden, geç öleceğinizden, çocuğunuzdan ve onun sonsuz yaşamından. Uzun, ince ve çirkin parmaklarınız vardı. Karnınız sanki bir çocuk doğurmamışçasına belinize yapışıktı. Bu kısır karın, bu ince parmaklar ya da gözaltı morlukları sizde hep mevcut muydu? Ben sizleyken böyle olduğunu düşünmüyordum ama şimdi sizi böyle hatırlıyorum. Neden?
Şuan papatyalarımı kaynar suda boğup içerek kızınızı hatırlıyorum. Çocuğunuza neden bir çiçek ismi koymamıştınız? Sizin adınızın anlamını hâlâ bilmiyorum, bilsem unuturum. Ya da daha iyisi yanlış hatırlarım. Birçok tablo vardı evinizde, Afrikalı geniş kalçalı kadınlar, şuh fahişeler ve piyano çalan saf kızlar. Siz hangisiydiniz? Bana yaşınızdan beklenmeyecek romantiklikte mektuplar, mailler yazardınız. Ruhunuz mu inceydi yoksa aptal mıydınız? Bir defasında kefenin içindeki kendimi görüyorum yazmıştınız. Öldüğünüz için huzurlu ve hüzünlü olduğunuzu eklemiştiniz. Devamında yukardan topraktaki size baktığımı söylemiştiniz. Ardından kızınızın elinden tutup gittiğimi. Onla birlikte büyüdüğümüzü.
Hâlâ ölmediğinizin haberini alıyorum, bunu bilmenizi isterim. Ama öldüğünüzde de size yukardan bakmaya geleceğim. Sahi, ne zaman öleceksiniz?
Yarını yarın düşüneceğim diye tekrarladım tüm gün. Ama sizi yarın içinde düşünmediğim tek günüm geçmedi. Sizi özledim, sizin sandalyeye düzgün oturmayıp bir kuş gibi tünemenizi özledim. Felsefeyi ya da sanatı merkeze alan ve sizden başka kimsede de bulamadığım sohbetlerinizi özledim. Bana gösterdiğiniz şu tabloyu hatırlayın. Çekmecelerden vücudu olan kadını ki o kadın sizin için çok yönlülüğün, bilginin temsiliydi. İkimiz de o uzun, zayıf kadına bakıyor ve o olmak istiyorduk. Yine de kendimizde o hüneri de bulamıyorduk. Oysa yıldızları görmememiz onların yerlerinde olmadığı anlamına gelmiyordu. Hayır hayır, hâlâ yıldızlara inandığım yok. Şimdi ben, kendi ayak seslerini duyamayan ölü bir kadınım.
O zamanlar o imkânsızlığın içinde bizi koca bir denizde hissediyordum. Siz uzaklara bakıyordunuz, bense su alan sandalı avuçlarımla boşaltmaya çalışıyordum. Siz elinizi yeşil mavi suya sokup gülüyordunuz, bense gözlerimle karayı arıyordum hâlâ. “Güzel şeyler söyle.” diyordunuz, benim içimden yine gelmiyor, susuyordum. Suyu boşaltmayı bırakıp elimi sizin gibi suya bırakıyordum. O an sandal su almayı kesiyordu ama ben korkmaya devam ediyordum.
Keşke büyük pişmanlıkların mükâfatı zamanı geriye almak olsaydı. Şimdi ben on beşlerindeki o kız çocuğu siz kırklarındaki felsefe öğretmeni değilsiniz. Ben hâlâ nasıl ölmüyorum, ölemiyorum. Bilmiyorum. İnsan kendi ölümünü seçebilir, evet. Ben buna yürekten inanıyorum. Peki, bizim sizle seçimlerimiz neyi getirdi? Yasak aşklar, yanlış kararlar, savurgan tavırlar. Duyguların eksilen şeyler olduğunu sizle öğrendim. Tükenebilirlermiş her şey gibi.
Bunca cömertliğe rağmen niye dünyanın sonunu merak eder gibi, siz ve ben, bu sabah nasıl uyandık? Neden dün gece ölmedik?
İnsanlar sıfatlara ihtiyaç duyar. Siz bende eksikliğini hissettiğiniz tüm sıfatları buldunuz. Bana yenilerini bahşettiniz. Ben kuyruğunu bacaklarının arasına almış, sıska ıslak köpek, siz sahip. Siz çekmeceli kadın, ben elinde kanlı et tutan yamyam.
Biz sizle bir çocuğu büyütmeye çalıştık, ismi çiçeklerden seçilmemiş ve babası yokmuş gibi davranılan bir çocuğu. Onu hayatta tutan ya da daha doğrusu hepimizi hayatta tutan bilmediklerimizmiş. Sonra o öğrendi. Bizi öğrendi. Biz iki kadın bir kız çocuğunu büyütmeye çalışırken bizim ne olduğumuzu öğrendi. Oysa biz bir yandan da onun etrafında dönüyorduk değil mi? Tüm o ihtirasın ve çirkinliğin içinde onu tavaf ediyor onun için dualar gönderiyorduk.
Ya da belki bir sinek gibi ışığın etrafında durmadan dönüyorduk ama yanan biz olmadık. Sizi hatırlıyorum. Onun mezarına yukardan bakıyordunuz. “Seni aldım karnıma. Ordasın artık. Güvendesin.” diyordunuz. Bu imgesel töreni hiç doğru bulmamıştım ama bunu o zaman söyleyecek gücüm de yoktu. Sizin rahatladığınızı biliyordum. Ama ben hissettiğinizin aksine sizi, lanetli bir kadın olarak görüyordum, kalbine düğümler atılmış, yeşilden kanı akan bir eski zaman cadısı ya da çocukların kalbini yiyen bir mahlûk, belki bir al karısı.
O zamanlar ben de çocuktum. Sizin yatağınızda, sizin mutfağınızda, sizin kütüphanenizde bir çocuk. Ama ben ölemiyordum, ölemeyecek kadar kirliydim.
Yanan zürafayı hatırlıyor musunuz? En arkada, başta hiç fark edilmeyen? Ben kızınızı hatırlıyorum ve her sabah günü onla karşılıyorum.
Sevgiler
“Hep Sizin”
Merhabalar,
Mektup tarzındaki bu öyküyü iki kere okudum. İlki bir gözlemci edasındaydı. Yolumun kesiştiği bu kişinin şiirsel anlatımına kapılarak geçti vakit. İkincisiyse içerikte asıl anlatılanı görmek gayesiyle gelişen bir okumaydı. Eh ikisinden de ayrı ayrı keyif aldığımı söylemek gerek.
Tabloya yaklaşımınız beni gerçekten etkiledi. İmgeleri birbirine bağlayarak ürettiğiniz bu uçurtmanın kuyruğunu andıran metnin peşine takılmak beni garip hislere sürükledi. İçinde sahici bir dertleşme ve sorgulama hali vardı. Eh tahminlerim ne derece doğru, neler olup bitti emin olamasam da ismi çiçeklerden seçilmemiş kızın sonunu sadelikle vurgulamayı başarışınızı ekstra takdir etmek gerek.
İlhamınız bol olsun!
Öyküme yorum gelmesine ayrı sevindim, güzel eleştirilere ayrı. Bu seçki neden bilmem pek okuyucumuz olmadı. Anlayacağınız işler kesat.
Sayenizde canlandım, mutlu oldum. Teşekkür ederim.
@KorkutHatun merhaba,
Diğer yoruma verdiğiniz samimi cevap beni öykünüze götürdü diyebilirim. İşler kesat kalmasın!
Temaya yaklaşımı başarılı buldum ve bu ikilinin çocukla birlikte kurulan hikayesi de merak uyandırıcıydı. Aslında çok derin ve verimli bir hikaye varken, bunu tek bir kişinin kelimeleriyle dökülen mektuba evirmişsiniz o yüzden tüm hatlarıyla hikayeyi daha detaylı da almak isterdim ancak bu şekliyle de oldukça tadında.
Kaleminize sağlık,
Sena
Merhaba,
Öncelikle her ne kadar olay örgüsü bir tür gizli özne gibi daha çok okuyucunun versiyonuna göre değişecekse de, aynı zamanda da açık olan bu olaylar silsilesinde, tüm dikkatin iki kadındayken uzaktaki kurbanın öykünün asıl öznesi olmasını ve bunun da tema bağlantısını mükemmelen kurmasını çok beğendim.
İki kadının duygusal derinliğinin mektubun imza ve öykünün başlığı olarak açık edilmesin ise olağanüstü buldum.
Zanaate dair de söyleyebileceğim tek şey, öykünün profesyonel bir eser kalitesine sahip olduğu.
Elinize emeğinize sağlık…
Sempatiden okur kazanacağımı hiç düşünmezdim, ay ne tatlı!
Detay konusundaki eleştirinize katılıyorum ama istediğim kısa ve şiirsel bir anlatımdı. Temel aldığımız eserdeki zürafaya çok içerledim sanıyorum. Çünkü ön figürlerin cüretkarlığına karşı kendisi arkada yanıyor ve izleyici onu başta fark edemiyor bile. Bu acıyı kişilerle imgeleştirdim ve neden bilmem çok anlatırsam büyünün bozulacağını, yanan zürafanın öne çıkacağını hissettim. Oysa o arkada yanarken acısı gerçekti.
Ya da bunların hepsi tablodan anladığım şairane fakat boş çıkarımlarımdı, kim bilir…
İyi ki yazdınız, çok sevimli oldu yorumlarımız. Çok teşekkür ederim.