Madeline, beşinci cadde manzaralı salonunda, mermer masanın üzerine bıraktığı zarfa göz atıp pencereye doğru yürüdü. Sabahın sekiz buçuğu olmasına rağmen trafik sımsıkı olmuştu bile. Elli birinci katta olduğu için şanslıydı, şehir gürültüsü ulaşmıyordu. Yoksa korna seslerinden durulmazdı. Evin diğer güzel tarafı ise karşısında başka binanın olmayışıydı. Böylelikle manzaraya bakmaya devam ederken, oracıkta üzerindeki saten geceliğini yere bırakıverdi. Aklının arkasına attığı düşünceyle birden keyfi kaçtı. Masadaki zarf aşağı yukarı bir haftadır Murano vazoya dayanmış duruyordu. Küveti doldurmak için suyu açtı, o sırada telefon trafiği, hazırlanma derken konu yine unutuldu…
Gece yarısını henüz geçmişti. Sabahtan beri ayağında olan nude stilettolarını kapıdan girer girmez fırlattı. New York’ta yaşamaya başladığından beri uzun çalışıyor ama karşılığını da fazlasıyla alıyordu. Yüksek maaş, iyi yerlerde yemekler, standart üstü yaşam tarzı ve kalbur üstü arkadaş potansiyeli… Geriye dönüp baktığında küçücük bir kızken kurduğu hayallerin tamamı buydu.
Makyajını çıkarmak için banyo ışığını yaktı. Gece yarısına kadar çalışmanın yorgunluğu göz altlarına yerleşmişti. Makyajı da kendi kendine silinmişti aslında. Pahalı kozmetikleriyle ağır ağır temizledi kalıntıları. Gözleri, aynadaki aksine daldı gitti. Birkaç saat sonra ayıldığında banyoda kanlar içinde yatıyordu.
Saat gece iki kırkbeş. Bina güvenliğini aramak için telefonunu eline aldı. Geldiğinde şarja koymadığı için kapanmıştı. Kanayan yer başıydı. Eliyle yokladı. Ellerine baktı. Dehşet içinde sağa sola koşturmaya başladı. Kan damlaları evin her yerine bulaştı. Diafondan güvenlik butonuna basacakken arkadan uzanan el, iki elini birden yakalayıp Madeline’i koltuğun üstüne fırlattı. Madeline koltuğa yüz üstü düşmüştü. Saçları yüzünü kapıyordu. Dehşet içinde nefes alıp veriyor, kafasını kaldırmaktan ölesiye korkuyordu.
Saat sabaha karşı dört elli. Bağlandığı sandalyede başı yere eğik gözlerini açtı. Tükürükleri ve başından akan kan yerde birleşmişti. Kafasını kaldırdı. Herhangi biri ya da bir ses yoktu. Arkada bağlanmış ellerini ufak bir eforla açtı. Telefonu şarja edilmiş halde mermer masanın üzerindeydi. Titrek ellerle polisi aradı. Adresi söylerken gözü Murano vazoya dayalı zarfa takıldı. Uzandı, bir elinde telefon diğer elinde zarfın içinden çıkan kağıt… Artık polisi duymaz olmuştu. Kağıt, gözlerinden kontrolsüzce süzülen yaşlarla ıslandı.
Madeline, kapıyı çekmeden son bir kez eve baktı. Her şey olduğu gibi duruyordu. Bir tek mermer masa üzerindeki Murano vazoyu alıp çıktı. Kolunun altında vazo, taksiciye havaalanı lütfen dedi. Çiftlikte o evden hiçbir şeye ihtiyacı olmayacaktı. “Her şey özüne döner,” diye söylendi, taksiciye yok size demedim, hesaplaşmam kendimle diyerek başını pencereye döndü. Özgürlük Anıtı, ona hiç bu kadar uzak görünmemişti…
Başta ufak bir erotizm kokusundan, ancak sadece kokusu vardı, ortaya doğru gizem ve korkuya kayan, nihayetinde de şehir ve kapitalizm eleştirisine dönüşen bir durum öyküsü. İçinde olay barındırmayan öyküleri pek görmüyoruz burada ama gördüğümüzde de seviyoruz. Bu da onlardan biri şu an.