Diğerlerinin parmak uçlarından, aşil tendonlarından, duyguları ve duygulanmamaları üzerinden bedenlerine yayılan, yüzlerinde beliren kabullenişi -kaderlerine boyun eğmiş değil de üstlenmiş gibiler, kutsal bir vazife edasıyla taşıyorlar- suratıma yerleştirmeye çalışıyorum. Bir iki zorlama mimik girişimi, taklit etmenin tatminsizliği; vitrin camlarına yansıyan ifademden memnun değilim. Farklı olmanın tam sırasıydı şimdi diye düşünüyorum; göze batmak, görünür olmak, olmak en son isteyeceğim şey.
Geldiler, toplandılar; hemen önümüzde. Güvenlik bariyeri olması gereken ama kimi kimden koruduğu meçhul o şeyin başında ileri geri giderek, mekanik hareketler eşliğinde, bekleşiyorlar. İnsan olmaktan geriye kalan bu şey korkutuyor beni. Bedenleri var, bazı sesler çıkıyor ağızlarından, ötesi derin bir boşluk. Dürtü diye düşünüyorum, insan olmanın sonunda elimizde kalan tek şey mi olacaktı?
Üstünden ne kadar süre geçtiğini hatırlamadığım için kaç zamandır diyebilirim; biz de bekliyorduk gelmelerini. Biz dediğim, zorunluluktan doğan bir birliktelik, buradayız, yan yanayız, gidecek bir yerimiz yok. Bizin diğer parçaları ukala olduğumu düşünüyor, elimdeki felsefe kitaplarına gözlerini dikerek. Bizin küçük bir kısmı, daha açık konuşmak gerekirse yirmi üç kişiden dördü ukala olmanın dışında beceriksiz olduğumu da düşünüyor ama bunların bir önemi kalmadı. Sırtımızı verdiğimiz rafların soğukluğunda sıcak sıcak terliyoruz. Şeytana satacak ruhları dâhi kalmamış kalabalıkla aramıza dikilen bariyerde gözlerimiz; iki dünyayı ayıran güvenilmez sınır parçacığı. Belki de diye düşünüyorum, perspektifi kaydırmanın zamanı gelmiştir, iki dünya diye bir şey yoktur, sınırlar bulanıklaşmış, içerisi dışarısı olmuş ve bariyerin diğer tarafında duranlar da bizden korkuyordur.
Bariyerin önündeki kaos ile tezat oluşturan bir düzene sahibiz. Bizin başında ne yapacağımızı söyleyen biri var; şef diyoruz ona. Az sonra olacakların farkında değilmiş, umursamıyormuş gibi sağa sola talimatlar yağdırmaya devam ediyor. Yanında beş dakika zaman geçiren emir kipinin onun ağzı için icat edildiğini anlar, kabullenir ve bir daha da o ağzı dinlemeden duramaz. Sakin olun arkadaşlar diyor, korkacak bir şey yokmuş, emirlere ve yönergelere harfiyen itaat edersek bugünü sorunsuz bir şekilde atlatırmışız. Baksana diyorum yirmi üçte bire, ağzına o kadar yoğunlaşmış ki görme ve duyma yetisini kaybetmiş. Bunu bilmeyecek ne var diyorum bir diğerine hakikat dile gelmeden önce gözde ve kulakta zuhur eder. Sanırım diyorum kendi kendime, sesimi yeterince duymadılar.
Işık gözümü alıyor, müziğin sesi de iyice yükseldi. Şefin elinde sağa sola püsküren oda deodorantı durumun saçmalığına tüy dikiyor adeta. Kalabalık, güruh mu demeliyim yoksa bariyerlerle beraber birbirlerini de devirmeye başladı. Ezilenlerin çığlıkları, bağırışları müzik sesini aşıp kulağımıza kadar ulaşırken birazdan başımıza gelecekleri de yakınlaştırıyor. Klişelerden nefret etmesem köprüden önceki son çıkışı kaçırdığımı söylerdim ama olasılıktan zorunluluğa geçtiğimizi söylüyorum yirmi üçüne birden; ruhları olmayan otomatlar birazdan üstlerimizde boşluk doldurmaca oynayacaklar diyorum; insan diyorum Hegel’den alıntı yaptığımı bilmeyenlere ölümcül bir hastalığa yakalanmış hayvandır, doymak bilmez bir asalağın zulmettiği; bizi birazdan çarmıha gerecekler diyorum ve hiçbir teolojik tartışmada esamemiz bile okunmayacak.
Konuşmanın şevkiyle affedilmeyecek bir hata yapıyorum, sırtım kapıya dönük. Son bariyerin devrilmesiyle kapılar açılıyor, fark etmiyorum. Güruhtan sağ kalanlar birbirlerinin üstüne basarak içeriye doluşuyor, şefin son talimatlarına anons sesi ve yer seviyesinden yükselen çığlığım karışıyor: Değerli müşterilerimiz, ilk 15 kişiye, zombiler diyorum, uhd 4k nanocell serisi televizyonlarda, iki kez ölmesini bilen erdemli canlılardı, yüzde 70’lere varan indirimi kaçırmamak için, siz, sayın güruh bir kez bile yaşamadığınız için, acele edin, ölemeyeceksiniz de…
Sanırım diyorum kendi kendime; sesimi yeterince duymadılar.
- Neuralink - 1 Ocak 2021
- Kara Cuma - 1 Aralık 2020
- Şeffaflık Toplumu - 1 Kasım 2020
“Sanırım diyorum kendi kendime; sesimi yeterince duymadılar.”
Mişima’ya selam olsun
Kaleminiz çok güçlü hayran kaldım.
Merhaba,
Başlığını son derece doğru tanımlamış, kısa ama oldukça dolu bir metindi. Başlarda sezdirdiği sınırları blurlaştıran grilik ile finaldeki harika tespit, -oda kokusu ve anonsla da ziyadesiyle başarılı olarak desteklenmiş- dozunda, dengeli ve kurgusal olarak birleştirilmiş.
Zihinsel tanımlama, usta işiydi.
Elinize sağlık.
Ruhları boşalmış otomatlar… Duyguyu çok iyi vermiş, o anı dolaysızca hissettiren bir öykü… Kaleminize sağlık, ayrıca iki kere ölmesini bilen zombilerin erdemi müthiş!