Başıma bu da mı gelecekti? Ölemiyorum. Daha önce otuz dokuz kere öldüm oysa -hiç intihar etmedim çünkü intihar ruhu lanetler ve geri dönüşü yoktur. – Aids’ten öldüm, yaşlılıktan öldüm, ayağım kaydı öldüm, sahibim akvaryuma bir hafta yem atmadı öldüm, savaşta öldüm, bıçaklandım öldüm, kurbanlık koyundum öldüm, karaciğer yetmezliğinden öldüm, son samuraydım öldüm, ölü doğdum öldüm; bu sefer de ölü doğdum ama ölemiyorum.
Eşimle romantik bir gece geçiriyorduk, hastaneden aradılar, hasta varmış, durumu çok ciddi. Saat sabahın üçü. Lise arkadaşımın bekârlığa veda partisinden eve döneli iki saat olmuştu, hafiften de alkollüydüm. Kaptım arabanın anahtarını son sürat gidiyorum hastaneye, güzeller güzeli eşimi sıcacık yatağımızda terk etmiş olmanın üzüntüsüyle. Bir yandan da hastanın durumunu merak ediyorum; beni çağıracakları kadar ağırsa vaka, bu halimle işimi nasıl yapacağımın endişesindeyim. Telefonumu çantadan çıkarmak için gözümü yoldan ayırmıştım ki ters şeritte giden arabanın farları gördüğüm son şey oldu, oracıkta öldüm.
Öldüğüm geceden dokuz ay on gün sonra, eşim beni doğurdu ve – doktorların kalbi atmıyor dediği ama anne karnında büyümeye devam eden mucize bebek- tipimi görünce üzüntüsünden kahroldu; beni bir kere bile emziremeden lohusa yatağında, oracıkta ölüverdi. Ona ikinci kez yaşattığım acıya dayanamadı sevgilim…
Kayınvalidem büyüttü beni yedi yaşıma kadar. Bütün akrabalara, konu komşuya kepaze olmuştuk. Yüzlerce kilometre uzaktan beni görmeye gelenler oluyordu. Öloğlan diyorlardı bana. Namım hızla yayılmıştı. Beni görebilmeleri için bir fiyat bile biçmişti garip anam. Kızmıyordum yaptığına. Güzel para kazanıyordu, yaşlıydı, zorlansa da bana çok güzel bakıyordu. Dilim konuşmaya dönmediği için aptal sanıyordu beni. Hak veriyorum ona. Genel olarak yavaş bir tipim. Konuşmam ve yürüyüşüm, rengim de yeşile yakın.
Kayınvalidem yeteri kadar para biriktirince ölmeye karar verdim. O sabah yataktan çıkmadım, gözlerimi açmadım, hiçbir sese ve dürtüklemeye ve ahlara vahlara, konuya komşuya, dökülen ağıtlara, yenen helvalara, hiçbir gözyaşına tepki vermedim. İki gün boyunca yatakta kaldı cenazem. Ölme kararı aldığım gece makatıma küçük bir kaşık ve bahçıvan bıçağı sokmuştum, onlar biraz canımı acıtıyordu. Sonunda beni gömdüler. Ortalık sakinleşti. Sanırım gece olmuştu; makatımdan bıçağı ve kaşığı çıkardım. Önce bıçakla yırtarak kefenimden kurtuldum, sonra başladım kaşıkla yukarı doğru kazmaya. Zemine yaklaştığımı fark edince elimi şöyle bir daldırdım gökyüzüne doğru. Mezarımdan kurtulunca silkelendim güzelce. Kefenime sarılıp düştüm yollara. Havanın aydınlanmasına az kalmıştı ama ben nasıl yavaş yürüyorum. Gıcık oluyorum kendime.
İnsanlar evlerinden çıkmaya başlayınca ne yapacağımı bilemedim. Dar bir sokağa iteledim kendimi. Çöp kutusunun arkasına saklandım. Meğerse çöp değil de belediyenin kıyafet toplama kutusuymuş. Kendime göre birkaç parça bulunca tekrar düştüm yollara. Canlanması için yüzüme biraz makyaj yapmalıydım. Alışveriş merkezine girdim ve birkaç makyaj malzemesi aşırdım.
Yıllarım dikkat çekme korkusuyla geçse de bütün ülkeyi dolaştım. Otostop çektim, bungee jumping yaptım, turlara katıldım, yüzyılların birikimi sayesinde çok kadın tavladım. Birçok yaşayandan daha çok yaşadım. Zorlandığım dönemler de oldu ama intihar edemezdim. Fakat bir şekilde ölmem gerekiyordu, geçirdiğim kazalar bir türlü öldürmüyordu beni.
Bir gün tekin olmayan bir semtin tekin olmayan bir sokağına daldım. Sokağın sonunda birkaç adam yüksek gerilimle ve mümkün olduğunca sessiz olmaya çalışarak tartışıyorlardı. Arada silahlar gösteriliyordu. Silahı görünce nihayet diye umutlandım ve sesimin çıktığı kadar bağırdım.
“Aaannnaaan gggüüüüzeeeeelllll miiiii?”
“Ne diyor ulan bu?” dedi bir tanesi. Biraz daha yaklaştım.
“Dddeeediiiimmmm kiiii, annnneennn pppek hoooşşşş.”
Üstüme yürüdü en cengaveri. Çıkardı bıçağını. Sapladı bir tane. Bende tık yok. Birkaç kere soktu çıkardı. Gözünün içine bakıyorum bunun, moralim nasıl bozuk; gözlerimi deviriyorum yediğim her darbede. Garipliği fark eden arkadaşları da sakince bıçaklamaya başladılar beni. Şaşkınlıkla birbirlerine bakıyorlardı. Tam o esnada uzaktan duyulan siren sesiyle apar topar kaçıştılar. Arkalarından bağırdım.
“Kkkkaaffffamaaa sıııkkkk, kkkaafffaaaammmaaa. Aaaaalllllaahhhhsssıııııızz!”
- Sonraki Durak - 1 Ocak 2021
- Sonsuzluk ve Bir Gün - 1 Aralık 2020
- Gölgenin Bir Günü - 1 Kasım 2020
Son derece keyifli, eğlenceli bir öykü okudum. Sakin, sabırlı ve görsel olarak da okuyucunun gözünde canlanan bir kompozisyondu.
Hisettirdiği ciddiyeti ve doğru anladıysam değindiği trajediyi de es geçmemek gerek…
Elinize sağlık…