Son bir vurgun… Beşinci derece sosyo-ekonomik toplum kısmına geçmemi sağlayacak bir milyar pan kredisine ulaşmama belki de son on dakika kaldı. Eğer birazdan ölmezsem on sekiz yıldır uğraştığım zenginlerin yaşadığı, suni oksijenin değil de doğanın ürettiği gerçek oksijeni ciğerlerime çekebileceğim, bir kişinin gerçek mi yapay zekâ mı olup olmadığına emin olabildiğim, duygularını hissedebildiğim gerçek bir insanla konuşabileceğim güvenli bölgede yaşamam için gereken seviyeye erişeceğim.
Buraya gelmek için küçük büyük demeden birçok şirketle, çeteyle çalıştım. Bazen zenginden alıp fakire verdim. Bazen fakirden alıp zengine verdim. Hiç insan öldürmeden buraya kadar gelebilmek için yüzlerce saat çalıştım. Diğerleri gibi silahla insan öldürmek bana göre değildi. Her zaman onlardan farkım insan olmak olsun istedim. Kendimi hack konuşunda geliştirdim. O gün aç yatsam da biriktirdiğim panları yemeğe değil de gözümü feda edip bilgisayar lensi, boynuma elektronik aletleri kontrol edebilmek için sinyal mikro çipi taktırmaya harcadım. Her şeyi bir gün taktırdığım bu pislikleri üstümden söktürüp tekrar normal bir insana dönebilmek için yaptım. Artık son duraktayım. İçinde bulunduğum arabanın kalkmasını bekliyorum. Yanımda Veronica var. Onunla beraber Maintech şirketinin bize verdiği N-dao şirketinin elindeki ne işe yaradığını bilmediğimiz mikro çipin çalınması operasyonunu yönetiyoruz.
Burası üçüncü bölge. Burası için kaos, fakirlik, insan derici avcılığı, çeteler, robot saldırı köpekleri normal bir şey. Daha dün yaşadığım binada gözümdeki bilgisayar lensten binanın kameralarına eriştiğimde gördüğüm kadarıyla seksen ikinci katta bölge ordusu yine birini öldürdü. Bu şehrin en alışıldık şeyi çok uzun yıllardır ölmek ve öldürmek. İnsanlar mekanikleştikçe duygularını da kaybetti. Bileklerindeki kimlik çipleriyle, bedenlerini söktürüp sanki dövme yaptırma rahatlığıyla vücutlarına taktırdığı metal aletlerle, kafalarına taktığı cihazlarla kendilerini sanal dünyaya hapsederek hissizleşti. Bu çağda artık anormal diye bir şey yok. Her anormallik aslında normal. Her gün sadece bir hayatta kalma oyunu. Bende bu hayatta kalma oyununu iyi şekilde oynayan bir oyuncuyum. Eğer içimde bir gün buradan kurtulma umudum olmasaydı kesinlikle insanların çaresizlikten gittiği o yollardan giderdim.
“Bizim köpeğin dışarı çıkmasına son iki kat ne düşünüyorsun?” diye sordu Veronica.
“Eğer derinin altındaki alıcıyı kapattıysan bir sorun çıkmaz. Şu an binada deli gibi alarm çalıyor. Ne olup bittiğini anlamaları uzun sürmez. “Veronica’ya çok güvenmiyordum. Çünkü henüz üçüncü bölgeye bile yeni çıkmıştı. Fakat elime geçecek pan miktarının paylaşma oranını daha düşük tutabilmek için yanıma iyi bir yardımcı seçemedim.
“Merak etme S.” dedi Veronica alaycı bir sesle “Beşinci bölgede yaşamaya başlayıp, o güzel evinde zengin zengin takılırken beni burada unutma yeter. Bu zavallı köpeği de yanına al. Gerçi orada saf canlı dışında bir şey kabul etmiyorlardı değil mi? Bence burayı çok özleyeceksin. Baksana her yer rengârenk ışıl ışıl. Herkesin bir dairesi var. Birinci bölgeyi görseydin burası sana cennet gelirdi. Senin gibi hayata ikinci bölgeden başlamadım yani. Ailemiz sokakta yaşıyordu.” diye konuşmasına devam etti.
“Yani? Ne anlatmak istiyorsun?” diye sert bir ses tonuyla sordum. “Yani senin kadar temkinliyim merak etme.” deyip yanağımı sıktı. Veronica bu dünyaya göre biraz fazla neşeli biriydi. Sanırım onu bu görev için ondan seçtim. Bu benim son görevimdi ve gerginliğimi azaltacak birine ihtiyacım vardı.
Veronica’yla konuşurken bir anda üstümüzde bir helikopter gördüm. “Bölge ordusu! Dışarı çıkın!” diye anons yapıyordu. Veronica’ya dönüp “Gaza bas. O helikopteri düşürebilirim. Bana zaman kazandır gidebildiğin kadar hızlı git ve sağa sola sap.” dedim.
Veronica gaza bastığı an helikopterden üzerimize ateş açılmaya başlandı. Sıradan bi’ ateş Maintech firmasının bize tahsis ettiği zırhlı araca bir şey yapamazdı. Bunun bir ön kuvvet olduğunu biliyordum. Sadece bizi yavaşlatmaya ve yerimizi tespit etmek ve bizi takip etmek için gönderilmişti.
Yüksek katlı ve neon tabelalarla döşeli binaların arasından rengarenk reklam tabelalarıyla aydınlanan gecede büyük bi’ hızla kaçarken helikopterin güvenlik sistemine sızmaya başlamıştım ki soldan gelen büyük bi’ darbeyle arabamız takla atmaya başladı.
“Bölge ordusu! Dışarı çıkın!” diye sesler duyar gibi oluyordum ki arabanın kapısı büyük bir makine insan tarafından sökülerek açıldı. Kafama bir silah dayadı. O an her şeyin bittiğini anladım. Veronica ya da ben bir hata yapıp yerimizin tespit edilmesini sağladık.
Tam ölümsüzlük hissine ulaşacakken ölümü hissetmek sanırım şu anki dünyadan bile daha kötü bir his. Tam on sekiz yıl eski insanlar gibi yaşamak için çabaladım. Sadece ağaçlı bir sokakta, bahçesi olan bir müstakil bir evde yaşamak için çabaladım. Normal olmak için çabaladım. Normal olmak nasıl bir şeydi acaba? Çipsiz, üstümde elektronik bir şey olmadan yaşamak. Doğal oksijeni soluyabilmek, şirketlerin seni yönetmediği, çetelerin olmadığı bir yerde huzurlu bir şekilde yaşamak nasıl bir şeydi acaba? Artık her şey için çok geç. Yine de diğerleri gibi kafama bir alet takıp onun içinde hapsolmayıp mücadele ettiğim için mutluyum. Bir gün yeni bir bedende tekrar doğarsam yine bu yolda ölmek isterdim…
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.