Denizci Sinbad, Ortaköy tarafındaki ofisinden çıktı ve Çırağan Caddesi boyunca Beşiktaş’a doğru yürümeye başladı. Kendi kendine bir türkü mırıldanıyordu, ritme kaptırdıkça sesi yavaş yavaş yükseldi, bağırdığını fark etmedi bile. Sadece onun görüp duyabildiği Cin, “Bin iki yüz yaşındasın ama hâlâ çocuksun,” diye uyardı.
“Ne yapalım Cin, ab-ı hayatı içen nasıl büyüyebilir ki?” Gerçekten de otuzundan yaşlı görünmüyordu. İri yarı Arap, kitapçının önünden geçerken vitrindekini görüp çığlık attı. “Binbir Gece Masalları!”
“Ciddi misin sen? Evde her cildin otuz-kırk farklı edisyonu var zaten.”
“Olsun ama görmüyor musun bu baskı ne kadar güzel, otantik?” İçeri girdi, birkaç cildi seçip parasını ödedi ve dönüşte alacağını söyledi. Beşiktaş iskelesinde boş bir bank bulmayı ummuştu, istediği gibi oldu. Sigarasını yakarken “Bu merete gene zam gelmiş,” dedi.
“Gömdüğümüz küp küp İspanyol altını duruyor, bence dert etmene gerek yok.”
“Onlar tarihi eser oldu artık, satmaya çalışsak epey uğraştırır. Bazen hayattan hiç zevk almıyorum biliyor musun Cin?”
“Hayatın yok da ondan. Eskiden bütün dünyayı gezip maceralar yaşardık, tıkıldın kaldın burada.”
“İstanbul dünyanın en güzel şehri Cin, gerçi birkaç on yıl önce daha romantik bir yerdi. Ben bu ülkenin kurucularından biriyim, bırakıp gitmek istemiyorum.”
“Ne halin varsa gör. Otur Binbir Gece Masalları oku. Ben hatırlıyorum, Şehrazad hiç de öyle zeki bir kadın değildi. Yazdıklarının son derece yavan olduğuna eminim.”
“Şehrazad diye biri yaşamadı Cin. Binbir Gece Masalları, Arap halk hikâyelerini bir olay örgüsü etrafında derlemek isteyen alimlerin eseri. Yüzyıllar boyunca yeni öyküler eklenmiş.”
“Sen gerçeksen, Şehrazad da gerçek olabilir.”
“Ben gerçek değil demedim Cin, yaşamadı dedim. Şehrazad gerçek, hem de bu meydandan geçen herhangi birinden daha gerçek. Misal şu kadın, sence kaç kişinin hayatını etkilemiştir? Beş? On? Yüz? Beş yüz? Şehrazad milyonların hayatını etkiledi Cin, milyarların…”
“İyi iyi. Aman ne güzel. Maceralarını özlemiyor musun Sinbad?”
“O günler geçti. Yanlış anlama, benim için değil. Ben hâlâ dipçik gibiyim. Dünya için geçti o günler. Keşfedilebilecek her yer keşfedildi. Kötü adamlar artık ni hi hi hi diye ellerini ovuşturup insanları öldürmüyor, şirket kurup onları sömürüyorlar. Bizim zamanımızın canavarları bugün devletlerin ürettiği silahların karşısında melek gibi kalıyor. Sen neyin hangi macerasından söz ediyorsun? Eskiden gerçekten güzel, heyecanlı ve dehşetengiz maceralar dilden dile anlatılırdı, şimdi politikacılardan vakit kalırsa birkaç dakika haberlerde gösteriliyorlar. Belki de Youtube kanalı açmalıyız Cin, gerçi o da eskimeye başladı. Maceranı Instagram hikâyesine sığdırabilir misin?”
“Çocuksun demiştim ama dede gibi konuşmaya başladın.”
“Alakası yok Cin, alakası yok. Ben zamana ayak uydurabiliyorum. Hatta çoğu delikanlıdan iyi ayak uyduruyorum. Çünkü biz bugünlerin nasıl geldiğine adım adım şahit olduk değil mi? Eskiyi özlemiyorum ama nostalji duygumun kabardığı oluyor arada. Altın çağımızı hatırlıyorum, sen yoktun daha. Yaptığım her bir haltı masala çevirirlerdi. Tabi o kitapta Sinbad’ın ölümü diye bir hikâye yok. Neden? Ölmedim, buradayım. Çok denediler ama olmadı. Maşallahım var, domuz gibiyim.”
“Maşallah.”
“Domuz demişken, konuşan domuzu hatırlıyor musun?”
“Hatırlamam mı ya, ne acayip gündü.”
“Eskiden ilginçti tabii. Şu ara televizyonda her gün ayrı bir domuz çıkıp konuşuyor. İrrite oluyorum.”
“Bu kadar kızıyorsan izleme sen de.”
“Cehalet mutluluk mudur Cin?”
“Ne alaka?”
“Gerçekten kaçarak kurtulabilir misin? Ben onları gördüğüm için mutsuz değilim ki, onlar orada olduğu için mutsuzum. Belki de ben mutsuzum ve buna sebep uydurmaya çalışıyorum. Ben melankolik biri miyim Cin? Neyse cevap verme. Peki bu bana mı özgü Cin, yoksa herkes benim gibi mi? Barbaros meydanında dikilip kolundan yakaladığım herkese mutlu musunuz diye sorsam ne cevap verirler? Peki bana karşı dürüst olurlar mı Cin? İnsanlar bana karşı dürüst olur mu? Bence bunu sorarsam dürüst olurlar. Keşke dürüst olmasalar.”
“Neden ki?”
“Ben onlara karşı dürüst değilim de ondan Cin. Çağa uyum sağladım. Sinbad Denizcilik’in CEO’su Mustafa Hiçten. Ben bu muyum Cin? Değilim. Onlar bana belki doğruyu söylerler ama ben onlara yalan söylüyorum. Aslında onlardan yalnızca basit bir soruya cevap vermelerini bekliyorum. Ya Barbaros meydanında dikilip kim olduklarını sorsam. Eminim yalan söylerler Cin, herkes yalan söyler. Neden kimse kendiyle barışık değil? Bin sene önce de böyleydi. Bazı şeyler değişmedi. Peki ben kendimle barışık mıyım? Belki bir dahaki sefere ne yaparım biliyor musun? İsmimi internette kullanılan şu küfürlü nicknamelerden biri yaparım. Adımı sorduklarında, ben de cevap verdiğimde bir güzel dayak yerim. Gerçi bu cüsseyle dayak yemem biraz zor Cin. Peki ben hiç dayak yiyemeyecek miyim? İnsan mutlu olabilen varlık mı Cin?”
“Mutlu olmak için dayak yemek mi istiyorsun gerçekten?”
“Püf noktasını kaçırıyorsun Cin. Beşiktaş’taki, İstanbul’daki, Rumeli’deki, Anadolu’daki, Dünyadaki herkes işin püf noktasını kaçırıyor. Daha kötüsü ne biliyor musun? Ben de kaçırıyorum. Yaşayamıyoruz Cin, yaşayamıyorum.”
“Macera istemiyorsun ama ölmek mi istiyorsun?”
“Oksimoronu görmüyor musun Cin? Yalnızız.”
“Sen kendi isteğinle yalnız kalıyorsun unuttun mu? Sevdiklerinin yaşlanıp öldüğünü görmekten bıktığın için.”
“Çok fazla çocuğum var, ne yapayım? Bir bara gitsem ve güzel bir kızla tanışsam ve onunla birlikte olsam kızın yirminci kuşaktan torunum falan olmadığını nasıl bileceğim? Yine püf noktasını kaçırıyorsun Cin. Benim yalnızlığımın felsefe açısından pek bir anlam ifade etmediğine eminim. Peki bizim yalnızlığımız? Hep beraber yalnız olmamız. Peki hepimiz ayrı ayrı yalnız kalmak yerine bir araya gelsek, birlikte yalnız olsak? Bütün insanlık ortak bir nokta etrafında kenetlense, yalnızlık etrafında…”
“O zaman yalnız olmaktan çıkarlar.”
“Aynen öyle Cin. İşte bu yüzden kenetlenemiyorlar. Eskiden de kenetlenemiyorlardı. Yalnız olmamaktan korkuyorlar çünkü yalnızlık diğerleriyle tek ortak noktaları.”
“Yani yalnızsın, varmak istediğin nokta bu mu?”
“Hayır Cin. Yalnız olmayı bile beceremiyorum. Çünkü benimle aynı anda yalnız olan milyonlarca insan var. Yalnızlığıma vahlanabilmek için önce kendimi onlardan izole etmeliyim. Bunu yapamıyorum Cin. Dünyayı dolaşan, en tehlikeli canavarları avlayan, komploları çökerten, güzel bakirelerin hayatını kurtaran Denizci Sinbad yalnız olmayı beceremiyor.”
“Ben de diyorum ki tüm o saydıklarını yapmaya devam etsek keyfin biraz yerine gelebilir. Şahsen ben bu rutinden sıkılmaya başladım.”
“Ne güzel de söyledin kadim dostum. Rutin, işte bizi öldüren bu. Sadece beni değil, birlikte yalnız olduğum milyonları da. Günün çemberinde sıkışmış olmak en vahşi zindanda hapis kalmaktan daha acı verici. Yaşadıkça ölüme yaklaşıyoruz Cin, anlıyor musun? Bir tepegöz sopasını sallayarak üstüne koşuyorsa savaşarak veya kaçarak kurtulma şansın vardır ama seni sinsi sinsi ölüme sürükleyen rutinden kaçamıyorsun.”
“Rutin seni öldüremez. Ölümsüzsün sen, unuttun mu?”
“Ölmek istiyorum.”
“Kendini öldürebilirsin, ab-ı hayat buna izin veriyor.”
“Yaşamak istiyorum.”
“Bir karar ver sen de.”
“Anlamıyorsun Cin. Yüzyıllardır birlikteyiz ama sen bile anlamıyorsun. Şu anda yaşamıyorum Cin. Zavallı bir ölümsüzüm ben. Ölebilecek ama ölmeyen, yaşayabilecek ama yaşamayan bir ölümsüzüm. Nefes alan bir cesedim ben Cin.”
“Kendinle çelişiyorsun Sinbad. Rutinden sıkıldıysan maceralara atılalım diyorum, istemiyorsun. Aynı hem televizyondakileri izlemeye devam edip hem de onlardan yakınman gibi.”
“Birilerinin de kendi kendine söylenmesi gerekiyor, haksız mıyım Cin? Yoksa kim avukatlığını yapacak bu insancıkların? Şuna ne dersin, ölümsüz Sinbad olduğumu iddia ederek bütün televizyoncuları toplayayım, sonra da kafama sıkıp öleyim. Arkamdan da kendini ölümsüz zanneden deli kendini öldürdü diye haber yapsınlar.”
“Onun yerine başkasının sana ateş etmesini sağlayıp Sinbad olduğunu ispatlayabilirsin.”
“Yüzyıl önce bunu yapıyordum ama yerel bir ünden başkasını elde edemiyordum. Artık tehlikeli. Sıradan insanlar Denizci Sinbad’dan bile güçlü hale geldiler. Silahlarını kullanırlar, beni bir yere kapatıp üstümde deneyler yaparlar.” Sigarası bitince yenisini yakıp, “Ölümlülerin bunu içmesini anlamıyorum,” dedi. “Aptallıktan başka bir şey değil. Ciğerleri mahvediyor, kanser yapıyor. Allah düşmanıma bile vermesin.” Sustu, arkasına yaslanıp gözlerini yumdu.
“Ne yapıyorsun?”
“İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.”
Cin suratını ekşitti. “Sıkmadı mı bu geyik?”
“Haklısın sıktı. Eskiden şairler İstanbul’u dinlediklerinde bir ahenk, hikâyesi olan hisli sesler duyarmış. Şimdi? Kuru gürültü…”
“Ben o eski İstanbul’u da hatırlıyorum. Abarttığınız kadar ahım şahım bir yer değildi.”
“Sana kalsa sen Şehrazad’ı da hatırlıyorsun. Bir şeyi beğen ya bir şeyi.”
“O değil de ben acıktım, kebap mı yesek?”
“Maddi varlığı olmayan bir canlı nasıl benden çok acıkıyor hiç anlamıyorum ama tamam, eve söyleriz.”
“Yaşasın.”
“Yaşamasın Cin, yaşamasın. Biz de yaşamayalım. Herkes ölsün. Neden biliyor musun? Bu dünya insanlar olmadan daha güzel bir yer. Nüfusun bir milyara ulaşması çağlar aldı ama iki yüzyıl içinde bunun beş-altı katına çıktık. İşgalci çekirgeler gibiyiz Cin. İkimiz böyle olduğuna şahit olmadık mı? Hangi limana demir atsak bizi ufuktaki ormanların karşıladığı günleri hatırlıyor musun?”
“Haklısın da konu nasıl kebaptan buraya geldi?”
“Konu başka bir yere gitmedi ki Cin. Sana yaşamak istemediğimi söyledim. Ölmek de istemiyorum. Yok olmak istiyorum Cin, hiç var olmamışım gibi. Masal kahramanı olmak istiyorum. Şehrazad’ın hayatta kalmak için uydurduğu biri olmak istiyorum. Uydurma olmak istiyorum. Uyduruk olmak istiyorum cin. Uyduruk ne kadar güzel bir sıfat, boşuna hakaret olarak kullanılıyor. Bir düşünsene, imkansızlıklara rağmen bulunan bir çözüm gibi. Düşün Cin, düşün. Herkes düşünsün. Düşünülmek istiyorum Cin, bilinmek istemiyorum. Kurgulanılmak istiyorum. Kullanılmak istiyorum, hikâyelerde. Bir yazarın hayal gücünün süzgecinden geçip kağıda dökülmek istiyorum. Filozofların Allah belasını versin Cin. Varoluşu anlamlandırmayalım, hep beraber yok olalım. Ortadan kaybolalım Cin, izimizi bile bulamasınlar. Sen, karbon ayak izi ne demek biliyor musun Cin?”
“Hayatımda duymadım.”
“Tek bir hamburger yiyebilmek için dünyaya o kadar zarar veriyoruz ki Cin… Karbon ayak izi bu demek. Verelim anasını satayım. Dünyaya zarar verelim. En azından benim zamanıma göre daha medeniyiz. Bağdat’ı hatırlıyorum Cin. Ne kadar güzel bir şehirdi. Alayının Allah belasını versin. Kadınları insandan saymazlardı, kan davası güderlerdi, köleleri vardı. Medeniyet ne güzel şey Cin. Biliyor musun neden? Çünkü medeniyet dünyayı yok ediyor. Sen Hubert dedeyi tanıyor musun Cin? Benden Bin küsur yaş küçük ama görsem elini öperim. Doğayla savaş halindeyiz, demiş. Kazanırsak kaybedeceğiz. Kazanalım Cin, kaybedelim. Bu manasız varoluşumuzu ibretlik bir yok oluşla sonlandıralım. Belki böylece bir işe yararız. Zart gezegeninden zurtlular bizi görür ve derler ki: Aaaa gerzeklere bak, kendi kendilerini yok ettiler. Biz öyle yapmayalım en iyisi.”
“Evet, anlıyorum.”
“Gerçekten mi Cin?”
“Hayır, kibarlık olsun diye öyle söyledim.”
“Canın sağ olsun Cin, insanlıktan nefret ediyorum. İyi ki sen insan değilsin. İnsanlığı seviyorum Cin; çünkü sanat var, masallar var. İnsanlık yok olursa kim uyumadan önce çocuklarımıza masal anlatacak? Çocuklar da mı yok olacak? Daha kötüsü, masallar da mı yok olacak? Masallar öldürülmesin Cin, kebap da yiyebilsinler.”
Yaratık somurttu. “Anlattıkların bir yere varmıyor Sinbad.”
“Kimin anlattıkları varıyor ki?” dedi adam. Ayağa kalktı, önce kitapçının sonra da dairesinin yolunu tuttu.
Merhaba, öykünüzdeki Cin’e bayıldım. Güzel, canlı ve okuması zevkli bir öykü olmuş. Yüreğinize sağlık