Öykü

Kaotik Bir Kaçış

Karanlığın verdiği hoşluk hissi tüm bedenimi sarmış durumda, kendimi arınmış hissediyorum. Görünmez ve hiç var olmamışım gibi, sanki fiziksel varlığımdan kendi kendimi koruyorum. Bir zihin bulutu olarak yatağımın üzerinde uçuyorum. Dandik fikirlerimi ve aciz duygularımı bedenimde bırakıyorum. Özgürüm sanıyorum bir anlığına. Küçük, kendine has keyifli dakikalarımın keyfini çıkarırken işkencecim mesaiye başlayacağının ön haberini veriyor, minik mırıltılar gürültülü bir feryada dönüşürken yanımda yatan bebek kendini yırtarcasına ağlamaya başlıyor.

Bir annenin kesinlikle düşünmemesi gereken her şey geçiyor aklımdan, derin bir nefes alıp çocuğa memesini veriyorum. Kendi memem bana uzak bir organ gibi geliyor, bu küçük canavarın ısrarla talep ettiği yemeği gibiyim. Tiksinti mi daha yoğun vicdan azabı mı daha ağır bir bilinmezlik içinde ezilip bükülüyorum. Bebeğin cam gibi gözlerinin parıltısı karanlıkta bile beynimi delip geçiyor. Güvenli alanımı delip yanımdaki ufak lambayı yakıyorum.

Karanlıkta görünmeyen bir detay- çocuğun alnının tam ortasında yoğun bir mürekkep lekesini andıran kara bir şekil. Aynı lekenin kendi elimde de olduğunun bilincindeyim, zihnimde bastırmaya çalıştığım bir gerçek. Bebeğin ıslak emme sesi odayı dolduruyor ve bu bana hiç huzur vermiyor. Kendimi cılız bir mum ışığı gibi hissediyorum, neredeyse vücudumu bile aydınlatamıyorum. Kimin-neyin annesi olduğumu bile bilmiyorum, beni bu zindan misali odaya hapsettiklerinde doğurmak üzereydim.

Bilincim yerine geldiğinde hatırladığım son şey kollarıma verilen bu ıslak ve yapışkan bebeğin itici dokusuydu. Onun, benim çocuğum olmadığını biliyorum. Yani bunu hissediyorum. Çocuğun teninden aldığım kan kokusu midemi yuvarlıyor. Bebek usulca kafasını kaldırdığında alnındaki mürekkep lekesi gözlerimi tekrar dolduruyor. O lekeden nefret ediyorum, bu şeyle herhangi bir ortaklığımızın olmasına tahammülüm yok. Kendi çocuğumu istiyorum, küçük meleğimi bu iblise bakmam için benden koparmış olmalılar. Zindanımın kapısı gürültüyle aralandığında başımı duvara doğru çeviriyorum, hiçbirini görmek ve işitmek istemiyorum. Bana yardım etmek istedikleriyle ilgili şeyler zırvalıyorlar, bir daha onlara inanmayacağım. Bu odaya girerek hayatımın hatasını yaptım zaten. Birileri elimi ve kolumu çekiştiriyor, dayanamayıp lanet bebeği itiyorum.

Çocuk usulca yere yapışıyor, rahatlıyorum. Mememdeki ısırığın acısı geçiyor bir anda. Ziyaretçilerimden biri yüzümü bir elinin arasına alarak sıkıyor ve kendine bakmam için zorluyor. Etraf aydınlanmış, güneş gibi beyaz bir ışık retinamı yakıyor. Yüzüne baktığım kadın sürekli bir şeyler tekrar ediyor, gücümü toplayıp kendi bebeğimi soruyorum. Kadının yüzünde belli belirsiz bir hayal kırıklığı görünce onu dinlemek için çabalıyorum. Hâlâ diyor, birinin ilerleme kaydedemediğimden söz ediyor. Kadın şimdi gözlerimin içine bakıyor, üzerinde beyaz bir önlük var. Her şey nasıl oldu da bu kadar aydınlandı?

Kolumda bir sızı hissedince kendimden geçiyorum. Gözlerimi açabildiğimde yüzüme nüfuz eden ışığa seslice küfrediyorum. Oda aydınlık ve boş, garip bir şekilde mekân değiştirmişim gibi gelmiyor. Bebeği hatırlamaya çalışıyorum ama yüzü gözümün önüne gelmiyor, bir mürekkep lekesi görür gibi oluyorum o kadar. Yatağın karşısında genişçe bir masa var, üzerinde mürekkepli bir kalem ile beyaz bir kâğıt duruyor. Zaman benim için akmıyor sanki, ne kadar süredir yaşadığımı, kaç yaşında olduğumu, bir günün ne kadar ettiğini bilmiyorum. Saatler bana bir şey ifade etmiyor. Yaşamıyor, havada süzülüyor gibiyim. Sahi, ben kimdim?

Yavaşça doğruluyorum, bacaklarım sızlıyor. Uzun zamandır yatıyor olmalıyım. Kapının önündeki masada birikmiş yemek kapları olduğunu fark ediyorum. Duvarlar beyaz ama garip lekelerin izlerini taşıyorlar. Odada bir cam yok, sadece kapının ızgarasından gelen hava var. Kalkabildiğimde masaya doğru ilerliyorum, düşecek gibiyim hâlâ. Sandalyeye ilişmeye çalışıyorum, oturduğumda kendimi bir şampiyon gibi hissediyorum. Kâğıdın üzerinde bir şeyler yazıyor, bazı sorular var. Bir de not iliştirilmiş. Soruları cevapladığımda kâğıdın arkasını çevirip okumam isteniliyor. Öyle bitkin ve çaresizim ki oyuna katılmaya karar veriyorum. İlk soru basit, adımı bilmek istiyorlar. İsmim Esra. Bunu biliyorum. Devamında yaşım soruluyor, duraksamadan yirmi yedi yazıyorum. Ailemi ve arkadaşlık ilişkilerimi soruyor kâğıt. Dikkatlice cevaplıyorum. Çocuk yetiştirme kurumunda büyüdüm. Hatırladığım bir arkadaşım yok. Üniversiteye gitmedim. Hayır evli değilim, hiç evlenmedim. Erkek arkadaşım yok. Evet hamileydim. Hayır buraya isteğimle gelmedim siz getirdiniz. Sorular sinirimi bozmaya başlıyor. Bir hışımla kâğıdın arkasını çeviriyorum.

Burada benim sorularıma başka cevaplar verilmiş. Esra, yetiştirme kurumu, bilinen arkadaşı yok, elli altı. Bekar, bilinen çocuğu yok. Kurumumuza kendisi başvurdu. En sonunda da kendi imzamı görüyorum. Delirecek gibiyim, ne cüretle beni bu şekilde manipüle etmeye çalışırlar? Ellerim titremeye başlıyor, birden her yerim sızım sızım sızlıyor. Bu eller bana ait olamaz, yaşlı görünüyorlar. Hızla kalkıp odanın köşesindeki küçük tuvalete giriyorum. Gözlerime inanamıyorum, kim bu? Kırpılmışçasına kesilmiş siyah dalgalı dağınık saçları olan yorgun görünüşlü yaşlı bir surata bakıyorum. Bu kabustan uyanmam lazım, etrafta anlamsızca koşuşturuyorum, elime ilk geçen şey mürekkep şişesi oluyor. Bebeği hatırlatıyor bana, bir an için onu bile özler gibi oluyorum. Elim mememe gidiyor, pörsümüş bir şeylere dokununca çocuğa nasıl süt verdiğimi hatırlamaya çalışıyorum. Üzerime beton dökülüyor sanki, felç olmuş gibi kıpırdayamıyorum. Ellerimde kara lekeler var. Bir anlığına lekelerin yoğunluğunda kayboluyorum. Mürekkep bana sonsuzluğu ve huzuru vaat ediyor sanki. Huzuru arıyorum. Onun için önce gözlerime damlatıyorum. Acı çok net ve keskin. Karanlık içimi ısıtıyor, bunlara tutunuyorum, gerçekliğinden emin olduğum bir şey var artık. Acıya yoğunlaşıyorum, siyah mürekkebin vaat ettiği sonsuzlukla bütünleşiyorum. En sonunda şişenin dibini dudaklarıma dayayarak bir solukta dikiyorum. Vaatlerim yanıtsız kalmıyor, şimdiden daha fazla hissediyorum, yaşıyormuş gibi. Canım yandıkça gülümsüyorum, dudaklarımın mutlu kıvrımlarını bozmamaya çalışarak usulca öğürüyorum. Bir yandan siyah damlalar akıyor gözlerimden, daha fazla hissetmeye ihtiyacım olduğunu biliyorum. Bir anlığına kulak kesildiğimde iblis bebeğin ağlamasını duyar gibi oluyorum, mürekkep kalemi ile şah damarımı bütünleştirmeye karar veriyorum. Yeni hayatım için kapkara bir başlangıç istiyorum.

Aslı Beyda Selçuk