Destan, “Milletlerin yaşadıkları tarihî olayların efsanevî ve mitolojik unsurlarla yoğrularak oluşturduğu millî karakter taşıyan uzun manzum eserlerdir.” diye geçiyor sözlükte. Oysa bu tanımda bir eksiklik ve hata bulunuyor. Aslında bir eksiklik aynı zamanda bir hata demek değil miydi? Bir hata da bir eksiklik?
Destanın illaki geçmişte olması, yaşanması şart mıdır acaba? Ya da yaşanamayacak kadar olağanüstü ve gerçek dışı mıdır? Şimdiye kadar hep geçmişin destanı yazıldı, geçmiş destanlar okundu ve yad edildi. Böylelikle destan geçmişte kaldı. Peki ya geleceğin destanı! İşte insanın gelecekte geçmişi görebilmesi, geçmişte de geleceği görebileceğine dair en büyük kanıtı değil midir?
Biz Günya gezegeninin insanlarıyız. Birkaç yıl önce gezegenimiz Dünya gezegeni tarafından istila edildi. O gün bu gündür Dünya’dan gelen umutsuzluk gezegenimizin dört bir yanına yayıldı. Önceleri hepimiz umut doluyduk. Her ne olursa olsun, olmuş olanı da olacak olanı da umuda bağlamayı bilirdik. Çokça ağlardık ve daha çok gülerdik. Samimi ve içtendik. Yalan nedir bilmezdik çünkü bilirdik yalanın ölümü getireceğine.
Biz savaş nedir bilmezdik, ta ki Dünyalılar buraya gelene kadar. Biz dokunulmaz gezegendik bu evrende zira düşünmeden yaşardık. Bilirdik ki iyilik düşünmeden, kötülük düşünülerek yapılırdı. Ve bu yüzden aklımızı kötülükle doldurmak yerine iyilikle boşaltmayı tercih ederdik. Bundan ötürü ne düşmanımız vardı ne de biz kimseye düşmandık. Biz savaş nedir bilmezdik, ta ki Dünyalılar buraya gelene kadar.
İnsanlarımız yavaş yavaş, istemeye istemeye de olsa Dünyalılara benzemeye başlamıştı. Diğer bir değişle umutları sönüyordu, ölüyordu. Başka bir deyişle kendileri… Çünkü gıda almayan, beslenmeyen her şey yaşamını yitirmeye mahkumdur. Umutlu olmakta diretenleri ise zorla alıp götürüyorlardı Dünyalılar. Adına okul dedikleri kale gibi duvarları, üstünde dikenli telleri olan bir yerdi burası. Okuldan çıkanlarsa kalbi atan ölü bedenlere dönüşüyordu adeta. Biz de umutlu olmakta direniyoruz, yalnız bunu göstermiyoruz. Zira umut; cesur olmaktır, aptallık değildir…
Bunun yanında tüm bu olanlara rağmen Dünyalılara kızgın değildik. Çünkü onlar kendilerinde değildi. Umutsuzluk onları kendilerinden etmişti. Kendilerinden uzaklaşmışlardı böylece. İhtiyaçları olan ise umuttu; kendilerine yakınlaşmaktı. Biz inanıyoruz ki Dünyalılar için de hâlâ umut var. Zira kıyamet denilen fırtınaların ardından çıkmıyor mu ortaya billur gökkuşakları. Feryat figan bağıran bir kadının iniltisi yerini bir bebeğin tatlı tatlı ağlama sesine bırakmıyor mu? Geçmez, bitmez denilen geceler güneşin doğuşuyla son bulmuyor mu?
Umudumuzu gizledik. Sessiz olduk. Babamız derdi ki: “ Evlat! İnsanlar ikiye ayrılır; umutsuz olanlar ve umutlu olanlar. Siz umutlu olanların safında olunuz. Göreceksiniz ki çok kalabalık olacaksınız.”. Umutlu insanlar vardı ve bulacaktık onları. Sadece nasıl bulacağımızı bilemiyorduk. İşte bu da bizim ödevimizdi. Bir gün oturmuş bunu tefekkür ederken umutsuz insanları çürük elmaya benzettik. Ardından umudumuzla aramızda şöyle bir muhabbet hasıl oldu:
– Çürük elmaya dair nasıl bir umut beslenebilir ki?
– Kokusu pistir. Sen yaklaş. Görüntüsü mide bulandırır. Sen bak ve yavaşça daldır elini içine. Sapasağlam çekirdekler gelecek eline. Tut ve çıkar onları oradan. Daha sonrasında bu elindekileri ek ki toprağa, yeşerecek sonsuz sayıdaki elmaların başlangıcı olsun.
– Peki katlanabilecek miyim?
– Hayır! Katlanmamalısın. Sabretmelisin.
– Ne farkı var?
– İnsan sevmediklerine katlanır, sabır ise aşktandır…
Sormaya başladık herkese şu soruyu: “Önünde çürük bir elma olsa ne yapardın?”.
Aldığımız cevap şimdiye kadar hep aynı: “Çöpe atarım.”. Biz sormaya devam edeceğiz. Elbette bulacağız bizim gibi umut dolu olanları. İnanıyoruz yalnız bilmiyoruz nerede, ne zaman, nasıl olacağını. Umut; inanmaktır ve bilmemektir. Bilinseydi eğer olur muydu ki adı umut. Hem sorar maşuk aşığına:
– Beni seviyor musun?
– Seni güzelce seviyorum.
– Beni sevdiğine dair kanıt göster o zaman.
– Kanıt inancı öldürür. Eğer kanıt gösterirsem seni sevdiğimi bilirsin. Ben ise ‘seni sevdiğimi bilmeni’ değil, ‘seni sevdiğime inanmanı’ istiyorum…
– Neden?
– Çünkü bilmek beyindendir, inanmak gönüldendir…
Sardunya kokusu sürmüş olduğumuz bu kağıdı koyduk bir şişenin içine. Fırlattık şişeyi okyanusa. Okyanusta buldun bu şişeyi. Okudun bu yazımızı buraya kadar ve aklında bir soru: “Tek başına olduğun halde niye biz diye anlatıyorsun kendini?”. Oysa bizler her daim sevdiklerimizle, birbirimizle yürürüz; yan yana olmasak bile. Son olarak da Günya gezegenimizin yaşayacağı tarihi olayın tamamıyla umutla yoğrularak oluşturacağı herkesin kendi karakterini taşıyacağı kısa ve öz manzum eserimizin adı Umut Destanı’dır.
UMUT DESTANI
Güneş doğmaz mı!
Ortasından çatlayan gecelerden
Görünmez mi billur gökkuşağı!
Ölümcül fırtınaların ardından
Sağlık gelmez mi!
Her hastalığın ardından
Gelmez mi mini bir can!
Sancılı doğumların ardından
Akan kan durmaz mı!
Yara kabuk bağlamaz mı!
Ve kabuk düşüp yenisi oluşmaz mı!
Sabrın ardından
Unut tüm bildiklerini!
Sana yeni sözler edeceğim,
Alışık olmadıklarından,
Umut dolu sözler edeceğim…
Giden gelir,
Kırılan tamir edilir,
Bir yol vardır daima,
Umut varsa eğer
Yoktur aslında
Ne çözümsüz soru,
Ne de çıkmaz sokak
Umut varsa eğer
Sevilen de sever,
Özlenen de özler,
Aşık olunan da aşık olur,
Umut varsa eğer
Güvenilecek nice dostlar,
Muhabbet edilecek nice yarenler,
Ve aşık olunacak nice gönüller vardır,
Umut varsa eğer
Beklemektir,
Sabretmektir,
Dengeli olmaktır,
Ve inanmaktır umut
Umut; sağırdır
Kördür
Dilsizdir
Kendinden başka her şeye karşı
Umut; yaşamaktır, kana kana içercesine
Memnun oluştur
Uzlettir
Tanımaktır kendini…
- Bir Sonraki Gladyatör - 1 Nisan 2023
- Kefaret - 1 Aralık 2022
- Ömür - 1 Kasım 2022
- Ölüm - 1 Eylül 2022
- Bir Damla Öykü - 1 Ağustos 2022
Kötü günlerin ortasında geleceğe umutla bakmak. Öğretici güzel bir öykü. Şiir daha güzeldi.
Bu denli distopik bir dünyada, yeşeren umut dolu kelimelerin olması ne kadar güzel. Bu arada şiir gerçekten çok güzel. Ellerine ve zihnine sağlık…