Öykü

Yüzlerin Yaratılışı

Dinleyin insanevlatları. Bu bizim sözümüzdür. Size söyledik ki bilesiniz. Bildiğinizi aklınıza iz edesiniz.

Bizim zamanımız başlamadan önce ne yer var idi ne gök. Dünya suyun ortasında bir bütün kaya idi. Yaratan dedi: “Yaşam olsun burada.”

Önce yeri yarattı. Kayayı tuttu parçaladı ovaları serdi. Kayayı tuttu biriktirdi dağları yükseltti. Kayayı tuttu ayırdı yarlar açtı. Kayayı tuttu oydu mağaralar yaptı. Buna birinci gün dedi. Ve bizden ilkini ilk güne iz olsun diye yarattı. Ovalara ve dağlara, yarlara ve mağaralara, yakın ve uzak yollara ilkimizi bekçi kıldı.

Yaratan dedi: “Yerin üstünde çatı gerek.” Gök yerin üstüne seriliverdi. Bizden ikincimizi yarattı, ikinci güne iz etti. Dedi ki: “Göğe seni müdür ettim, bundan böyle gök senden bilinecek.”

İkincimiz baktı, yer karanlık gök karanlık. Dedi, “Buyruğuna canım feda. Ancak gök karanlıktır. Ben olanı nasıl göreyim?”

Hak verdi Yaratan onun sözlerine. Dedi, “Işık olsun.” Bu buyruk üstüne güneş parladı gökte. Sonrasında Ay’ı yarattı Yaratan ve yıldızları serpti göğe. “Bu üçüncü gündür,” dedi. Üçüncümüze hayat verdi. Güneşin, ayın ve yıldızların başına müdür etti. Dedi ki, “Güneş uyur iken ay yükselecek. Ay uyur iken gün yükselecek. Dikkat edesin kaçıp gitmesinler, birbirlerinin yoluna çıkıp ışığı karanlık etmesinler.”

Haylaz evlat büyütene rahat yoktur. Aydan daha haylazını bulmak zordur. Bazen kaçar, durur güneşin önüne. Üçüncümüz kovalar gider yerine. Bazen saklanır yerin ardına, üçüncümüz bulur çıkarır yine göğe.

Dördüncü gün dördüncümüz yaratıldı.

Beşinci gün oldu, beşincimiz yaratıldı.

Böyle böyle yüz gün geçti. Böyle böyle biz tam yüz kişi olduk. Hangi gün yaratılmış isek, o gün yaratılmışların başına müdür olduk. Bir koca dünyayı bir düzen içinde tuttuk.

Günlerden bir gün Yaratan’a yine bir ilham geldi. İnsanların ilk atalarını yaptı. Tuttu dünyaya saldı.

Bizler sorduk:

“Ey kudreti sonsuz olan! Yeri göğü yarattın. Yerin göğün arasında türlü türlü şeyi yarattın. Hepsinin başına Bizden bir müdür kıldın. İnsanevladını yarattın. Onu müdürsüz bıraktın.”

Yaratan dedi: “İnsanların akıllarını insanlara müdür kıldım.”

Bir sıkıntı çöktü içimize. Bu yolun sonu iyi değildir, dedik. Ancak Yaratan’ın sözüne karşı gelmek ne haddimize.

Bir gözümüz işimizde, bir gözümüz insanın üstündeydi. İzledik. Zaman oldu yol gösterdik. Zaman oldu baş eğdirdik.

Ağacın kökü derindir, bilir pars gibi koşamaz. Pars bilir yağmur olup yağamaz. Her çeşit kendi düzenini bilir iken, akıl türlü türlüdür. Azdır çoktur, vardır yoktur. İnsan bu çoklukta şaşırdı. Düzenini kör şaşı arandı. Kimisi kapılmıştı hırsa yazık. Sandı ki dünya ona köledir. Ettiği eziyet göğü aştı. Acı sözlerimiz Yaratan’a ulaştı.

Yaratan geldi gazaba. Dedi ki insana: “Doğru duracaksın. Durmaz isen yok olacaksın.”

O sözünü der iken gazabı ağzından sel oldu taştı. Yere karıştı. Kil aktı, birikti bir çukurda. İnsana benzer şekil aldı. Günler ve geceler sonunda o şekil can buldu ayağa kalktı. İnsana benzer ise de o tamam değildi. Canında ruhu eksikti. Ne yapmalı bu yeni canla? İnsana versek olmaz. Gördük ki insanevladı ele sığmaz, gönle konmaz. Akıl denilen müdür pek işe yaramaz. Öyleyse ona Biz ata olalım, dedik. Eksik koyduk adına. Bildiğimiz ne var ise öğrettik.

Yine bir gün bir adam var idi, adı Yamtar. Aklı şaştı, nefsine kandı. Bir tuttu kendini Biz ile. Dedi: “Tek eşit dağıtılan ölüm ise, nedir sizi ebedi kılan? Ey Yüzlerin son yaratılmışı, adı Ölüm olan. Senden geleni sana hak edeceğim. Ölümü yeneceğim. Olacağım ebedi.”

Vuruştular yedi gün ve yedi gece. Yer titredi gök titredi. Son demde Yamtar’ın sırtı geldi yere. Ölüm dedi, “Canın haktır şimdi bana.” Yamtar baş eğdi. “Ben ettim sen etme.”

Ölümün vicdanı var idi o zamanlar. Yamtar’a acıdı. “Kendini bildin ise iyidir. İlmin en yücesi özünü bilmektir,” dedi.

Yamtar’ın gönlünde hırsı sönmemişti. Ölümü yenemez bilmişti de vardı aklında bir oyun.

“Ölüm hak ise herkese, hakkı olanı sahibine vermek iyiliktir. Yalnız yürümektense ölüme, yoldaşlarla yürümek yeğdir,” dedi.

Yoluna kim çıktı ise kıydı. Ne insanı ayırdı ne hayvanı. Ne ormanı gördü ne dağı. Ardında bir sağlam can, bir dikili direk koymadı. Yürüdüğü yeşil yol kara küle döndü. Nehirlerin ak suyu kıpkırmızı aktı.

Sabretmek yüceliktir, biliriz. Ancak, âlim olan neye sabredeceğini bilir, onu da biliriz. Baktık Yamtar’ın varlığıyla dirlik olmaz. Onun alaz öfkesiyle bu dünyada yaşanmaz. Biz yüz kişi idik, yüz türlü bela saldık başına. Yalvarıp yakar oldu. Ölümden kaçar iken onu arar oldu. Neye yarar? Gazabımız büyük idi, yüreklere saldık korku.

İnsanların arasında Kete namlı bir bey vardı. Hem akıllı hem korkusuzdu. “Yamtar bir kabahat etmiş ise bizim suçumuz nedir? Sizin iyiliğiniz bizim iyiliğimizdir. Sizin dirliğiniz bizim dirliğimizdir,” dedi. Yüz kayın dikip, yüz ak koyun azat etti.

Sözü hoş geldi, öfkemiz dindi. Dedik:

“Bir baş gerek insanevladına, dirliğini düzenini bildirecek. Sen insanlara baş ol, sözümüzü ilet, bir tut düzeni.”

Ancak Ölüm’ün gönlü hoş değildi. Çıkarıverdi vicdanını yüreğinden, attı derin çukura.

“Bir kere geldim oyuna, ikincisine kanmam. Kimse aman dilenmesin boşuna, artık bende bulunmayacak.”

Ölümün vicdanı karanlıkta düştü tam bir mevsim. Ayağı değince yere yürüdü bir mevsim daha. Bir ışık gördü yolun sonunda, derken Eksik’in yaslı sesini işitti. Yürüdü yanına sordu.

“Gözüne yaş, gönlüne keder olan nedir?”

“Kilden can buldum, ruhum eksik kaldı. Nice çeşidin yoldaşı var iken, benim yanım boş kaldı. Aman dilesem bana el uzatmaz mısın? Ölüm isen şu canımı almaz mısın? Yok, ölüm değil isen bana yoldaş olmaz mısın?”

“Ölümün canında parça idim, beni gönlünden attı. Çok düştüm kör karanlıkta, çok yürüdüm bir başıma. Seni buldum. Bana can olur isen, ben de eş olurum sana.”

Evlendiler böylece ve çoğaldılar. Bir zaman sonra dediler pek parlak bir fikirle: “Yaratan ruh vermemiş ise bize, verdiklerinden isteyelim. Eksiğimizi tamam edelim. Adımız Eksik olmasın bundan böyle.”

Bazısı ağaçlara gitti. Ağaçlar bilgedir. Kaz gelecek yerden tavuk esirgedikleri görülmemiştir. Ruhlarını paylaşmayı dilediler, Biz de razı geldik. Eksiklerin derileri kabuk bağladı ağaçlar gibi. Sessizliğin dilini konuşur oldular. Yurt edindiler ormanları, yurtlarını canlarının üstünde bildiler. Biz uygun gördük, Koru Han oldu adları.

Bazısı hayvanlara gitti. Hayvanlar akıllıdır. Bugün sana ise, yarın bana dediler. Ruhlarından bir parça vermeyi kabul ettiler, Biz de razı geldik. İlim hanları yetişti böylece. Hem kudretli oldular hem yüce. Kimi zehrin gücünü aldı. Kimi günortasında görür gibi gördü karanlıkta. Kimi epey değişik tiplerdi.

Bazısı insanlara gitti. İnsanlar ne bilgeydi ne akıllı. Onlar korkmuştu. Bugün ruh isteyen yarın can ister dediler. Eksikler ne tür bir kötülük taşır emin değillerdi. Ancak günün birinde bir kötülük yapacaklardı, bundan emindiler. Okla kılıçla vurdular. Çoğunu öldürüp yendiler. O günü kutlu gördüler. Yediler, içtiler, sevindiler.

Eksik çok gözyaşı döktü evlatlarının acısına. Bağrını dövdü, kanını akıtıp yüz gün tamam yasını tuttu. Yapılan iyiliği unutmamıştı, kötülüğü de unutmadı. Evlatlarına, “Bundan böyle insanların eti bize yemektir,” dedi, insan etinden sulu susuz aşlar pişirdiler. “Bundan böyle insanların derileri bize örtüdür,” dedi, insan derisinden türlü türlü giyecek dikip giyindiler. “Bundan böyle insanların kemikleri bize araçtır,” dedi, insan kemiklerinden çok çeşit alet yapıp ve bazılarından incik boncuk edip kuşandılar.

İnsanevlatları dehşetteydi. Yaratan istememişse eğer, nasıl olur da bir Eksik onların canlarını alır, başlarını keserdi. Yaratan’a sitem ettiler. “Dinledik sözünü, doğru durduk. Neden dolayı bu ceza?” Yaratan’a karşı geldiler. Kötü söyleyip sırt çevirdiler.

Bizler dedik: “Yürüdüğünüz yol yanlıştır dönün. Buğday eken tarlasına, başağında arpa mı bulur? Ne yaptınız ise gördüğünüz odur. Yaratan’ın gazabını çağırıyorsunuz. Durun.”

Ancak ne sözlerimiz dinlendi, ne uyarılarımız yetti. İnsanevlatları bu, yine pirelenmişti. Dediğimiz oldu. Yaratan’ın gazabı ateşle geldi. Yer yandı gök yandı. Uzunca bir süre etleri pişirmek için kimse ateş yakmaya gerek duymadı. Dünya tütsülenmiş et kokusu ile dolmuştu. Ancak böyle olsa da kısa süreliğine güzel bir yer olmuştu.

Gün oldu Yaratan’ın gazabı dindi. Öfkesi geçse de yaktığı ateş kavuruyordu. Yaratan bu ateşi aldı, kara kayaların derinine koydu. Yerin göbeğinde erimiş topraktan, yanan kayadan bir yurt yaptı.

Sonrasında bildik bilinmedik nice güzellik varsa topladı. Öyle bir yurt yaptı ki güzellikte eşi yoktu. Bu yurdu göğün göbeğine koydu.

Dedi ki:

“Sanmayın ki ölüm bir sondur. Zulmetmez iyilik ederseniz, sözümü doğru bilip dinlerseniz ölümde güzellik bulacaksınız. Ruhunuz vardığında Gökyer’e sevinçle yaşayacaksınız. Ancak zalimliğin yolundan giderim derseniz, sözümü saymayıp çiğnerseniz varacağınız yer Karayer’in kor ateşi olacak. Ebedi kavrulacaksınız.”

Bizden yarı kişimizi göğün göbeğine çağırdı. “Burası Gökyer’dir. Burada iyilikten ve güzellikten başka şey yoktur. Siz Gökyer’i tutun ki düşmesin,” dedi.

Koca yurdu sırtlandık Tüyden hafif, demirden sertti. Ancak bir tüyü birkaç bin yıl taşıyınca artık o kadar da hafif gelmiyordu.

Yaratan diğer yarı kişimizi yer göbeğe çağırdı. “Burası Karayer’dir. Burada azaptan ve ateşten başka şey yoktur. Sizler Karayer’i genişletin ki yer çatlamasın,” dedi.

Gün oldu kayalara kaya ekledik. Gün oldu kayaları oyduk. Bazımız çok ilginç kemikler de buldu. Gayretle ateşi ve azapta olanları Karayer’de tuttuk.

Her şey tamam, bundan başka iş gelmez başımıza, dedik. O anda bir insanevladı çıkıp sordu.

“Dünya ebedi mi olacak?”

“Yaratılmış her şeyin bir sonu olacak,” dedi Yaratan yüce bilgeliyle.

“Bu son nasıl olacak?”

“Gökyer yükünü taşımaz çökerse, Karayer dolup taşarsa o vakit son gelecek. Dünya yok olacak.”

Susmuyordu insanevladı. Yük üstüne yük bindiriyordu sırtımıza ve ebedi kaygılar ekiyordu ruhların yüreklerine.

“Bunlar ne zaman olacak?”

“Gökyer’i tutanlar artık tutmadığında, Karayer’i genişletenler artık genişletmediğinde kıyamet gelecek. Yüzlerin gidişi sonun başlangıcı olacak.”

Yaratan böyle dedi ve sustu. Başka soru da yoktu. Olmamasını sağladık. Bakın görün ki zarardır her şeyin fazlası.

Unutmayın;

Bizim bağlılığımız Yaratan’adır.

Hatırlayın;

Dünyaları sırtımızda taşıyor isek de, avuçlarımız kayalara batmış ise de, Bizim elimiz koruduklarımızın üstündedir. Görürüz, işitiriz, biliriz.

Bilin;

Yaratan adına! Fareler gibi çoğalmayın. Büyümekte yanlış yok, ancak kararını bilmek gerek. Tohumu ekmeden önce bir durup düşünmek gerek. Size müdür kılınmış olanı dinleyin. Bilinmez bu sırtlar bu yurdu ne kadar taşır? Bu eller bu kayaları ne kadar oyar? Tatlı canınızdan olmak için acele etmeyin. Eder iseniz de siz bilirsiniz. Kendi düşen ağlamaz haline.

Biz böyle dedik. Biline.