Öykü

Asılsız Lanet

Her yıl olduğu gibi bu yıl da tüccarların ve gezginlerin geçiş rotası olan Gedrosien’de onlarca insan, “Geziciler” diye adlandırdıkları zenginlerle yola koyulma fırsatını kaçırmamak için adeta birbirleriyle yarışa girmişlerdi. İnsanların kendini beğendirme çabası çoğu zaman gülünç ama bir o kadar da acınası bir manzara sunardı seyircilerine. Adeta bir sirk maymunu gibi görünürlerdi ve en şanslı maymun muzu kapardı yani yola koyulan kişi olurdu. Ramin kendisine ait olan bu benzetmeyi hatırlamış olduğundan olsa gerek, Gedrosien’deki gezicilerin mola alanı olan limanda bir diğer “maymunlarla” beklerken yüzünün sirke satmasına engel olamıyordu. Babası çok hastaydı ve annesi zenginlerin evlerini temizlemekten bitap düşmüştü. Küçük kız kardeşi ise olan biteni anlamayacak kadar ufaktı.

Ramin’in çok zengin bir tüccarın peşine takılıp bir an evvel ailesi için bir şeyler yapması gerekiyordu. Kendisini beğendirmeye çalışan “maymun”lardan bir farkı vardı yani. O diğerleri gibi çok zengin olmak, doğup büyüdüğü yeri terk etmek, zengin ve güzel kadınlarla tanışmak gibi saçma sapan emeller için yapmıyordu bunu. O ileride zaten eserleri ile tanınan mistik bir yazar olacaktı ve tüm bunlar en nihayetinde gelecekteki yaşantısına katkı sağlayacak birer basamak olacaktı. Fakat bugünün gündemi bunlar değildi. Kafasının içi bu düşüncelerle dolu iken insanların hareketlendiğini fark etti. Gemi yanaşmıştı. İçinden insanlar üçer beşer inmeye başlamıştı. Rengarenk Fransız dantelli şapkalar takmış güzel hanımlar, göbekli ve pos bıyıklı iri yarı adamlar, çelimsiz ellerinde baston olan ama yanlarında genç birer hanım bulunan yaşlı beyefendiler… Böyle çeşit çeşit insanları gözlemliyordu. Gedrosien’deki “maymunlar” da hareketlenmeye başlamıştı. Kimisi yükü ağır olanların çantalarına yardımcı olmaya çalışıyor, kimisi hanımlara gövde gösterisi yapıyor, kimisi denge ve güç gibi yeteneklerini bir hedef belirlemeksizin ortaya sunuyordu. Ramin, ne yapması gerektiğini bilemez bir halde “Beni bu maymunlardan ayıran şey ne?” diye düşünüyordu. Sonra onlara bir daha maymun dememenin kendi öz saygısı için daha doğru olacağına karar verdi.

Tam o esnada gözüne bir görüntü takıldı. İki adam hararetle tartışıyordu. O kadar uzaktaydılar ki ne konuştukları belli olmuyordu. Ancak hem fikir olmadıkları bir konuda tartışan iki yol arkadaşı oldukları çok belliydi. İçlerinden nispeten daha kısa ve göbekli olanı etraftaki hüner sergileyen “İnsan”ları gösteriyor ve bir iki tanesini yanlarına katmayı istiyorcasına jest ve mimik sergiliyordu. Karşısındaki iri yarı 1.90 boylarında kumral ve gösterişli adam ise cebinden çıkardığı piposunu kayıtsızca yakıyor ve ağzını yine aynı kayıtsızlıkta büküp sadece omuz silkiyordu. Ramin, çok kısa bir an adamın bu umarsız tavrına bir de huzursuzluk eklendiğini hissetti ama daha sonra dikkatini tıknaz adamın arkasında konumlanmış bir gencin yavaş hareketleri çekti. Bir tembel hayvan gibi hareket eden bu adam, önündeki hararetli konuşmayı fırsata çevirerek hırsızlık yapmaya çalışıyordu. Ramin bunu kendi lehine çevirmek için bir işaret olarak algıladı ve hızla o yöne doğru harekete geçti. O esnada kendi “maymun” yeteneğini de keşfetti; dikkat ve hız. Bu yetenekleri onun bu ikiliye katılması için bir fırsat olacaktı.

Bayım… Bayım,

– Bak velet biz kimseyi almak filan istemiyoruz. Mola biter bitmez bu sirki terk etmiş olacağız.

Uzaktan da anlamış olduğu üzere kimseyi almaya pek hevesli olmayan iri adam söze girdi. Ramin onun sirk benzetmesine gülmek istemiş olsa da bunu yapmadı.

Bence bana ihtiyacınız olacak bayım,

– Sana neden ihtiyacımız olacak bay küçük ukala velet!

– İsminiz nedir (Ramin kısa boylu, göbekli adama yöneldi)

– Merhaba genç adam, ben Amil, bu huysuz bey ise Tahar

– Memnun oldum Bay Amil ve Bay Tahar, Ben Ramin (elindeki cüzdanı göstererek) Bu size ait öyle değil mi?

– Evet benim ama nereden buldun bunu? (Amil cebini yokladı) burda olmalıydı!

– Az önce siz hararetle konuşurken arkanızdaki şu adam usulca cebinizden aşırdı, ben ise o esnada size bakıyor ve sizinle yola çıkmayı hayal ediyordum. Tüm dikkatimi sadece bu hayal ile sürdürüyor değildim, bir yandan da sizi zora sokacağını düşündüğüm bu tehlikeyi savuşturmaya odaklanmıştım.

– Bana bak küçük şarlatan (Tahar sinirle söze girmişti) senin çalıp bize bu saçma hikâyeyi satmadığın ne malum.

– Peki bunun böyle olmadığını ispat edersem beni de yanınıza alır mısınız?

Alırız (Amil hevesle atıldı, gözlerinde sevinç vardı) ama nasıl ispat edeceksin?

-İzleyin

Ramin az önce onların cüzdanını aşıran genci tekrar gösterdi. Genç başka bir adamdan daha bir şeyler çalmaya çalışıyordu. Ramin ona bir ıslık çaldı ve ilerideki ızbandut gibi duran güvenlik görevlilerini gösterdi.

 Adam ona “Sana az önce arkadaşlarınınkini verdim yapma!” diyerek ağzını büyük büyük oynattı ve ardından küfür savurarak ellerini cebine koydu ve uzaklaştı.

– Bana bak çocuk, yolda canımı sıkarsan kendini bir sonraki limanda terkedilmiş olarak bulursun.

– Teşekkür ederim Bay Tahar, sizi çok memnun edeceğimden ve her zaman yard…

– Ayrıca çok konuşmak da yasak

-Tabi efendim.

Nihayet iki adam ile yola koyuldu Ramin. Gemi limandan uzaklaşırken içine bir ürperti yerleşti. Kimdi bu adamlar? Nereye gidiyorlardı? Güvende miydi? Ne zaman döneceklerdi? Ona ne kadar para vereceklerdi? Böyle onlarca soru döndü durdu aklında ama başka bir çaresi yoktu. Yola çıkmadan önce düşünmesine bile gerek yoktu bu soruları, zira mecburdu bu maceraya atılmaya. Yol boyunca Amil ile konuştular, Tahar tek kelime bile etmedi. Amil’in anlattıklarına göre müzayedecilik yapıyorlardı. Uzun yolculuklar yaptıkları gemi seyahatlerinde, dünyanın birçok yerine gidip, unutulmaya yüz tutmuş ya da gün yüzüne çıkmamış parçaları bulup değerine değer katarak on katı, yüz katı hatta bazen bin katı fiyata satıyorlardı. Ramin onların birer “eskici” olduklarını düşündüyse de bunu dile getirmemeye özen gösterdi. Nihayet bir sonraki liman olan Persien’e vardıklarında burada bir gece konaklayacaklarını öğrendi.

Bana bak Amil şu küçük veledi taktın peşimize söyle ona ayak altında dolaşmasın.

– Tahar, benim sözüm değil çocuğun yardımı etkili oldu biliyorsun. Hem nesi var, fena mı akıllı bir çocuğa benziyor.

– Çocukları sevmem!

– Hadi ama onları sevdiğini biliyoruz ikimiz de.

– Uzatma Amil kalbini kırmayayım. Sanki beni huzursuz eden şeyleri bilmiyor gibi davranıyorsun. Söyle şuna yarına kadar burdayız. Biraz dükkânları gezeceğiz istemiyorsa otelde otursun. Sakın ha sesini de çıkartmasın!

– Size eşlik etmek isterim efendim.

Ramin korku ile söze girdi. Korkusunu belli etmemeye çalışıyor ve cesurmuşçasına başını dik tutuyordu.

– Yani sakıncası yoksa Bay Tahar.

Tahar’ın sessiz kalışı onay verdiği anlamına geliyordu, Amil de şefkatle elini uzattı ve Ramin onun elini tutarak yanlarında yürümeye başladı.

Çok çok eski bir dükkâna girdiler, dükkândakiler Tahar’ı görünce hemen ayaklandı. Kimisi tokalaşmaya, kimisi elini eteğini öpmeye çalıştıysa da Tahar sadece “lüzum yok” demekle yetindi. Amil alışılagelmiş bir ritüeli yaşıyor gibi etrafında göz gezdirmeyi sürdürdü. Tahar bir kaç parça eski eşyayı alıp Amil’e uzattı ve Amil onları paketlettirmeye koyuldu. Ramin etrafı gezerken kırık dökük devasa bir boy aynası gördü. Gözlerini elleri ile kapatarak kimsenin anlamadığı dilde bir şeyler mırıldandı.

Sinistr mae’r drych hwn yn anlwcus…

Tahar ilk defa ilgisini çeken bir parça bulduğunu belli ederek aynanın karşısında dikildi.

Bayım yapmayın, o aynaya bakmayın.

– Ne diyorsun sen çocuk neden bakmayacakmışım? Sen bu ayna kaç bin yıllık biliyor musun? Haydi git başımdan biraz onu seyredeceğim… Muhteşem bir eser bu.

– O ayna uğursuzdur efendim, bakmayın ona Gedrosien’deki kehanetlere göre…

Cümlesini bitirmeden Amil onun ağzını kapatarak hızla dükkândan çıkardı.

Ramin neden Amil’in kucağındaydı?

Ağzı neden kapatılmıştı?

Ve en önemlisi neden koşar adım kaçıyorlardı?

Adam onu yere indirdiğinde nefes nefese kalmış bir halde, tüm bu sorularını biliyormuşçasına cevap vermeye çalışıyordu.

Ramin sakın, sakın bir daha Tahar’ın yanında Kehanet deme! Sakın! Az önce senin hayatını kurtardığımı düşün ve bunu bir daha yapma. Aptallık ettim sana en başından söylemeliydim, hatta belki seni bu yolculuğa dahil etmemeliydim.

Efendim ben kötü bir şey mi söyledim?

– Sen kötü bir şey söylemedin, bunun ne anlama geldiğini ve nedenini sorma. Bunu böyle kabul et ve bizimle yola devam et.

-Peki efendim.

Ertesi gün tekrar gemiye binene kadar Ramin tek kelime etmedi. Hatta ordan sonraki limanlarda da pek fazla konuşmadı. Her gittikleri limanda, Ramin onlara eşyalar için yardım ediyor ve bu yardımları karşılığında da hatırı sayılır paralar alıyor, bunları biriktiriyordu. Artık Tahar’ın da gözüne batmıyor, varlığı kabul görüyordu. Böyle günler günleri kovalarken iki haftayı geride bırakmışlardı bile. Amil limanlardan birinde eski bir yakınını ziyaret etmek için bir kaç saat Tahar ile Ramin’i yalnız bırakmıştı. Ramin ve Tahar eski bir handa kalıyorlardı.

Ramin gel bakalım

– Buyurun efendim

Bir şey itiraf edeceğim, başta yolculuğumuza katılmana karşı çıktım ancak sonra senin varlığın bereket tanrılarının da bize eşlik etmesini sağladı.

Ramin kaşlarını çattı

Efendim benim varlığımın bununla ne alakası var?

İyi bir şey söylüyorum evlat, yüzünü çatma hemen

Benim size bolluk ve bereket getirdiğimi ima ettiğinizi anladım efendim. Ama bu doğru değil, siz oldukça iyi bir eskicisiniz.

Tahar ilk defa kahkaha atarak gülmüştü.

Eskici miyim? Beni güldürdün çocuk.

Gülmek size yakışıyor efendim? Açıkçası o eski dükkânda gördüğümüz aynadan sonra işlerin bu noktaya geleceğini hiç sanmazdım.

Hangi ayna şu 1400 yıllık olan mı?

Evet, onun uğursuz olduğuna inanmıştım. Gedrosien’dekilerin söylediklerine göre kırılmış veya çatlak bir ayna size ve siz de ona bakıyorsanız, hayatınız boyunca gün yüzü görmeden içine hapsolmuşçasına yaşamaya mahkum olmuşsunuz demektir.

Tahar hızla ayağa fırladı, az önceki gülüşünün yerini derin bir öfke almıştı. Elini havaya kaldırdığı gibi Ramin’e bir tokat patlattı. Küçük çocuk bir anda yerde dizlerinin üzerine kapaklanmış olarak buldu kendini. Tahar ona doğru bir hamle daha yapmıştı ki, Amil onun elini havada yakaladı. Adeta öfke nöbetinin içinden çıkararak dünyaya tekrar dönmesini sağladı. Tahar kendine gelir gelmez yerde ağzı kan içinde yatan Ramin’e baktı, sonra döndü ve ellerine baktı ardından koşarak çıktı handan.

Amil, Ramin’in elini yüzünü yıkadı. Neler olup bittiğini sorduysa da çocuk ağlamaktan bitap düşmüştü, cevap veremeden uykuya daldı. Saatler sonra Tahar geldi.

– Çocuk nerede?

– Neden yaptın bunu?

– Uyandır gelsin

– Tahar!

– Dediğimi yap!

Amil’in uyandırmasına gerek kalmadan Ramin geldi. Tahar onun omzuna elini koyup kapıya çıkardı. Amil korkuyordu ama bu babacan hareketle endişeye yer olmadığını anladı.

– Seni aldığımız limanda ailenle birlikte doğduğundan beri yaşıyorsun değil mi?

– Evet efendim.

– O limanın karşısındaki şehri bilir misin?

– Uğurs… (korkudan uğursuz diyemedi) bilirim efendim. Viran şehir derler.

– Oranın gerçek hikâyesini anlatayım sana. Orası güzel şehirdir. Babam, babamın babası, onun babası yani atalarım… Yüz yıllarca orda hüküm sürdüler halklarını yönetip, dirlik esenlik sağladılar. Adıyla yaşayan bir şehirdi yani. Ağalarım, bacılarım da orda yaşardı. En son beni doğururken anam hakka kavuştu. Babam da bunu bi işaret sayıp ağalarımı değil de beni bir sonraki yönetici ilan etti. Ağalarım da buna saygı duydu ve beni buna uygun olarak yetiştirmeye çalıştı. Güzel şehrimizde kin, haset, kıskançlık gibi duygular hiç olmazdı. Ta ki şehre gelen o gemiye kadar. Gemiden cübbeli, kaftanlı bir kafile indi. On, on iki kişiden oluşan bu kafile ben on üç yaşındayken güzel şehrimize ayak bastı. Babama gidip kendilerinin kahin olduğunu ve şehrin yönetiminde ona yardımcı olabileceklerini söylediler. Fakat babam oldukça bilgin bir adamdı, asıl niyetlerini hemen fark edip onları şehirden ayrılmaları konusunda uyardı. Tabi bu hiç hoşlarına gitmedi ve insanlar arasında nifak tohumları ekmeye başladılar. Çeşitli hurafeler ve söylentiler çıkardılar ve bununla yetinmeyip büyük ağam ve ortanca ağamı da kışkırttılar. Benim on üç yaşında olmam da uğursuz bir yıl olacağının işaretiydi, yani onlara göre. Tarlalarımızı, ekinlerimizi, neyimiz var neyimiz yok ise kıtlık vurdu, daha doğrusu böcek istilası yaşandı. Ne hikmettir ki halk arasında söylentiler çığ gibi büyüdü ve en sonunda büyük ağam babamı yani çok sevdiği atasını öldürdü. Ortanca ağam da beni öldürmek isterken ikiye bölünen halktan aklı selim olanlarca korundum ve bugün buradayım. Hikayenin daha fazlası da var elbet, ama bir çocuk için bu kadarı bile fazla değil mi evlat?

Tahar Ramin’in başını okşadı

Özür dilerim Ramin. Sana vurduğum için, bugün bile o lanet büyücülerin etkilerinin benim üzerimde olduğu için. Kehanet denen o saçmalıklarla büyüdüğün için, nesillerdir hâlâ dilden dile dolaşan bu söylentiler ve nicesi için… Engel olamadım, bir korkak gibi kaçtım ve bu safsatalar dilden dile devam etti…

Ben özür dilerim Bay Tahar, size tüm bu acıları tekrar hatırlattığım için…

O sırada sokakta bir karga sesi yankılandı

– Ne dersin Ramin bu da bir uğursuzluk alameti mi?

– Hayır efendim, o güzel sesi olmayan bir hayvanın arkadaşlarına kendini duyurma çabası…

Merve Demirok