Öykü

Aynı Yıldızların Altında

Uyandım. Bugün günlerden yirmi dokuz şubat olmalı. Birden bu anın gelmesini ne kadar çok istediğimi düşündüm. Hâlbuki dört yıl önce dünyadan giderken artık beni buraya hiçbir güç getiremez diyerek bu ani gel git olayına posta koymuştum.

Yeni bedenim eminim birazdan göz kamaştıracaktır her zamanki gibi. Dünyanın havasını şöyle iliklerime kadar çekeyim de bayram etsin bari bahtı kara mahluk. Dolunay vakti gelince bana adios! Kalktığım çukura, dört tarafı penceresiz kapalı mekânıma gidiyorum. Yıldızlar arası savaş çıkmazsa kehanetime göre çok yakında gerçekleşebilir. Başka bir zaman bu konuyu daha detaylı anlatırım. Şimdi geçiştirmek zorundayım. Toprağın kulağı var demişler sonuçta kimin duyacağı belli olmaz. İnsanları uyandırmak istemem. Neyse ben ne diyordum. Her dört yılda bir kısa süreliğine misafir olarak istediğim bedende istediğim yerde olabiliyorum. Tabii dünyayı kendi hâlinde dönmekten alıkoyan olağanüstü bir hâl olmadıkça. Şimdiye dek on milyon kez yat kalk! Yaptım. Şaka şaka. Sayılarla aram hiç değildir. En fazla ona kadar sayarım. Gerisini hiç hatırlamam.

Lafa daldım. Şu işe bak. Etrafıma bakmak aklımın ucundan dâhi geçmedi. Yattığım yerde kafamın içinde vızır vızır gezen şeyleri hâlen düşünmeye devam ediyorum. Şaşkınım ama keyfime diyecek yok. Yorgun değilim. İstediğim zaman istediğimi yapacak gücüm var. Fakat kızgınım. Kabul ediyorum hazırlıksız yakalandım. Şu kapa tasımı boşaltan haydut çetesini yok etmek için plan yapmaya ihtiyacım var. Beni yiyip bitirdiler. Utanmadan yanımda kalmayı sürdürüyorlar. Bu da işime gelir. İntikam almak için. Dişe diş kana kan.

Mesela bembeyaz bir kedi olsam. Ankara kedisi. Ama yok kalsın. Onlar miskin. Bu aç farelerle baş edemez. Performansı yüksek aksiyon sever korkunç kara bir sokak kedisi bu işin icabına daha kolay bakar. Pis kanlarını ağzına burnuna bulaştırmaz. En son uyandığımdan bu yana bir hayli zaman geçti. Tam 4 koca yıl. 48 ay. 208 hafta. 1.460 gün. 35.040 saat. 2.102.400 dakika. 126.144.000 saniye.

Her şey beklediğim gibiydi. Yalnız şu altı fare yanıma yerleşene kadar. Zaman geçiyor artık susmalıyım. Kendimi toparlayıp buradan bambaşka bir boyuta dönüşmeliyim. Zihnimi susturup kara bir kediye konsantre olmalıyım. En son ne zaman bir kara görmüştüm hatırlamıyorum bile. Erkek atik bir kara kedi olmak istiyorum. Tüylerim simsiyah… işte böyle. Kolaymış bu işi öğrenmişim demek ki.

Artık kara bir kediyim. Şu kemirgen zavallılara günlerini gösterme zamanı. Ne yani bunu tüm canlılar bilir kedi için fare ne anlama geldiğini. İşleri bittiğine göre biraz dışarıda dolaşayım. Bu havasız yerde yat yat nereye kadar.

Biraz gezip dolaşayım. Madem bir kediyim. Damdan dama atlayıp kemiklerimi havalandırayım. Özlemişim buraları. Sık sık olmasa da beğendiğim yerlere mutlaka tekrar uğruyorum. Ortalık yıkılıyor. Dışarıdan gelen bu sesler de neyin nesi. Ya düğün var ya da bayram. Ama olamaz bu sesler çok öfkeli. Bu da ne? Ellerinde afişler “kara kedilere ölüm” diyorlar. Mecazi anlamdadır muhakkak. Bu zamanda böyle batıl inançlar olacağını zannetmem. “Kara kediyi ne yapmalı? Kaynar kazana atmalı.” Yok canım bu kadar da olmaz. Gözünüzü seveyim. Uzay çağına geçmedik mi? Hani evren, kuantum, metafizik işleri…

Aman Allah’ım, bu nasıl bir cahillik böyle. İnsanların bu cahilliğini elbette hoş görebilirdim. Ama, ama… bir kara kedi olmasaydım. Düşün düşün. Boş kafayla ancak bu kadar. Geçen yüzyıl komşum salgın hastalıktan ölmüştü. O da hortladı mı acaba? Onun mezarında kireç kalıntıları vardır. Rengimi hiç değilse gri bari yapar. Yuh. Baksana çocukların elinde bile tırmık var. Hayvan severler yok mu? nerede acaba? Aklıma tüküreyim. Şu geceler yüzünden yeni hayatım başlamadan bitti. Eyvah bittim. Ne bedduaymış bu? Bari iki dilim peynirle iki balık ızgara yeseydim. Aç karnıma da başıma gelenler! Ne yaptım da başıma bunlar geldi.

Hülya Tekin Çakır

Aralık ayının son günlerinde Samsun Çarşamba da kalabalık bir aile de gözlerimi açtım. Annemle babamın dünyaya gelen on ikinci çocuğuyum. Hayatta olansa yedinci. Aynı zamanda evin en küçüğü. “Ben gelmeden hep bir eksiklik hissedeceğinizi anladığımdan ben de yanınıza geldim,” dedim. İyi ki gelmişim. Pişman değilim. Doğru memleket, doğru şehir, doğru aile…Hayat benden yana. Ne sihir ne keramet küçük şeyleri sevgiyle çoğaltmak marifet. Neyse işte bir şeyler anlatmayı çok seviyorum. Cumhuriyet Üni. İlahiyat mezunuyum. Halihazırda sosyoloji dördüncü sınıf öğrencisiyim. Okumak ve yazmakta benim için paha biçilemez değerler. Kıymetlerini bilmeye ve yaşamaya çalışıyorum. Çocuklar için yazdığım “Acayip Bir Tayfa,” şu an devam eden diğer projelerimle çocuk dünyasında içimdeki çocukla yer almak için çabalıyorum.