Öykü

Ölüm

“Ölüm; bilinen bir gerçek, inanılmayan bir yalandır.”

Yine karşınızdayım. Alengirli sözler olmadan, kelime oyunu yapmadan tüm çıplaklığımla ve gerçekliğimle karşınızdayım işte. Ölümün ta kendisiyim anlayacağınız. Aslında karşınızda falan değilim bilakis yanınızdayım. Yanınızda olmaktan öte içlerinizdeyim. Sizler beni tarif etmek için ‘şah damarından da yakın’ diyorsunuz. Her ne kadar bunu komik bulup gülsem de, doğru söylüyorsunuz; size sizlerin olduğunu zannettiğiniz şah damarlarınızdan daha yakınım. Yıllar önce şiirlerinde beni sıkça anan bir yazar vardı. Yani ben kendisine iş icabı uğramadan önce vardı. Çokça doğru bir tespitte bulunmuştu. Benden korktuğunuz halde bana inanmadığınızı belirtiyordu. Sizlere baktıkça gerçekten de hem benden ölesiye korktuğunuzu ama nasıl olduğunu anlamadığım bir biçimde hem de bana inanmadığınızı fark ettim. Benden kaçmak veya beni düşünmemek için hep bir şeylerle meşgul oluyorsunuz, sonu gelmeyecek şeylerle. Oysa son var, orada da ben varım, sizleri bekliyor olacağım, her birinizi. Bazılarınız benden o denli kaçtığını zannediyor ki, arkasına dönüp baktığında ve beni göremeyince kurtulduğunu zannediyor ve tam bu zannedilen anda bir şeye tosluyor. Arkasına değil de önüne bakmaya karar verince beni görüyor karşısında. Ben de iş icabı orada oluyorum keza. O da bunu anlıyor. Her defasında maruz kaldığım diyalog bir kez daha tekrarlanıyor:

  • Ama ama şimdi olmaz, olamaz! Ben, ben… Gerçekten de çok pişmanım, izin ver ne olur. Geri dönüp senin var olduğunu bilerek tekrar geleyim buraya, kaçmayacağım, izin ver ne olur!
  • Olmaz, geçmiş geçmiştir.
  • Hayır, olamaz! Peki, peki izin ver biraz daha yol alayım da, bundan sonra hep senin var olduğunun bilincinde olarak yürüyeyim.
  • Olmaz, yarın yok ki. Bitti. Bu kadar, kabullen. Son, sona geldin.

Bunu söyledikten sonra keşkeler ve pişmanlıklar silsilesi başlıyor. Her defasında da merak edip soruyorum “ E sen beni bilmiyor muydun? O kadar tanıdığın tanımadığın kişinin üstüne toprak atmaya gittin. Bizatihi ismimin geçtiği sözlere denk gelip de okumuştun oysa…”. Ben örnekleri çoğaltmaya devam ederken cevap geliyor “ Evet, evet biliyorum yani biliyordum. Pişmanım hem de çok pişmanım ama inanmadım sana, sen yokmuşsun gibi yaşadım.”. Artık iş icabı başka birini ziyarete gitmem gerektiği için bu sohbeti burada bitirmek zorunda kalıyorum her zaman. Kim bilir, belki seni ziyarete geliyorumdur. Şaka şaka, beni okumadan, tanımadan iş için gelmem yanına…

Kader bilinmez midir!
Kader; topluluğudur inanışların
İnanışlarsa düşüncelerin
Düşünceleridir insanın kaderi

Ne düşünüyorsan
Neye inanıyorsan
Kaderindir olan
Düşüncen kadarsındır

Sizlere biraz da Ömür’den bahsedeyim. Onu anlatabilmek biraz zor iştir açıkçası. Ancak söze başladık bir kere, naz yapmadan sözümüze devam edelim. Ömür ile sohbet ederken sıkça insanların kendisi için söylediği sözleri paylaşır benimle. Bunlarla başlayalım isterseniz:

  • Gönül almayı bilmeyene, Ömür emanet edilmez.
  • Kendi hayatını yaşayanların Ömürleri hep mutlu geçer.
  • Ömür kısa, vakit az. Anlamak için kaybetmek mi gerek. Keza akıllı kişi elinde olmayanlar için üzülmek yerine elindekilerinin kıymetini bilir.
  • Geçip giden zaman değil, Ömürdür.
  • Ömür dediğin nedir ki; bir ezan, bir sela.
  • Ömür avucundaki su gibidir; sen tutmaya çalıştıkça o akıp gider.
  • Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. Bir ömür karşılığı bir ömür yani.

Evet. Bunlar ve daha birçokları Ömür’ü tarif ediyor, ama tam anlamıyla değil. Ömür nedir? Kimdir? Gelin bir de benden dinleyin.

Ömür; doğumla ölüm arasında geçen süredir. Bu benim değil sizlerin Ömür için yaptığı sözlük tanımı. Oysa ne kadar da aptalca bir tanımlama bu. Eğer bu doğru olsaydı, Ömür için bir zaman aralığı olurdu, geçmiş ve gelecek de olurdu. Evet! Bunların zaten var olduğuna inanıyorsunuz. Zaten var olduğuna inandığınız için varlar, aslında hayalden başka bir şey değiller. Ömür’ün en çok yakındığı, sitem ettiği de bu konu hakkında oluyor her daim. Hayatlarının belli bir zaman aralığı olduğunu düşündükleri için Ömür’ün kıymetini bilmeden nefes alıyorlar sadece.

Geçmiş ya da geleceğe takıldıkları an yine Ömür’ün kıymeti bilinmemiş oluyor. E sizler ne diyorsunuz; ‘ Sevgi değer gördüğü yere akar.’ İşte her birinizin sahip olduğu Ömür; avuçlarınızın arasında duruyor ve yavaşça akmakta. Değer verip vermemek ise size kalmış…

Ömür denilen şey yalnızca An’dan ibarettir, daha fazlası değil. İnsanlığa asıl verilen tek şey budur; Ömür, gerisi ise teferruattan başkaca bir şey değildir. Ne az sonra, ne de az önce, yalnızca şimdi; Ömür. Dediğim gibi Ömür de bundan dolayı oldukça sitemkâr. “Ölçülemeyecek kadar az olduğum halde, yani az demek bile beni tarif etmek için çok fazla iken, insanların yarını düşünmelerine veya yarın için endişe etmelerine bile anlam veremiyor iken, bazıları yalnız yarını da değil sanki ölümsüzmüş gibi planlar yapıp bunun üzerine düşünüyorlar. Oysa ben hak edilerek yaşanabilirim, yalnızca nefes alarak değil. Aşkla ve sevgiyle yaşanabilirim. Bunlar olmadan geçtiğim her an bir kayıp aslında zira ben aşk keşfedilsin, fark edilsin ve yaşansın diye varım. Asla ve kat’a dünyevi şeyler için değil. Onlar sadece aracı ve ihtiyaçtan öte geçmemelidir. Eğer geçerse ben yaşanmamış olarak yitip gidiyorum gözlerim yaşlı bir şekilde…” diye belirtip duruyor işte kendisini Ömür.

Aslına bakarsanız Ömür söylediklerinde gayet de haklı. Şunu da ekleyebilirim bunun ardına: Ömür’ün arkasından da ben geliyorum. Hatta arkasından değil de… Neyse, durun. Sizlere hakikati söyleyiverelim. Her ne kadar Ömrü başka biriymiş gibi tanıtmaya kalksam da, aslında Ömür de bir Ölüm de. Yani iki ağaç gibi görünürüz uzaktan, oysa özümüzde birizdir. Bu benzetmeyi Ömür yanım söylemişti daha öncesinden. İşin sırrı şu sanırım, belki de yanılıyorumdur, kim bilebilir ki? Neyse sırrı anlatalım. Ölümü, beni ne kadar yakın bilirse kişi kendisine, o denli mutlu ve Ömür’ü yaşıyor olacaktır. Diğer taraftan beni beyhude bir çabayla unutmaya daha doğrusu görmemezlikten gelenlerse mutluluğu ve gönlünün darlığını giderecek ferahlığı hep uzak diyarlarda arıyor. Bu kişiler en başta da bahsettiğimiz kişilerle aynı yolun yolcusu. Ne dersiniz! Elindekilerinin, sahip olduklarının kıymetini bilmeyenlerden bahsediyorum. Herkesin sahip olduğu yegâne şeyler biziz; Ölüm ve Ömür. Değerimiz biline!..

“Elbet tadacak herkes Ölümü

Peki, tadacak mı herkes Ömrü! “

Ömür bana insanlar üzerindeki bir gözleminden bahsetmişti. Ölümcül hastalığa yakalananlardan ve bu kişilerin yakınları arasındaki konuşmaları anlatmıştı. Yaptığınız araştırmalara göre yaklaşık olarak milyonda bir imiş böylesine bir hastalığa yakalanma oranı. Ne kadar da gülünç! Ne kadar gülüyor olsak da, Ömür ile birlikte anlamsız bulduğumuz diğer bir mesele ise bu.

Ben var iken nasıl olur da sadece milyonda bir kişi ölümcül bir hastalığa yakalanabiliyor. Oysa annenizin rahmine düşmeden evvel ölümcül bir hastalığa sahip oluyorsunuz, hepiniz. Bana sahipsiniz, ben de size. Evet, farkındayım; kelime oyunu yok demiştik. Sanırsam bir türlü anlam veremediğim böylesi sırlı bir üslubum var. Demem odur ki; doğarken benle doğuyorsunuz, size şaka gibi gelebilir ama ölmek için doğuyorsunuz… Zavallılar!

Durun bir dakika! Şu an düşünüyorum da, ben hep can alıyorum. Peki, alacak can kalmadığında ne olacak? Ben ne yapacağım?

Hayır! Hayır! Olamaz! İmkânsız! Bende mi öleceğim yoksa? Benim de mi canım alınacak? Ama kim alacak? Ölüm ölebilir mi ki?

Ben de doğdum, e doğum ölüm getirdiğine göre bu benim de öleceğim manasına gelmiyor mu? Aman Allah’ım, neler oluyor bana! Ne dedim ben? Evet, elbette. O beni yarattığı gibi öldürecek de O, yani var eden de yok eden de O.

Anlatmaya başlar iken dediğim gibi ‘yine karşınızdayım’ ama son kez, eğer görmek ve duymak isterseniz – çok geç olmadan – .

İnsan; ölüdür
Ölüm; aşktandır
Aşk muhabbetten gelir
Muhabbet sevgiden doğar

Sevgi bilgiden hâsıl olur
Ve olmaz ilgisiz bilgi
Bundan ötürüdür ki,
Bilmek; ölümdür…

Serkan Bozkurt