Nanaya’nın merkezinden yedi gün uzaklıkta derelerin, ormanların ardında Kako adında efsanevi bir dağ vardı. Yaşlı cücelerin anlattığına göre bu dağda ölümsüz bir ağaç hiç meyve vermeden yaşamaktaydı. Kimi zaman etrafında dolaşan geyiklerin silüeti gökyüzüne yansır bize yıldız olarak görünürdü. Eğer bir gün o yıldızlardan biri yüzümüzü aydınlatırsa geyiklerin bize bir çağrısı olurdu. Tabii bu anlatılanları kafası simsim otundan güzel olmuş bunaklardan duyan halk pek de ciddiye almazdı. Tek bir kişi hariç… Günebakan! Annesinin hayata gözlerini kapatışının ardından Günebakan yapayalnız kalmıştı. Uykusuz geçen geceler yüzünden her akşam merkezdeki toplanma yerlerine gelir kendinden geçercesine hikâyeler anlatanları dinleyip hayallere dalardı. Pelerinine sımsıkı sarılır, gecenin soğuğunda çoğalan yalnızlığının ateşiyle ısınmaya çalışırdı. Bazen duydukları onu o kadar şaşırtırdı ki koyu kahve gözleri büyür, ensesine değen kısa saçları bile coşkuyla kabarırdı. Bu genç kızın her gece burada ne işi var diye meraklanan cücelerin ilgisi simsimden dolayı anında dağılırdı. Günebakan’ı buraya çağıran sadece kimsesizliği değil aynı zamanda hayatı keşfetme isteğiydi. Herkesin bir kulağından girip diğerinden çıkan şu Kako Dağı onu çok heyecanlandırıyordu.
Günlerden bir gün ne kaybedebilirim ki diye yollara düştü. Nanaya ormanlarından geçerken çeşitli mantarlar topladı. Daha önce hiç görmediği gece kuşlarıyla karşılaştı. Bir tanesinin öyle büyük gözleri vardı ki sanki evrenin tüm sırrı ondaydı. Bir cesaret durup ona yakından baktı.
– Eğer konuşabiliyorsan sana bir sorum var.
*Yollara düşmüş olan güzel ve cesur Günebakan, seninle tanışacağım günü iple çekiyordum.
– Beni tanıyor musun?
*Seni buralarda tanımayan yok. Çünkü sen hikâyenin kahramanısın.
– Hangi hikâyenin?
– Kendi hikâyenin.
– Sence Kako Dağı’na ulaşabilecek miyim?
*Önemli olan yolda olmaktır. Sonun iyisi kötüsü olmaz. Fakat daha bitmeden yeni bir başlangıç yaparsan son seni farklı bir yola taşıyan araç olur.
Devam etti böylece yoluna. Yorulduğunda yaşlı bir meşenin altında uzandı. Uzun zamandır hiç bu kadar rahat uyumamıştı ta ki bir meşe palamudu burnunun ucuna düşene dek. Cebinden çıkardığı ardıç tohumunu meşenin yanına gömüp ona teşekkür edip ayrıldı. Her ne kadar ormanın tüm bilgeliğini taşıyan güce sahip olsa bile meşenin de bir dosta ihtiyacı vardı. Yürüdükçe yürüdü. Dördüncü günü olmalıydı. Karanlıklar ormanında dolunayın ışığı beyaz zambakları parlatıyordu. Zambakların yapraklarında küçük mavi parıltılar dans ediyor, Günebakan’ın daha önce hiç işitmediği bir şiiri söylüyorlardı. Tam o esnada arp sesi duyduğunu hissetti. Yeşil yapraklar giyinmiş, beyaz uzun saçlı bir adam gölün kenarında arp çalıyor, zambaklar da bu müziğe eşlik ediyordu.
“Onun arpı uçar gökyüzünde
Sihirli melodilerle şarkı söyler
Ve sonsuza kadar uykuya neden olur
Bize mutluluğu getirir “emanet”
Onun arpı uçar gökyüzünde
Bazen üzüntüye neden olur
Dagda’nın Arp’ı
Yaşam ve ölüm üzerindeki hükümdarın
Dagda fantazyanın tanrısı
Büyünün efendisi
Dagda bizi koru ve ışığına doğru yol göster
Dagda arpını sonsuza dek bizim için çal”
Ve böylece Günebakan yaklaştı yolun sonuna. Dagda’nın büyülü ışığı Kako Dağı’na merdiven oldu. Bir kuş tüyü gibi hafif hissetti. Kimselerin erişemediği bu dağa ulaşmak nasıl da kolay oldu tuhaf geliyordu. Fakat zaten bu hikâye tümüyle tuhaf değil miydi? Dağa yaklaştığında yeniden gece oldu. Gözünü yıldızların güzelliğinden ayıramıyordu. Bir dilek hakkım olsa dedi içinden… Gülümsedi yıldızların arasında bir geyik aniden! Işığıyla aydınlatınca yüzünü kalbindeki çağrıya kulak verdi Günebakan. Ne demişti o kuş? Yol bitmeden yeni bir başlangıç yapmalıydı. Tırmandı tüm gücüyle birleştirdiği yolunda umutla yeni bir başlangıca!
FREKANS: Bulutların üstü, tanrıların dağında ulu orta!
Gövdesinde altın rengi uçuşan böcekler olan, kurumuş yapraklarıyla o ağaç şimdi tam karşısındaydı. Sol eliyle gövdesine dokunduğunda gözlerinden iki damla yaş aktı. Onu buraya getiren tıpkı bu ağacın hissettiği gibi kimsesizliğin hüznüydü. Sevgisiz ve yapayalnız kalan hiçbir canlı meyve vermezdi. Ağacın can bulması için beslenmeliydi kökleri. Bir insanın kökleri de kalbinde yer ederdi. Sevgiyle beslenmedikçe mutlu olamazdı. Gülüşlerimizdi bizim meyvelerimiz. Günebakan tüm hüznüne rağmen kızgın değildi kadere. Dagda’nın arpını dinlediği gölden taşıdığı bir kova suyu verdi ağaca. Dokunurken toprağına içinde kalan tüm sevgiyi sundu ona. Kayboldu yıldızlar ve sardı karanlık koca dağın çevresini. Daldı derin uykuya. Bir rüya gördü sanki yarı gerçek… Narin vücudunu örtmüş Ay’dan elbisesiyle çıktı karşısına rüya perisi Miu. Kadife çiçeği dudaklarıyla öpücük kondurdu Günebakan’ın yanağına. Koydu avuçlarına sert ve kabuklu benziyordu sanki bir tohuma! Açınca gözlerini, kafasına düştü patır patır meyveler. Daha önce hiç görmediği bu meyvelere şaşkınlıkla bakıyordu. Tarif edemediği bir kokusu vardı. Tadına bakmayı denediğinde hem acı hem de tatlı bir lezzet hissetti. Sanki tamamlanmayı bekleyen bir yemeğin ana malzemesi gibiydi. Aklına annesiyle birlikteyken ormandan topladıkları otlar geldi. Hepsi kendi başlarına anlamsız gibi görünürken annesinin yaptığı karışımla birer ilaca dönüşüyordu. Keşke ben de karışsam birine, ilaç gibi iyileştirsem tükenmiş bedenleri ve iyilik saçtıkça ilacı olsam kendimin.
Yere düşmüş dallardan sepetler örüp doldurdu keşfettiği meyveleri içine. Günler sonra vardığında evine, hayal etti günlerce. İnandı içindeki sihrin gücüne! Eskisi gibi sadece geceleri değil gündüzleri de çıkıp eğlenmeye, hayatın tadını çıkarmaya başladı. Sıcak bir öğleden sonra durdu yakınlarda bir fayton. İndi içinden yakaları dantel işlemeli, gül pembesi elbisesiyle uzak bir gezegenden yolu Nanaya’ya düşen bir prenses. Karşısında yeşil ceketi, kahverengi uzun eteği ve kekik kokulu peleriniyle ona hayran hayran bakan Günebakan’ı gördü. Dünya adında bir gezegenden gelen İspanyol prenses, ülkesinin gizemli büyücüsünün büyülediği atlarla yola çıktığını, burada kendisini bekleyen bir kader olduğunu anlattı. Günebakan onu evine davet etti. Birbirlerine gezegenlerinden, halklarından ve hayatın nasıl da sihirlerle dolu olduğundan bahsederlerken şömine ateşiyle ısınıyorlar, bir yandan da Günebakan’ın keşfettiği meyveler nasıl yenebilir fikir yürütüyorlardı. İspanyol prensesin kalbi öyle delicesine çarpıyordu ki buradan gittiğimde Günebakan beni unutursa diye endişeleniyordu. Bu yüzden ona hediye olarak yanında getirdiği sütü verdi. Sütten bir yudum alan Günebakan büyülenmiş gibi hissetti bu güzelliğin karşısında. Dudaklarındaki süt kokusuyla yaklaştı prensesin dudaklarına. Aşkın masum tadı dolaşıyordu. İşte o an anladılar gizemli meyvenin eksikliğini. Öğüttüler aşkları gibi meyveyi… Karıştırdılar sütü ve şekeri! Uzun uzun bakıştılar karşısında. Günebakan serçe parmağıyla bir parça alıp götürdü aşkının dudaklarına. Aşkın bir tadı olsaydı eğer, kesinlikle bu olurdu dedi prenses. Öpünce sevgilisinin dudaklarını, keşfettiği “aşkın lezzetiyle” veda etti sevgilisine. Yanaştı büyülü fayton evin önüne. İspanyol prenses inci gibi süzülen göz yaşlarıyla dönerken gezegenine, aşkın lezzetini götürüyordu tüm sevgisiz kalplere.
Ve böylece kalbe giden yol mideden geçti çikolatanın keşfiyle!
- Carmen’in Ziyaretçisi - 1 Şubat 2024
- Babooshka Aşkın Derin Sularında - 1 Kasım 2023
- Günde Bir Doz Hasekiküpesi - 1 Mayıs 2023
- Feronia ve Saxum (Özgürlüğün ve Aşkın Trajedisi) - 1 Nisan 2023
- Aşkın Lezzeti - 1 Şubat 2023
Öykü güzeldi ama en sevdiğim kısım şarkıydı. Bestelense dinlerim. Kaleminize sağlık.
Masalsı ve sade bir anlatım olmuş, kendi iç sesimle okurken keyif verdi. Sesli öykü güzel gider bence, elinize sağlık. Ortaya bir fikir konulmuş ve bunun üzerine hazırlanmış bir öykü ve içinde kulağımıza küpe olacak öğütler var gibi. Okurken yer yer duygular içinde gezindim, dokunuşlarınız var ve sert değillerdi. Aslında biraz sertlik zıtlık iyi giderdi bana soracak olursan. Öykünün sonu aceleyle bitmiş gibi durmuş ve biraz daha uzun olabilirmiş belki. Yazma yeteneğiz aşikar.
Öyküden şu kısmı paylaşmak isterim;
“Ağacın can bulması için beslenmeliydi kökleri. Bir insanın kökleri de kalbinde yer ederdi. Sevgiyle beslenmedikçe mutlu olamazdı. Gülüşlerimizdi bizim meyvelerimiz.”
Teşekkür ederim ışık dolu yorumunuz için. Insan cümleleriyle kendine ayna tutuyordur aslında. Ve evet ben de çok uzun yıllar önce kendime inandığım için şuan ikinci romanım çıkıyor. Hayatın ilham dolu ışığı sizin de üstünüze olsun, sevgilerimle.
Belki bir gün sözlerini yazdığım gibi bestesini de yaparım, dinlersiniz. Sevgilerimle.
Doğru. Kendim yolun başında olunca sözlerime yansıyor ister istemez. İkinci romanınızda ise başarılar diliyorum.