Öykü

Savaş Döngüsü

Kanla yazılı “intikam” kelimesi dikkat çekiyor sessiz ve karanlık dört duvar arasındaki şu taş sütunda. Yıllar önce yazılmış, ben gelmeden çok önce ve bir başkası tarafından… Yabancı bir dilde üstelik, çok eskiden unutulmuş bir dilde ama nasıl oluyorsa okuyabiliyorum. Tavanın köşesindeki yarıktan ayın ışığı sızıyor. Gece oldukça uzun, yıllar sürüyor…

Kapı aralanıp bir parça somun çıkageliyor. Bayat, tatsız bir şey ama yemek zorundayım; yarın bir kez daha deneyeceğim şansımı. Hoş, şans dediğin önceden belirlenmiş zaten bu savaşta; güçlü olursam kazanabilirim ama…

Uyumaya çalışıyorum, rüya ve düşünceler arasında boğulup gözümü karanlığa açıyorum… Defalarca…

Ateşler yaklaşıyor, meşaleler koridoru aydınlatıyor; davul sesleri zamanın geldiğini söylüyor. Buradan çıkmak için tek seçeneğim savaşmak. Pes edenler bir gün daha yaşıyor, sona kalan tek kişi özgürlüğünü kazanıyor. Ölenlerin de bir şekilde bu işkenceden kurtulduğunu söyleyebiliriz ama ben bir savaşçıyım, kazanmak zorundayım.

Ellerimizden zincirli halde uzunca bir yol gidiyoruz. Bir dolu ucube var, kimi dev gibi yaratıklar kimi hayvandan bozma mutantlar; burnu yamulmadan önce eli yüzü düzgün olabilecek bir avuç insan bir de… Buraya nasıl düştüm ben? Bu oyuna nasıl geldim?

“Silahını seç.”

Arenada sağ kaldığın her gün için bir jeton alırsın; gladyatörler, daha doğrusu mahkumlar, bu jetonları ekipman kiralamak için kullanabilir. Sopa, bıçak ve tahta kalkan ücretsiz; yedi jetona uzun bir kılıç alıyorum elime. Haftalar önce bunu kullanmıştım, iyi bir dengesi var, hızlı hamleler için ideal. Kalan iki jeton ile deri bir zırh alabilirim ancak biriktirmeyi seçiyorum. Demir parmaklıkların arkasında beklerken dev ateşlerin aydınlattığı dövüş alanı kanlı toprağıyla ışıldıyor.

“Kazanmak için yanıp tutuşuyorlar. Son kalan buradan kurtulacak ve özgür olacak! Sıkı bir dövüş görmeye hazır mısınız? Canını dişine takmış birinden daha gerçekçi ne olabilir? Günün bütün yalanlarını unutun ve ölümün hakikati ile hayat bulun!”

Parmaklıklar yavaşça yukarı doğru açılıyor. Bu sahneyi birçok kez gördüm. İlk turda kol bantlarımıza göre takım olarak ilerlemek zorundayız, bugün maviyim, irice taştan bir canavarın peşi sıra gidiyorum. Kendimi çok yormamalıyım, bazı yeni gelenler bu ilk turda bütün enerjilerini harcıyor, asıl olan ikinci tur…

Kargaşadan uzak durmaya çalışsam da maymun kılıklı, uzun balta taşıyan bir deli düşüyor peşime. Birkaç gün öncesinden bana sinirli belli ki, aniden durduğum zaman bocalıyor. Baltası kılıcıma göre oldukça ağır görünüyor, adamsa çok güçlü değil. İki kez hamle yapacak gibi olup geri çekiliyor, hiç hareket etmiyorum, gerçekten vuracak olsa baltayı daha geriden savurmak zorunda. Üçüncü hamlesi şaşırtma amaçlı değil, kaslarının şekli bunu ele veriyor, yana doğru takla atıp baltanın yere saplanışını izliyorum.

“Asla bütün umudunu tek bir saldırıya yükleme, yedek planın olmazsa kaybedersin.”

“Bekle… Jetonlarımı alabilirsin!”

“Öldüğün zaman öyle yapacağım zaten.”

“Sana yardım ederim! Nasıl çıkacaksın buradan, bir müttefikin olmadan?”

“Üzgünüm, buraya düşme sebebim bu zaten… Bir dostum olduğuna inanmak…”

Kılıcım otomatik bir şekilde kaburga kemiklerini aralayıp kalbine saplanıyor. Kanın sıcaklığı ellerimi kaplarken arkamdan yaklaşan gölgeyi hissediyorum. Üç bacaklı bir şeytan bu, başka bir takımdan, sopasını savurup beni hazırlıksız yakalamaya çalışıyor. Sinirle kükrediğimi işitince tereddüt ediyor. O sırada bizim takımdan taş adam geliyor, karşısında durmak istemeyeceğiniz biri o… Ya da bu durumda ayağının altında…

İlk turda pes etmek yok, yedi takımdan üçü kalana kadar savaş devam ediyor. Kulakları sağır eden bir borazan sesi ikinci turun başlangıcını haber veriyor. Artık takım diye bir şey yok, herkes tek… Pes etmek isteyenler arenanın merkezindeki taşa çıkabilir, burada olanlar hükmen yenik sayılıyor; gözünü hırs bürüyenlerse ölene kadar savaşıyor. Ne garip ki kazananlar hep böyle aptalca bir inatla savaşanlardan oluyor… Bir gün daha yaşamak için taşa çıkıyorum. Birkaç kişi daha böyle yapıyor ve kalanların ölümüne savaşını seyre dalıyor…

Ortak giden bir ikili yine… İkinci turda gruplaşmalara çok sık rastlanıyor. Ne var ki kısa sürecek bu dostluk, tek bir kazanan olabilir. Tahmin edilen üzere o ikili kalıyor sona, bir süre bekliyorlar ne yapacaklarını bilmeksizin.

“Bu noktaya gelebileceğimizi hiç düşünmemiştik.”

“Bence pes et, bir kez daha dene.”

“Bir daha bu kadar ileri gidemem. Kazanmak zorundayım.”

Hangisinin kazandığı umurumda değil. Davullar çalıyor, bir silüet yere yığılırken diğeri kapıdan çıkıp gidiyor. Onu neyin beklediği meçhul ama herkes onun gittiği yere gidebilmek için can atıyor.

Köyün kâhini karar verir kimin ne olacağına. Ben doğduğumda bir asker olduğumu söylemiş, böylece babam krallığın öncü birliklerine teslim etmiş beni küçük yaşta. Kral Theros topraklarını geniş tutmayı sever ve kendisine kazandıranları ödüllendirmek konusunda cömerttir. Eğitimimin ardından savaş meydanlarındaki başarılarım sebebiyle hızla yükselmem birilerinin dikkatini çekmiş olsa gerek… Dostum olduklarını söylediler… Birlikte başaracağımızı… Oysa üzerime bastıkları vakit yükselen yalnızca onlardı. Öyle bir düşüş kavradı ki beni, kurtulamayacağım apaçıktı. Aksi takdirde öldürürlerdi, bu sebeple biliyorum ki bu ölmekten beter…

Bir gün daha yaşıyorum işte. Bir gün daha aynı koridorlardan geçip hücreme giriyorum. Burada savaşacak bol; hırsızlar, köleler, aldatmaya alışkın olanlar ve aldatılanlar, kazanma hırsıyla yanıp tutuşanlar… Kazanan oluyor tabii, her gün bir tane, kaybeden yüzlercesine karşılık… Korktuğum için kazanamıyorum lakin kazanamadığım için de kaybetmiyorum…

“İntikam” yazıyor duvarda, kim bilir kim yazmış? Ne düşünüyormuş kendi kanıyla taşları boyarken? Bir yemin etmiş belki de… Kazanmış mı peki? Artık burada olmadığı kesin… Kim bilir şu an nerede?

Bir somun ekmek atılıyor kapıdan, bir parça ay ışığı sızıyor taşların arasından. Güneş hâlâ yok, nasıl bir gece bu böyle? Vakit geliyor, meşaleler yaklaşıyor; silah olarak bir mızrağı seçiyorum tek jetona, bugün daha geride durmalıyım, mızraklara o kadar alışkın değilim… Yeşil bir deri bağlıyor gardiyan bileğime, halka şeklindeki koridoru takip edip yeşil flamanın asılı durduğu parmaklıklara yaslanıyorum.

“İlk seferi olan birine tavsiyeniz var mı?”

“Hiç başlamamış olman gerekirdi.”

“Maalesef bu mümkün değil. Ömür boyu hapis cezasından kurtulmamın tek yolu bu.”

“Ne yaptın ki?”

“Hiçbir şey…”

“Zaten hep öyle olur…”

Borazan sesi, açılış konuşması… Paslanmaya yüz tutmuş parmaklıklar yükseliyor. Benim için yirmi dördüncü kez, ancak arena için binlerce defa olmuş olmalı bu. Üzerinde kan döken şu çılgınlardan şimdiye dek bıkmış olmalıydı; belki de öyle gerçekten ama elinden bir şey gelmiyor onun da… Kanla sulanan topraklar çaresizlik kokuyor…

Ansızın başlayıp biten dövüşlere destek olmaya çalışsam da yeşil takım zayıf kalıyor, bir bir adam kaybediyor. Cesetlerden birinin yanına çöküp kol bantlarımızı değiştiriyorum, uzaktan görenler silahını almaya çalıştığımı zannedecek, oysa ben takım değiştiriyorum. Sağ kalmak için esnek olmak gerekiyor, kaybedenler arasında kazanamam. Kırmızı takım son üçe kaldığında merkezdeki taşa çıkıyorum, buraya ilk turda çıkmaya çalışanları şişlemek için bir muhafız bekliyor; zamanlama önemli…

Bugünün kazananı dünkü taş adam, kimse şaşırmıyor, güçlü olmak kaderi zira… Bense bir savaşçıyım, bir gün daha savaşmak dışında yapabileceğim bir şey yok. Bir düzenbaz gibi her şeyi riske atıp sonuna kadar savaşamam…

Kaç defa tekrar ediyor aynı şeyler bilmiyorum… Otomatik bir hal aldı yaptıklarım. Gücümün yetmediği yerde tecrübeme başvuruyorum artık. Silaha jeton harcamak yerine hafif ama koruyucu bir zırha yatırım yapmak daha mantıklı. Savaş alanında ilk düşenlerden birinin silahını almak işimi görüyor. Bunlar genelde yeni gelenler, heyecanlılar; ellerindeki ilk on jetonu saçma bir şekilde harcıyorlar, kazanacaklarından emin olduklarından koşar adım sahaya dalıyorlar. Tasarruf edilen bir jetonla iyi bir akşam yemeği için muhafızlarla anlaşabileceklerini bilmiyorlar.

İki yüz günden biraz daha fazla oldu zannediyorum ki… Odamın duvarları kaçış için fazla zorlu. Arenaya giderken ellerimiz kelepçeli oluyor. Savaş meydanında ise kaçacak bir yer yok. Ölü taklidi yapanlara karşı cesetler aslanlara atılıyor. Çıkış için kazanmak şart… Bir plan yapmalıyım, bu şekilde devam edemem. Günler gittikçe hızlanıyor ve daha da anlamsızlaşıyor.

“Bir gün daha, öyle mi asker?”

“Evet, hazır olana kadar bekliyorum.”

“Taşın üzerinden onları gözlemlediğini biliyorum, emin olduğun zaman harekete geçeceksin, öyle değil mi?”

“Her seferinde yeni gelenler oluyor; gelip ölüyorlar ama onlarla körlemesine dövüşemem.”

“Bazen riske girmek lazım.”

“Hayatın pahasına mı?”

“Burada geçer akçe o…”

“Baksana, dışarıdan biriyle görüşmek bana ne kadara mal olur?”

“Sende ne kadar var?”

“Yeteri kadar olabilir, bu aralar biriktiriyorum.”

“Kiminle görüşeceksin?”

“Eğitmenimle…”

“Ah, ama askerden birini buraya çağıramam, seyircilerden biriyle görüşmeni sağlayabilirim ama, o da mesajını eğitmenine iletir…”

“Neyse, şimdilik kalsın, sonra tekrar düşünürüm.”

“Keyfin bilir.”

Şu akılsız seyircilerden biri gelecek de dediklerimi ona iletecek, buradan haykırarak ona ulaşma ihtimalim daha fazla… Peki ya özel bir gün olur da önemli kişiler seyirci olursa? O zaman bir şansım olabilir belki… Seyircileri izliyorum artık savaşanlar yerine, bir gün fark yaratabilecek biri gelmeli şu çılgın yere…

Kaç yüz gün oldu emin değilim… Seyredenler hep kaçış peşinde olanlar, bizim çaresizliğimizi izleyerek kendilerini avutuyorlar. Asıl çaresiz olanlar onlar belki de… Günlerimi çalan şu hapishane bir parça bilgelik bırakmadan edemiyor. Dışarısı yerine içeride arıyorum kurtuluşu kimi zaman…

“Yarınki gösteride önemli kişiler olacak…”

“Kimler?”

“Tam olarak emin değilim, ama bunlar kralın kalesinden geliyorlar.”

“Ayak işlerini yapan yardımcılar olabilirler…”

“Yine de dönecekleri yer kale olacak, orada eğitmenine ulaşmaları zor olmayacaktır.”

Kolay olacağını da zannetmiyorum ama yine de kırk jetona anlaşıyoruz, kaleden gelen ziyaretçilerden biriyle görüşeceğim…

İki yıldan fazla olmuş olmalı, bu düzene fazlasıyla alıştım; bu odanın taş duvarlarında tanıdık bir his var… Silahlar, gardiyanlar, savaşlar tanıdık… Yeni gelenler bile birbirine benziyor, insanın kim olduğu ölümle burun buruna olunca ortaya çıkıyor. Zamanla benim izimden gidenler ortaya çıktı, ilk turu bir şekilde atlatıp ikinci turda pes ediyorlar. Seyircinin tepkisini çekiyor bu, daha fazla dikkat çekmemek için ikinci turda da biraz savaşır oldum. Biraz göstermelik bir savaş bu ama o kadar uzaktan bakanlar için ne olduğu önemli değil. Kanlı bir kılıç havada hareket edince amansız bir kavga gördüğünü sanıyor bu akılsızlar…

Günün galibi kapıdan çıkarken hücrelerimize götürülüyoruz, muhafızın yanında yabancı biri var eşlik eden.

“Selam dostum, bu adam seninle görüşmem gerektiğini söylüyor.”

“Evet, anlatacaklarımı iyi dinle. Kralın ordusuna asker yetiştiren Eğitmen Daris’e ulaşmalısın, ona Jul yaşıyor de, tuzağa düşürüldüğümü söyle.”

“Korkarım bunu yapamam, Eğitmen Daris geçen yıl aldığı yara sonucu hayatını kaybetti. Haberin yok muydu? Ne kadar zamandır buradasın?”

Oldukça uzun bir zaman…

Bu bir komplo olmalı, beni sırtımdan bıçaklayanlar aynını Daris’e de yapmış. Kırk jetonu boşa harcadım…

“Krala yakın mısın?”

“Atlara bakarım, onu bir keresinde uzaktan görmüştüm.”

“Buraya niye geldiniz?”

“Eğlenmek için; aslında bir iddia meselesiydi, lordumuz kazandığı zaman bize bunu ikram etti.”

“Eğlendiniz mi bari?”

“Kazanan gladyatör oldukça iyiydi…”

Aşina olduğum duvarlara geri dönüyorum yol bitince, gardiyan getirdiği adamın eline bir şey verip ona dönüş yolunu gösteriyor. Çok umutlu değildim bu plandan, ama yine de suya düşmesine üzülüyorum…

“Akşam yemeği?”

“Olur, iki jeton harcayabilirim.”

“O halde büyük bir et alabilirsin, biraz soğuk ve kuru ama et ettir.”

“Kaçması için birine yardım ettiğin oluyor mu?”

“Ah, sen riskli işleri sevmezsin, ben de öyle… Bunun için bir servet ödemek gerekir, yine de kabul etmem, akşam evime dönebilmeyi tercih ederim.”

“Yardım edenler var ama öyle değil mi?”

“Duyduklarım oldu tabii…”

Ertesi gece uğrayan gardiyan, kırk bin jeton karşılığında hücre anahtarlarımı ve yedek muhafız üniformasını verebileceğini söyledi, ödemeyi dışarıdan bir tanıdığım da yapabilirmiş. Sorun şu ki benim sadece yüz elli jetonum var ve dışarıda tanıdığım bir kimsenin kaldığını zannetmiyorum…

Seyircilerin bir kısmı para kazanmak için geliyor buraya, gladyatörler üzerine bahis oynanıyor. Galibi bilmek en çok kazandıran şey ancak ilk turda ölenleri tahmin etmek de bir miktar işe yarıyor. Muhafızlar da katılıyor bahse, başkalarına kazandırırsam küçük bir pay alabilirim belki.

“Bak şu yeşil derili kertenkeleyi görüyor musun? İlk üç dakika içinde onu öldüreceğim ama beş jetonunu alırım. Anlaştık mı?”

Muhafız önce şüpheyle yaklaşıyor ama sonra kabul edip bahisleri toplayan görevliye koşuyor. Demir kapılar açıldıktan iki dakika sonra kertenkelenin başı yerde… Bu şekilde küçük işlerle başlayıp yavaş yavaş ilerliyorum.

“Adamı son beşe taşıyabilir misin?”

“Bu sana pahalıya patlar, ikinci turda da epey dövüşmem gerekecek.”

“Beşe bırakırsan beş yüz jeton, kazandırırsan bin daha; ne dersin?”

Aslında olabilir, bugün savaşanlar arasında çok zorlu rakipler yok gibi duruyor. İlk tur sorunsuz geçiyor, ikinci turda onun saldırdıklarına odaklanıyorum. İşin kötüsü, korumaya çalıştığım adam benim peşime düşüyor.

“Bekle, ne yapıyorsun sen? Sana yardım etmeye çalışıyorum.”

“Herkes tek zannediyordum.”

“Bana güvenebilirsin.”

Ve güveniyor da… Omuz omuza çarpışıp önümüze geleni indiriyoruz. Geriye sadece ikimiz kalana dek… Aslında onu yenmek çok zor görünmüyor ama sırtından bıçaklayacak olursam anlaştığımız gardiyan peşimi bırakmayacaktır. Yapmam gereken tek şey pes etmek ve paramı almak, bu şekilde ikimiz de buradan kurtulabiliriz. Benim kurtuluşum biraz geriden gelecek ama olsun, buna değer…

Merkezdeki taşa yaklaşınca muhafız mızrağını üzerime doğrultup başını hayır anlamında sallıyor. Arena yöneticilerinden biri halka sesleniyor.

“Kurallarda ufak bir değişikliğe gittik, eminim sizi mutlu edecek bir olay bu. Son beşe kalanların pes etmesi yasak, böylece gladyatörler savaşın en güzel kısmında çekip giderek hevesinizi kursağınızda bırakamayacaklar.”

Bunca zaman uygulamaya girmemiş bir kural şimdi çıkıp geliyor, öyle mi? Bunun rastlantı olduğunu hiç sanmıyorum…

“Sanırım şanssız günümüzdeyiz.”

“Evet, ikimizden biri ölmek zorunda.”

Ölmeye hiç niyetim yok. Hızlı bir şekilde üstüne atılıyorum, o sırada bronz kalkanıyla kendisini korumaya çalışıyor; yuvarlak kalkanı kenarlarından tutup kendi ekseninde çevirerek elinden kurtarıyorum…

“İyi dövüşçüsün, hakkını vermem gerek.”

Savaşırken konuşmak insanın dikkatini dağıtır, kılıcımı boynuna doğru fırlatışımı fark etmiyor bile; artık çok geç, elleriyle kanın akışını durdurmayı deniyor ama başarısız oluyor. Davul sesleri kazananı ilan ediyor, buradan kurtulmak için tek yapmam devam etmekmiş demek…

Gardiyanlardan biri çıkış kapısını açıyor. Özgür müyüm? Arenadaki ateşlerden uzağa, ormanın karanlığına doğru gidiyorum. Kuş ve böcek sesleri, uzakta akan bir nehir… Aydınlık bir gece…

“Anlaşmamız böyle değildi dostum…”

Adamını kazandırmak için anlaştığım muhafız bir grup arkadaşıyla beni takip etmiş.

“Üzgünüm, yeni bir kural olduğunu bilmiyordum.”

“Sorun değil, odada biriktirdiklerini aramızda paylaştık zaten. Ben başka bir şey için geldim. Yıllar önce, buradan çıkacak olursan seni öldürmem için bana yüklü bir miktar teklif eden bir asker vardı…”

“Bu yıllar önceymiş ama, teklifin hâlâ geçerli olduğunu nereden biliyorsun?”

“Şansımı deneyeceğim…”

Koşmaya başlıyorum, ardıma bakmadan, buradan çok uzaklara… Sonsuza dek takip edemezler, geri dönmeleri gereken bir yer var fakat benim için geçerli değil bu, dönecek hiçbir yerim yok…

Ama geri döneceğim; bundan yıllar sonra, hazır olduğumda, sütundaki o yabancı sözcüğün hakkını vermek için… Buraya düşme sebebim olan Loan’a yaşadıklarımı yaşatmadan rahat edemeyeceğim.

Garip bir şey şu insan dediğin, rahat etmek adına rahatını bozmadan edemiyor… Oysa her şeyi unutup özgürlüğün tadını çıkarmak var… Ama unutmaya çalışırken hatırladığım tek şey bu olup çıkıyor… İntikam…

Sinan Sonlu

Bilkent Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği mezunuyum, şu an yine aynı üniversitede bilgisayar mühendisliği üzerine doktora yapmaktayım. Kitaplar hayatımda daima önemli bir yere sahip olmuştur. Okunacak yazılar yazabilmek, dinlenecek sözler söyleyebilmenin yanında, en büyük hayallerimdendir.