Öykü

Yetmeyecek Kadar Umut

Kaza yeri

Umut ne işe yarar?

Yıldırımla kavrulup kül olmadan önce genç adamın aklındaki son soru buydu.

Gece yarısı iki arkadaş motosikletle köy yolunda ilerliyordu. Altlarındaki aletin gücü yerindeydi ama köy yolu yağmurda baş edilmez bir hal alıyor. Bu yol yıllardır bir türlü düzeltilemedi, madene giden kamyonlar yolu sürekli yaralıyor. Yine de hızlıydılar, yolun çökmüş kısımlarına girmemek için akrobatik hareketler yapıyordu şoför.

Çıkaracakları bir define vardı ve zamanları azalmıştı: Hocanın bildirdiği alametler kaybolmadan işlerini halletmeliydiler. Ama şansları yaver gitmedi. Birisi beyaz ışıkla peydahlanan alevlerden kurtulamadı. Diğeri birinci derece yanıklarla hastaneye kaldırıldı.

Yağmur şakaklarını döverken belki aklında başka sorular da vardı. Bunları öğrenemeyeceğiz.

Kasaba

Yıldırımın açtığı yarıktan ilerleyelim. Bu yarık biri berber (40) birisi işçi (28) iki gencin hayatının tam ortasından geçer ve jandarmasıyla, cinci hocasıyla, umutları ve çaresizlikleriyle bir ilçeden başlayarak bir ülkenin ruh halini kat eder.

O gün hangisi öldü? Hangisi kurtuldu? Bilmiyoruz. Yaşayan da bilmiyor. Tek bildiğimiz, aynı gemide olup olmadığımızdan emin olmasak da, aynı cinnetin bir parçasına tutunduğumuz.

İşçi, hacı hoca tayfasıyla arası iyi olmadığından, hazineciliğin hocaya gitme kısmını sevmezdi. Ama bunu gerekli bir uygulama olarak kabul etmişti. Hafta sonları içki içerdi ama defineye çıkacağı zaman, birkaç gün öncesinden içmeyi bırakırdı. Karanlıkta, dağda bayırda insanın neyle karşılaşacağı belli olmaz.

Çoğu zaman Berber‘le çıkmazdı defineye, aslında sevmezdi bu adamı. Umudu çok azalmış olduğundan (ya da gerçekliğe tahammülü bitmek üzere olduğundan), bu sefer altın sikkeyi bulduğunda berberin dükkânında aldı soluğu.

Garip bir adamdı Berber. Definecilikten emekli olmuştu ama sigortadan emekli olamamıştı. (Bunu söyledikten sonra gülerdi.) Küçük bir dükkânı vardı. Nadiren çıkıyordu defineye artık, düzgün bir işaretle birisi geldiğinde. Bu işleri ilçede en iyi o bilirdi.

Esnaf tuhaflıkları yüzünden ona pek yanaşmazdı. Aslında bunun sebebini herkes anlamaz. Samimi olmadığı müşterilerine ve eşrafa garipliklerini göstermez, çok kibar davranırdı. Ancak samimi olduklarıyla derin konulara girerdi. ( Favori konuları hazine, cinler ve Osmanlı’nın yıkılışında İngiliz istihbaratının rolü.)

Bazı olağanüstü güçleri olduğuna inanırdı Berber. Kimisi gülerdi onun iddiasına, tabi böyle durumlarda iddiasını ispat etmesi gerekir. Bundan da çekinmez, elini müşterilerinin başına koyar, dertlerini ya da karakterlerini tahmin etmeye çalışır. Sonra bir sessizlik… (Kendinden emin bir ses tonuyla)

– Bildim değil mi abi ?

Berber bunlara gerçekten inanıyor mu? Bu soruyu kendisine hiç sormadı. En büyük bilgeliği budur. Karısıyla arası pek iyi değil, eve gitmemek için çok uzun saatler dükkânda bekler. Son üç yılda birbirlerinden iyice uzaklaştılar. Hem geçim sıkıntısı vurdu onların ilişkisini, hem de Berber‘in adam bıçaklama olayı.

Kumar mevzusuydu mesele. Bir gün yine gereğinden fazlasını kaybetmişti, zaten elinde avucunda ne vardı ki. O gün yüz bin lira kaybetti, üstelik paranın para olduğu zamandı. Ona kalan mirasın yarısıydı bu. Ailesi ona ne vermişti ki zaten, bunu vermişlerdi o da gitmişti işte. Ama masada söylenmeyecek bir şey söyledi birisi, o da gereğini yaptı. Pişman değil. Ama o olaydan sonra karısı ile arası aynı olmadı.

Senin yapacağın şey değildi bu demişti karısı. Haklı mıydı? Emin değil. Oradaydı, oradan kurtulmak istiyordu ve başka bir şeyden kurtulmuştu. O günden sonra karısı onun söylediklerini dinlemez oldu. Ne dese sustu. Bu Berber‘in ruhunu en çok inciten şeydi. Berber‘i kendisi yapan şey, anlatmaktı. Karısı en zayıf yönünü nasıl anlayıp buradan onu yaralayabilmişti? Esaslı kadındı.

Bir şeyler anlatmak zorunda hisseder kendisini sürekli. Bunları uydurarak neden kaçıyor? Nereye bakmak istemiyor? Aslına bakılırsa karısıyla anlaşamamasının sebebi de hikâyeleriydi. Eskiden onu dinlerdi eşi. Bir süre sonra hikâyeleri o kadar absürtleşti ki, karısı onu dinlememeye başladı. Bunu hiçbir zaman kaldıramadı adam. Aynı sebeple hikayeleri de giderek daha fazla absürtleşti.

Ninesi çok güzel hikâye anlatırdı. Cinler, periler, iyeler çocukları gece karanlığına ve maceraya çağırırdı onun hikâyelerinde. Ama onun hikâyeleri çok daha ağır. Zaman mı değişti, hikâyeler mi, yoksa insan mı. Emin olamıyoruz.

İşçi ise defineye birkaç senedir çıkıyordu, bu işlerde yeniydi. Ama yine de defineciliğin gerektirdiği saplantılı zihin yapısı ve hastalıklı dikkati çabucak geliştirmişti. (Ya da buna sahip olduğu için defineye başlamıştı.)

Definecilikte en büyük sıkıntı hazinenin şekil değiştirmesidir. Bir kazıya başladıysan, gözünü dört açacaksın. Gözünü bir an bile kırparsan, hazine bir yılan, bir sıçan şeklini alıp kaçabilir. Sonra yakala yakalayabilirsen. Pis bir iştir bu, gereken her şeyi yapsan, en iyi hocayı bulup okuyup üfletsen, günlerce namaz kılıp oruç tutsan bile hazine elinden kaçabilir. Bizim kahramanımız böyle iki kere define kaçırdı.

Sonra elinde boş bir küple, kırık bir sandukayla, birkaç taş parçasıyla kalıverir insan. Hocanın dediğine göre böyle durumlarda define bir sinek, bir böcek şeklini alıp toza toprağa karışırdı. Definenin mührünü kim açmışsa, altınların üstüne elini bismillah deyip koymalıydı, başkasının elinin değmesi kar etmezdi. Çok hayret etmişti buna ilk duyduğunda. Eskilerin büyüleri böyleymiş.

Sonraları kendini teselli etmek için şöyle düşündü: Belki de o hazineler bir böcek, mesela bir sinek şeklini alıp şehre, hatta bir gün çalıştığı tekstil atölyesine bile gelebilirdi. (Bu düşünceyi kimseyle paylaşmadı. Paylaşmayacak kadar aklı başında ama bu düşünceden kurtulamayacak kadar bu kuruntuya ihtiyacı var.)

Bu teselli, üzüntüsünü azaltsa ve hazineyle yeniden karşılaşma umudunu onda uyandırsa da, sonradan onu daha takıntılı hale getirdi. Karısıyla oturmuş TV izlerken bir sineğin peşine düştüğünde bir tehlike yaşamamış olsa da, bir kertenkelenin peşinden akan trafiğin ortasına atlaması ve bir arabanın son anda fren yapmasıyla kıl payı kazadan kurtulması şans eseriydi.

Genç adam bu kuruntusu yüzünden, atölyede her böceğin, her sineğin peşine düşer olmuştu. Neyse ki vardiya başı bu garipliğini onun böcek korkusuna yordu. Evet, bu da doğru olabilirdi. Çünkü her yakaladığı böceği suyu çıkana kadar ayakkabısı ile eziyor ya da gazeteyle iyice duvara yapıştırıyordu. Onları ezdikten sonra rahatlıyor muydu?

Onun bu garipliğine birkaç kere patron da tanık olmuştu. Kedi misin oğlum sen, böcekleri avlayıp yiyor musun, diye dalga geçmişti. Bu şakaya karşılık vermedi. Terli ve sinirliydi. İçinde sürekli bir öfke vardı ve böcek öldürünce azalmıyordu.

‘Dünyanın işi belli olmaz’ diye düşündü ve karısını hatırladı. Karısı hasta. Midesinde zehirli kurt var doktorun söylediğine göre. İlaç veriyorlar ama şimdilik müdahale edemiyorlar. Ameliyat için zaman vermediler; ameliyata kadar perhiz yapması (bu fazladan masraf demek) ve spor yapması gerekiyor. Belediyenin yüzme havuzuna gidiyor.

Hasta olacağı önceden belliydi diye düşündü. Ailesi başının etini yiyip durdu. Ben yine iyiyim; işe diye çıkarım evden, kahveye diye çıkarım evden, mesai var diye çıkarım… Kadın kaçamıyor ki, aynı apartmanda, kayınpederin evinde yaşıyoruz. Ayrı eve çıkacağız diye söz verdim ama ne zamana nasip olur belli değil. Borçlar azalmıyor ki.

Kurtların büyüklüğünü çok merak ediyor. Hareketlerini de. Acaba doktor, onun böcekleri öldürdüğü gibi mi öldürecekti kurtları? Yoksa yakalayıp bir kurşun kaseye mi koyacak? Ameliyata girecek doktordan bu kaseyi isteyebilir miydi? Doktor kızabilir, cesaret edebilirse… Bahane olarak ne diyeceği belirsiz.

Tam bu noktada karakterimizin en inanması güç kuruntusuna geliyoruz: Define karısının midesine girip (kurt şeklinde) saklanmış olabilir miydi? Dünya bu kadar üzerine gelir mi insanın? Bilmiyor. Bazı geceleri usul usul nefes alırken Hacer’in (karısı) midesini yoklayacak oluyor. Midesi her zaman şiş.

O üzerinde ayva tüyleri olan, lekeli yumuşak göbekte doğmamış çocuklarıyla birlikte yatıyor olabilirdi define. Belki de bir çocuk daha yapmalılar. Birden karısının hasta olduğunu hatırlayıp, şimdi olmaz diye mırıldanıyor.

Mutfağa gidip bıçaklara bakıyor sonra. Bir yandan Mehmet Bey’in doğru söylediğini, delirmeye başlamış olabileceğini düşünüyor. Bir yandan da işin içinde bir gizem yoksa neden bu kadar boktan bir durumdayım diye düşünüyor: Karısı hasta. Çocuklar masraf kapısı. Para yok. Çocuk para ister. Doktor ister. Patron zam yapmaz. Define kaçar.

Hocanın dediği doğru, her şey birbirine dönüşüyor. Kahramanımız ise öylece duruyor. Define kaçmasın diye etrafına mukayyet oluyor. Ve geceleri mutfağa gitmemeye çalışıyor.

Bir telefon gelirse, fırtınalı bir gecede defineye çıkmayacağını söyleyebilir mi? Bunu söylemesinin bir anlamı var mı? Motor depoda yatarken, gırtlağına kadar borç içindeyken…

Kıraathane

Bu hikâye inandırıcı bulunmayabilir. Şöyle sorulabilir: Gerçekliğin bu kadar bükülmesini hangi karakter kaldırabilir? Hikâyemizi inandırıcı olmamakla suçlayacak olanlara şu soru yöneltilebilir: Gerçekliği çarpıtmadan, insan kaderin ağırlığına, kötülüğe ve adaletsizliğe nasıl dayanabilir?

Emin olduğumuz şu: Kahramanımız son virajda şarampole yuvarlanmadı ve orada karşılaşmadı yıldırımla. Düzen zaten onu ve arkadaşlarını uçuruma yuvarlamıştı. Bu noktadan sonra yıldırıma yakalanmak ya da ondan kurtulmak, köşeyi dönmek ya da dönmemek arasında fark yoktu. Bu farkındalık, hikâyenin hüznünü bir miktar azaltabilir.

Bu hikâyede merak edilebilecek son bir nokta kalıyor:

Neden defineye çıkmak için o geceyi seçmişlerdi?

Bir yoruma göre, hoca yarım ay bitmeden çıkarmaları gerektiğini söylemişti. Hem mum yakıp cinlerine sormuş, hem gökyüzündeki işaretleri okumuştu. Gecikmemeliydiler. Hazine doğru zamanda, doğru yerde abdestli bir el onu yakalamazsa murdar olurdu.

Ama definecilik için o gün o saati seçmelerinin tek sebebi bu olmayabilir. Jandarma o günlerde devriyeleri sıklaştırmıştı. Fırtınalı bir gece, jandarmaya yakalanmamak için iyi bir zamandı. Kasabanın gençleri definenin, hocalar cinlerin, jandarma hepsinin peşindeydi.

Berberin arkadaşları kazayı duyunca şok oldular. Bekledikleri darbe ne cinlerden, ne jandarmadan gelmişti. Demek Allah da zengin olmalarını istemiyordu.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for Aremas Aremas says:

    Bana göre cümlelerinizin bazılarında, orada bulunmaması gereken veya bulunmasıyla bir fark yaratmayan kelimeler var. Anlatımınız bana dağınık geldi. Okurken anda kalamadım. Sürekli olarak kim, şimdi ne yapıyor, ne oluyor gibi soruları sorarak arandım. Paragraflar arasında da tutkal eksikliği var. Birçoğu birbiriyle yeterince bağlı değil bana göre. Bunun dışında bazı noktalara değinmek isterim.

    Gece yarısı iki arkadaş motosikletle köy yolunda ilerliyordu. Altlarındaki aletin gücü yerindeydi ama köy yolu yağmurda baş edilmez bir hal alıyor. Bu yol yıllardır bir türlü düzeltilemedi, madene giden kamyonlar yolu sürekli yaralıyor. Yine de hızlıydılar, yolun çökmüş kısımlarına girmemek için akrobatik hareketler yapıyordu şoför.

    Hem şimdiki zaman hem de şimdiki zamanın hikayesini kullanıyorsunuz. Anlatım dilinizde çok özel ve yapısal tuhaflıklar yaratmıyorsanız -ki burada öyle bir şey yok- tek bir zaman kipi kullanmalısınız. Ya geçmiş zaman diliyle ya da şimdiki zaman diliyle anlatın.

    Diğeri birinci derece yanıklarla hastaneye kaldırıldı.

    Üçüncü derece yanığı kastetmiş olabilirsiniz. 1.derece yanıklar krem vs. ile tedavi edilir, kimse hastaneye kaldırılmaz. Buna mı takıldınız diyebilirsiniz ama eğer teknik hususlardan bahsedeceksek bilmiyorsak bile araştırmak; bir yazar olarak bizi daha iyi gösterir.

    Hikayecilikte görece yeni olabileceğinizi tahmin ediyorum. Bolca okumalı ve iyi yazarlardan beslenmelisiniz. Birçok açıdan daha yeterli ve gelişmiş olabilir(sin)iz böylece.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for Aremas