Denize bakan saraylarının büyük balkonlarına çıkmışlardı. Önlerinde uzanan denize bakıyorlar ve rüzgar, yosun kokusunu dolduruyordu balkonlarına. Güneş tepede ve yakıcıydı bugün. Hafifçe esen meltem çok tatlı bir serinlik getiriyordu denizin tuzlu sularından.
“Bir kukla olduğunun farkına vardığında iş işten geçmiş olacak. ” dedi Kraliçe kızına.
“Nasıl fark edemez ki bunu?” dedi küçük prenses. “Oysa ki ona herşeyi anlattım. “
“Gözlerini hırs bürümüş bir adamın gözlerini açamazsın. Çünkü kendi elleriyle bağlamıştır gözlerini”
“Babam onu affedecektir değil mi anne?”
“Bilmiyorum kızım. Bunu düşünmek kalbimi derinden yaralıyor. Geceleri uyuyamıyorum. Tanrılara dualar ediyorum aptalca başlattığı bu isyanı sonlandırması için. “
“Buna cüret edemez. Babama, krala karşı yürüyemez. ” prenses bunları söylerken tüylerinin ürperdiğini hissetti. Soru sormaktan çok arzularını dile getirir gibiydi. Abisi kafasının dikine giden, sinirli ve sert bir adamdı. Küçükken de hep babasına karşı çıkar kafasının dikine giderdi. Babası bu durumu fark etmiş ve tecrübeli bir komutanı oğlunun eğitimi için saraya almıştı. O komutan şimdi oğluyla birlikte isyan eden askerlerin arkasındaki adamdı.
“Umarım kızım”dedi kraliçe içinde gittikçe büyüyen bu korkuyu kızının da hissetmemesini umarak.
* * *
Yağmur yağıyordu. Her damla askerlerin miğferlerine ve zırhlarına düşüyor ve kendileri küçük su damlaları olmalarına rağmen, çıkardıkları sesle büyük rahatsızlık veriyorlardı kulaklara. Rahatsız olmayan tek bir kişi vardı. Prens, bu seslerin kendisine cesaret verdiğini hissediyordu. Küçüklüğünden beri kendisinin yanında olan ve onu eğiten aynı zamanda dedesinin ordusununda komutanı olan yaşlı askerin yanında olmasından aldığı cesaret gibi. Bu komutanın bir ismi olmamıştı hiç. Herkes ona Kurt diye sesleniyordu.
Prens alaycı bir ses tonuyla;
“Kurt , bir savaşa girerken hiç kaybetmekten korkmuşmudur diye düşünürdüm hep?” dedi.
“Hiçbir savaş ve hiçbir düellodan korkmadım ve hep kazandım prensim. Kral olduğunuz günü de görmem için bugünde kazanmalıyız galiba” dedi gülümsedi.
Şeytani bir gülümseme. Krala karşı kışkırtmıştı prensi. Kral onu görevinden almış ve oğlunu iyi bir asker ve komutan olarak eğitmesi için seçtiğini de o gün duyurmuştu. O günden bu yana yavaş yavaş zehirlemişti prensi. İşte bugün bu çocukla birlikte krala karşı savaşacak ve belki kralı bile öldürebilecek fırsatı eline geçirebilecekti. Oysaki prens, kralın en büyük oğlu ve tahtın varisiydi. İsyan etmesi için hiçbir sebep yoktu. Babası ölünce tahta oturacak kişide ondan başkası değildi.
Kurt ismini hakeden bir komutandı. Çok tecrübeli ve hata yapmayan bir karakteri vardı. Çok genç yaşta çok büyük rütbeler elde etmiş ve otuzuna varmadan krallığın ordu komutanı olmuştu. Bu kadar büyük bir rütbeyi kazanabilmesini sağlayan o bitmek tükenmek bilmeyen hırsıydı. Askerlikteki hırsı onun gözünü kör etmiş ve rütbesi elinden alınıp bir çocuk bakıcısı olarak görevlendirilince intikam planları yapmaya başlamıştı.
İlk işi prense kendisini sevdirmek oldu. Prense hikayeler anlatırdı hep. Bu hikayelerin çoğunda bir adam isyan eder ve istediğini elde edesiye kadar savaşırdı. Prensin ona karşı beslediği sevgi o kadar büyüktüki bir gün Kurt’a;
“Benim babam sen olmalıydın. ” bile demişti.
Bu sevgiyi kazandıktan sonra prensle beraber gönderildiği sancak şehirinde prensin aklını zehirlemeye devam etti. Babasının yolladığı haberleri kafasına göre yorumlayıp prensi sevmediğini göstermeye çalıştı. Yeterli güce ulaştığını hissettiğinde ise babasının prensin küçük kardeşini tahtın varisi olarak duyurmayı düşündüğünü söylemişti. Prense isyan ederek hakkı olanı alabileceğini anlattı. Prensin zehirlenmiş olan düşünceleri artık dahada büyümüş ve babasına karşı isyan bayrağını çekmişti.
“1 e karşı 10. Bir erkek için iyi bir sayı. Üstelik ilk hattı yardığımızda kaçanlarıda hiç hesaba katmayınca” demişti Kurt.
Prens karşısında duran hem düşman , hemde isyan etmese ileride emrinde olacak olan orduyu görünce korktuğunu fark etmiş ve Kurtun sözlerini hatırlamıştı.
Birşeyler söylemeli ve askerlerini cesaretlendirmeliydi. KIlıcını havaya kaldırdı”Hakkınız olanı alın ve onlara sadece kılıcınızın, mızrağınızın ve okunuzun acısını hissettirin. Benim için ve kendiniz için, onurumuz için savaşın. Herşey bittiğinde kendimizi evlerimizde bulacağız. Zafer için SALDIRIIIIN. . .
* * *
Krallığın başkentinde sarayın önündeki meydanda halk toplanmış ve isyancıların birer birer idam edilmelerini izliyorlar onlara küfürler ediyor ellerine geçirdikleri her ne varsa tüm güçleriyle onlara fırlatıyorlardı. Yüz’den fazla kesilmiş baş, şehrin sokaklarını süslüyordu. Artık sona gelinmişti.
Muhafız, elindeki kağıt parçasının sonunda yazan iki isim kaldığını gördü. Heyecanlanmıştı ve Kurtun ismini okudu;
“Kralımıza karşı haksız sebepler göstererek ayaklanan ve kardeşlerinin kanını döken isyancıların elebaşı Kurt. O bu huzur krallığında doğmayı ve yaşamayı hak etmemişti. Hain olarak görevini tamamlayamadan yakalandı ve ben Kralımın emriyle seni hain olarak adlandırıyorum. Cezan ölümdür. ” dedi ve halk küfürler savurmaya başladı. Çok fazla gürültü vardı. Balta Kurtun kafasını aldığında halk sevinç çığlıkları atmıştı.
Artık tek bir kişi kalmıştı. Muhafız ellerinin terlediğini boğazının kuruduğunu hissetti. Elinde duran kağıt parçasının sonunda yazan isim Kralın oğluydu. Cesaretini topladı ve halkı susturup;
“Kralın oğlu isyanda kendi halkının kanını dökmüştür. Kralın emriyle ıslıklanmayacaksın ve üzerine hiçbir şey fırlatılmayacak. Halk sana küfürler etmeyecek ki bunun cezasıda ölümdür. Ancak arkandan kimse yas tutmayacak ve ağlamayacak. Kralın emriyle cezan ölümdür. ”
Alanı büyük bir sessizlik kapladı. Sanki az önce bağıran, çağıran, küfür eden insanlar gitmiş onların yerine dilleri kesilmiş insanlar gelmişti. Prens hiçbir müdahaleye gerek duymaksızın dizleri üzerine çöktü. Elleri bağlı değildi. Ellerini arkasında birleştirdi başını yüzlerce insanın kafasının kesildiği kütüğe doğru uzattı. Gözleri kütüğe bakıyordu. Gözlerini kaldırdı ve insanlara baktı. Bir prens olarak doğduğum ve ileride kral olacağım bu şehirde, bir kukla ve hain olarak ölüyorum diye düşündü balta kafasına doğru yaklaşırken. . .
Tek kelimeyle süper. Merakla ve heycanla yenilerini bekliyoruz kardeşim.
Teşekkür ederim. Çok gaza getirici bir yorum olmuş 🙂
Selamlar,
İlk olarak, öykünün gayet hoş olduğunu söylemeliyim. Bir çok tekrar eden sözcük vardı; Prens, prenses, kral ve kraliçeye birer isim verseydiniz sürekli bu iki üç sözcüğü tekrarlamak zorunda kalmazdınız derim.
Öyküyü, bir uzun öykünün ya da romanın tanıtım bülteni gibi okudum. Daha ayrıntılı ve uzun yazsaydınız kesinlikle sıkmadan okunacak bir eser. Bunların dışında bir kaç imla hatanız var; -de bağlacı gibi.
Ellerinize sağlık. Ben de sonunu merak ederek okudum. Keşke daha uzun olsaydı da merakım daha uzun sürseydi..
Güzel yorumlarınız için teşekkürler. Süre bitiyor diye acele ettim ve çok kısa yazdım. Blog sitemde; bu hikayede bir kaç cümle ile anlattığım, hatta hiç anlatmadığım savaşı kaleme aldım. Yakında Kurgu İskelesinde de paylaşmayı düşünüyorum. Umarım okur ve ondan da aynı keyfi alırsınız. Tekrar teşekkürler..
Merhaba:
Daha ilk başta beni rahatsız etti tekrarların “Deniz kelimesini peş peşe iki cümlede kullanman kulağıma tırmalayıcı geldi.
Öykü bildik bir öykü ama iyi kotarılmış ama en önemli bölüm olabilecek savaş sahneleri nerede…
Bir baş komutan bile betimlenirken Prensimizi daha yakından tanıyabilirdik. Boyunu posunu anlatabilirdin, hırslarını, tutkularını açıklayabilirdin.
Sonuç iyi bir çalışma ama daha iyi olmaması için bir neden yok…
Sevgili Serkan seni eleştireyim derken bende tekrar hatasına düştüm maalesef. “Öykü bildik bir öykü AMA iyi kotarılmış AMA en önemli bölüm olabilecek savaş sahneleri nerede”
Ve sayın yöneticimiz yaptığımız eleştiri hatalarını düzeltebileceğimiz bir buton yok mu?
Sevgili cevdet. Senin yorumlarını ilk kez görüyorum ben galiba. Bu ne ayıptır. Benim yaptığım büyük bir ayıptır. Ayıp ettim cevap vermeyerek. Bu ayıbım için özür dilerim:) Bak çok kulak tırmaladım yine. Aradan iki sene geçmiş ama güzel yorumlarınız için teşekkürler..