Öykü

Kurtarıcının Sınavı

NOT: Okuyacağınız öykü PERİLİ KÖŞK isimli öykünün devamı niteliğinde olduğu için okumak isteyenlerin önce onu okuması hikâyenin daha da iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.


KURTARICININ SINAVI

 “Abi burası mı?” diye sordu taksici. Taksi son yarım saattir müşterinin talimatları doğrultusunda varlığından bile haberdar olmadığı daracık yollardan gidiyordu. Bir noktadan sonra müşterinin kendisiyle dalga geçtiğini ya da deli olduğunu düşündü; belki de intihar edecekti ve uygun bir yer arıyordu. Geldikleri yerin bir uçurum olduğunu düşününce çokta yanlış bir sonuca varmadığı konusunda kendisini ikna etti.

“Burası. Çok teşekkür ederim, “dedi Gökhan. Takım elbisenin üzerine giydiği paltosunu düzeltip dışarı çıktı.Taksici henüz parasını almamış ama adamın muhtemelen akıl sağlığına güvenmediği için istemekten çekiniyordu. Gökhan adamın korku dolu bakışlarına sevecen bir ifadeyle karşılık vererek gülümsedi. Cüzdanından bir tomar para çıkarıp yolcu koltuğunun penceresinden adama uzattı.

“Abi bu fazla, bu çok fazla…” diyebildi taksici elindeki kâğıt tomarını evirip çevirirken.

“Hakkın,” dedi Gökhan, adama babacan bir tavırla göz kırptı. “Başka kimse beni buraya getirmezdi.”

“Ya getirmezlerdi tabii,” diye onayladı taksici. “Zaten buraya geleceğimizi bilsem ben de gelmezdim abi de yine de fazla bu. Bununla benzin parasını ikiye katlarım kalanıyla da bu araban üç tane alırım.”

“Harbi mi lan?” diye sordu Gökhan, babacan tavrı yerini sinirle karışık şaşkın bir hale bıraktı. “Fazlaymış,” dedi parayı adamın elinden hızla geri aldı; saydı ve üçte birini geri verdi.

“Ha bak bu olur, bu da fazla ama bu yol için ideal.”

“Tamam. Teşekkür ederim.”

“Abi bir şey soracağım. Hayat güzel be abi, belli ki zenginsin niye intihar ediyorsun.”

“Ne intiharı kardeşim, yok öyle bir şey nereden çıkardın?”

“Abi intihar etmeyecek bir insanın burada ne işi olur.”

Gökhan gülümsedi. Geldiği mekânı göz önüne alınca adamın vardığı kanı oldukça geçerliydi. Yüzünde hüzün bulutları belirdi. Uçuruma doğru baktı. “Bir arkadaşı görmeye geldim,” dedi üzgün bir sesle. “Eğer şansım varsa, son bir kez…”

“Ne güzel,” dedi taksici. Gökhan’dan çok arkasına bakıyordu. “Abi ben nasıl geri döneceğim.”

“Hiçbir fikrim yok.” Gerçekten bilmiyordu. Zaten gelirken de çoğu kez onu yanlış yola sokmuş ama çaktırmamayı başarmıştı. Aslında yolculuğun bu kadar uzun sürmemesi gerekiyordu.

“Allah belanı vermesin abicim.”

Taksici ufak bir sinir krizi eşliğinde kibar küfürler savurarak geldiği yoldan geri dönerken Gökhan uçurumun kenarına geldi. Karşısında alabildiğine uzanan devasa göle ve ortasındaki ufak adaya baktı. Adaya giden tek yol tam bu uçurumdan başlayan ufak ince bir köprüden ibaretti. Kendisi de bu yolu bilen iki kişiden biriydi; çünkü adayı ve adadaki perili köşkü bilen iki kişiden biriydi. Büyüyle korunduğu içinde orayı görebilen iki kişiden biriydi. Buraya uzun yıllardır görmediği bir arkadaşını görmek için gelmişti.

Köprünün tam önünde durdu. Derin bir nefes aldı, hiç sağlam görünmeyen köprünün çok sağlam olduğuna emindi. Bir peri tarafından yapılmıştı. Adım atamıyor olması korkusundan değil heyecanındandı.

Dokuz yıl önce bir peri tüm dünyayı değiştirmişti. Gücü elinde tutan ve suça bulanıp bundan sıyrılmış herkes sert bir şekilde cezalandırılmıştı. İşledikleri tüm suçlara karşı her biri hasta bir çocuğa can olmuştu. Öğretmenin devrimi dünyayı daha iyi bir yer yapmıştı ve yaşanılan korku çok uzun bir süre yeni güç sahibi canilerin doğmasını engellemişti. Ne zaman biri ortaya çıksa öğretmen ona unutamayacağı bir ders veriyordu. Ama son iki aydır bir şeyler değişmişti. Dünya da şiddet tekrar yükselmeye başlamış, diktatörler, iş adamı kılıklı mafyalar, çeteler ve sinsi siyasiler güç kazanıyor, birçok yerde kan akıyor, savaşlar başlıyordu. Dünya huzuru bir gece de bulmuştu ve şimdi ağır ağır ama hüzünlü bir biçimde kaybediyordu. Öğretmenin gittiğini düşünmeye başlayanlar artık hiçte az değildi. Onları terk etmişti.

Öldü mü yoksa? diye düşündü. Üç yıl önce hastalığı ilerlemiş bir şekilde onu görmüşlerdi. Aradan geçen yıllarda sadece bir kez gördü onu Gökhan, buraya taşındığı zaman Mehmet ile onu ziyaret ettiklerinde ve hastalığı çok daha kötü bir noktaya gelmişti. Bir daha görüşemeyeceklerini düşündüğü için peri onlarla vedalaşmıştı. Gökhan kimseye söylemese de iki gün boyunca ağlamış ve bugünün gelmesinden korkarak yaşamaya devam etmişti.

Öldün mü yoksa sevgili arkadaşım, diye sordu kendi kendisine. Evde cesedini mi yoksa sadece hüzünlü bir boşluğumu bulacağım.

“İnsanın sevdiğini kaybetmesi çok kötü bir duygu,” dedi kendi kendine ve köprüye ilk adımını attı.

“Allah senin belanı versin haysiyetsiz köpek!” diye bağırdı biri arkasından. Bağırmaktan çok haykırmıştı, yüksek ses hiç beklemediği anda kulaklarına dolunca ayağı yere değmeden tüm vücudu korkuyla havaya kalktı. Geri yere indiğinde kafasına darbeler inmeye başlamıştı.

“Ne oluyor ya!” diye bağırdı. Artık darbelerin deri bir çantaya ait olduğunun farkındaydı. Biraz sonra darbelerin sahibini gördü. Nişanlısıydı. Rüya hızlı hızlı darbeleri indirirken ağzına yakışmayan küfürleri nefessiz sıralıyordu; Gökhan’ın annesini, babasını, tüm kuzenlerini, anne ve baba tarafından büyüklerini, halalarını, dayılarını, yengelerini, amcalarını, onların eşlerini elden geçirip herhangi bir akraba kalmadığından emin olunca arkadaşlarına başladı, şahsi olarak tanıdığı arkadaşlarına isme özel küfürler etti.

“Yeter ya!” diye haykırdı Gökhan. Darbeleri durdurmayı başaramamış sadece Rüya yorulmuştu. “Bir insan durduk yere bu kadar dövülür mü güzelim?”

“Sus lan yalancı adi!” Devam etmek için derin bir nefes aldı. “Beni aldattığını daha fazla saklayamazsın.”

“Zaten saklamıyordum ki!”

Rüya derin bir nefes alıp gerindi. Yüzü kızarmış, damarları alnında belirmişti. Çanta öldürücü darbe için havaya kalkmıştı ki Gökhan yaptığı hatayı anlayıp kollarını tuttu. “Aldatmıyorum. O yüzden dedim, öyle dedim. Vallaha.” Sesinin yalvarır gibi çıkmasından ötürü Rüya’nın ona inanacağını umut etti.

Kollarını Gökhandan kurtarıp üstünü düzeltti. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. “Bana dürüst ol,” dedi sertçe. “Bu… bu neresi belli olmayan bu yerde ne işin var… hem de taksiyle geliyorsun… üstelik bir de sevdiğini kaybetmekten bahsettin.”

Söylediği her şey gerçekten de çok mantıklı ve akla yatkındı. “Haklısın ama bilmediğin şeyler var. İzin ver sakince anlatayım.”

“Dinliyorum,” dedi aldığı derin nefeslerin arasında.

“Buraya çok uzun zamandır görmediğim ve Mehmet’ten başka kimsenin tanımadığı ortak bir arkadaşımı görmek için geldim. Sanıyorum kendisi… ölmüş olabilir.”

Rüya hemen yumuşadı. Koca gözleri sulandı ve deniz mavisi göz bebekleri şefkatle doldu. Yüzünde meleksi bir ışık parladı. Dalgalı kumral saçları esen rüzgârla dalgalanınca her zamankinden çok daha güzel görününce Gökhan kıza bir kez daha âşık oldu.

“Kendisi bir peri.”

Rüya’nın şefkati geldiği kadar hızlı gitti. Melek yerini iblise bırakırken çanta bir kez daha yukarıya kalktı. “Senin var ya ben…”

“Yemin ediyorum!” diye bağırdı Gökhan. Bir kez daha atılmış kollarını tutup sakince yere indirmeye çalışıyordu. “İzin ver, sakince her şeyi anlatayım sana. Biliyorum saçma gelecek ama söylediklerim gerçek. “Gel benle, beni takip et.” Gökhan kibar bir şekilde Rüya’nın elinden tutup onu kendisiyle birlikte köprüye çekti. “Korkma, sen göremesen de burada bir köprü var…”

“Köprüyü görebiliyorum Gökhan ama hiç güvenmiyorum.”

“Görebiliyor musun?” diye sordu bir an durarak. “Allah Allah, herhalde benimle geldiğin içindir. Neyse merak etme çok sağlam. Gel benimle.”

Köprü sağlamdı ama çok sallanıyordu. Tahta ve oldukça ilkel bir köprüydü. Beşik gibi sağa sola gidince Rüya korkuya Gökhan’ın kollarına atıldı. Gökhan sakince kızı yanına çekti ve elini tutup ağır ağır yürümeye başladılar. Yan Yana zar zor sığabiliyorlardı köprüye.

“Gökhan benimle nasıl bir oyun oynuyorsun anlamıyorum.”

“Oyun yok güzelim. Dokuz yıl önce olan meşhur olayı biliyorsun. Bir gecede dünyada yüzbinlerce insan kalp krizinden öldü. Aynı günün sabahında ölüm döşeğindeki çocuklar iyileşti. Çok fazla çocuk.”

“Biliyorum tabii ki Gökhan. İnsanlık tarihinin en büyük gizeminden bahsediyorsun sonuçta sıradan alelade bir olaydan değil. Sonradan kendisine ‘Kurtarıcı’ diyen biri üstlenmişti olayı. İnsanlar ona ‘Öğretmen’ dedi. Yıllar boyunca bilim insanları bunun nasıl olduğunu çözmeye çalıştılar ve hala uğraşıyorlar.”

“Uğraşsınlar, bir şey bulamayacaklar. Çünkü bunu yapan bir periydi Rüya. Buraya görmeye geldiğimiz peri.”

“Ya Gökhan,” Rüya korkuyla adamın elini daha da sıkı tutuyor ve her adamını daha dikkatli atmak için gözünü köprüden ayıramıyordu. “Aldatıyorsan çık erkek gibi söyle lütfen ya.”

“Rüya saçmalama.”

“Ay yok artık ya, hem beni perilerin varlığına ikna etmeye çalışıyorsun hem de bana saçmalama diyorsun.”

“Periler değil, güzelim. Peri. Ne yazık ki türünün sonuncusu ve o da ölmek üzereydi son gördüğümüzde. Peri Paşa Tekin. Sen zeki bir kızsın, eğer düşünürsen bana hak verirsin. Dokuz yıl önceki olayı bilimle açıklayamazsın. İstediğin kadar uğraş. Tüm dünya uğraştı ama açıklayamadılar. Her neyse özellikle son iki aydır dünyada tekrardan beliren sorunları düşününce Peri’nin başına bir şey gelmiş olabileceğini düşünerek buraya gelmek istedim.”

“Dur yavaş git düşeceğim.”

“Düşemezsin merak etme. Ben korkuyorsun diye tutuyorum elini, Perinin büyüsüyle yapıldı bu köprü, çok sağlam.”

Rüya bir an durup şevkatle Gökhan’ın yüzüne baktı. “Benim iş hayatım biraz stresli geçiyor o yüzden son günlerde çok yüklendim değil mi sana? Arkadaş sorunlarım da vardı baya üstüne geldim… hep benim yüzümden oldu değil mi?”

“Rüya Allah çarpsın seni atarım buradan aşağı adaya yüzerek gelirsin.”

“Ya saçmalama günaha girme. Peri meri falan diyorsun zaten günaha giriyoruz burada.”

“Yavrum Allah aşkına köprüyü geçene kadar konuşmayalım.”

Köprüyü geçip adaya vardıklarında karşılarında görüp görebilecekleri en eski evlerden biri çıktı. Pencereleri yıkık dökük, kapısı kırık, çatısı delik ahşap bir evdi. Evin etrafını saran çimler bile sararmıştı.

“Peri arkadaşının zevkleri çok sıra dışıymış.”

“Galiba artık burada yaşamıyor…” dedi Gökhan. Sesi ağlamaklı çıkmış, boğazına oturan yumru kelimelerini titretip sesini kısmıştı.

Sevdiği adamı ilk kez bu halde gören Rüya istemsizce sarıldı ona. Gökhan her zaman ciddiyetten uzak, her şeyle eğlenen, dalga geçen biriydi. Ciddi olmak onun için kravat takmak gibiydi. İkisi de onu boğuyordu. “Girmek istediğine emin misin?” diye sordu.

“Mecburum,” dedi aynı hüzünlü sesle. Rüya’nın elini tutarak kapıya kadar yürüdü ve sadece tepesi olan kırık kapıyı hafifçe ittirerek açtı.

İçeri girdiği an gözleri doldu. İçinde herhangi bir eşya olmayan harabe bir evin kendisinde bu kadar fazla duygu uyandırması ilginç ve sinir bozucuydu. Rüya kendisi daha önce hiç bu halde görmemişti ve böyle kalmasını istiyordu.

“Gökhan, lütfen…” dedi Rüya elini omzuna koymuş anne şefkatiyle sıvazlıyordu. “Burada kimse yok. Arkadaşın belli ki burada değil. Belki başka bir yere taşınmıştır.”

Gökhan gülümsedi. Sevgilisi bile kurduğu cümleye inanmıyor ama onu mutlu etmek için çaba sarf ediyordu. “Gitmiş…” dedi duygularını bastırmaya çalışarak. “Tamamen gitmiş.”

“Hadi,” Rüya önüne geçip onu kapıya doğru döndürmeye çalıştı. “Gel, gidelim ve bana arkadaşınla olan güzel anılarını anlat.”

Gökhan kısa bir an için Rüya’nın gözlerinde kaybetti kendini. Hep bu kadar güzel miydi yoksa şefkat onu daha da mı güzelleştiriyordu? Gülümsedi, olmayan sakallarını kaşıdı. “Sana arkadaşımın Hem Fatih Sultan Mehmet ile hem de Atatürk ile tanıştığını ve onların arkadaşı olduğunu söylesem ne dersin?”

Rüya yeryüzüne inmiş bir melek gibi parıldayarak gülümsedi. “Doktora gidelim.”

“Ne?”

“Ama yalan mı söyleyeyim yani aşkım. Bana öyle bir şey söylersen doktora gidelim derim.”

Haklı, diye düşündü Gökhan. Artık gitmeliyim, dedi kendi kendine. Burayı ve Peri Paşa Tekin’i unutmalıyım.

En azından öyle bir karar vermişti, Rüya’nın arkasında beliren ve gittikçe büyüyen yeşil daireyi görene kadar, daha ne olduğunu anlayamadan koca göbekli, iri yarı, uzun boylu peri orada, Rüya’nın arkasında belirdi.

“Gökhan, Mehmet!” diye bağırdı.

Rüya korkuyla sıçrayıp çığlık atarken Gökhan yanından geçip kendisini korkutan devasa herife sarılmış ufacık çocuklar gibi birbirlerinin etrafında seke seke dönüyorlardı.

“Peri Paşa Tekin!” diye bağırdı Gökhan neşeyle.

“Gökhannnn!” diye bağırıyordu peri. Bir anlığına Gökhan’ı bırakıp Rüya’ya gitti ve ellerini omuzlarına koyup zıplamaya başladı. Az önce çığlık atan zavallı kız artık korku ve şaşkınlık arasında bir yerde adamı izliyordu.

“Mehmet sana ne olmuş?” dedi Peri neşeyle. “Saçın uzamış renk değiştirmiş, boyunda biraz uzamış. Yüzünde değişmiş, burnun uzamış, gözlerin büyümüş hatta göğüslerin bile büyümüş…” Peri bir noktada bir şeylerin yolunda olmadığını anlayıp zıplamayı ve gülümsemeyi keserek kızı inceledi. “Ne olmuş lan sana?”

Rüya titreme krizine girmeden Gökhan yetişti ve periyi kenara çekti. “Kanka o Mehmet değil, sevgilim, hatta nişanlım. Rüya. Mehmet burada değil.”

Peri Paşa Tekin kocaman bir gülümsemeyle ikisine birden baktı. “Sevgilin mi? Ulan Gökhan, helal olsun be. Hoşgeldin Rüya, ben Peri Paşa Tekin… Bir dakika Mehmet yok mu dedin sen?” Yüzündeki neşe yerini hızla korku dolu bir ifadeye bıraktı. “Hassiktir.”

“Ne oldu lan!”

“Kanka kusura bakma, sevgilinle geleceğini mi bilmiyordum. Mehmet ile gelirsin sandım.”

“Oğlum onunla geliyordum ama öldüğünü düşündük Mehmet perişan oldu, ben gelemem dedi, ben tek geliyordum benim hatun beni takip etmiş.”

“O zaman biz gideceğiz.”

“Nereye?”

“Perili eve…”

“Nereye?” diye sordu Rüya şoka girmemek için çaba göstererek.

“Sonra konuşuruz zamanımız yok!” Peri Paşa Tekin ikisini de ellerinden tutup kendisine çekti ve neşeyle yüzlerine baktı. “Gözlerinizi kapatın ve tadını çıkarın.”

“Neyin?” diye sordu ikisi birden.

“Yolculuğun,” dedi peri. “Biraz mideniz bulanabilir ama aldırmayın.”

Tam önlerinde beliren ufak bir mavi bir nokta bir anda şiddetle parlamaya ve onları içine çekmeye başladı. Peri kahkaha atıyor, Gökhan küfürler ediyor, Rüya ise hem ağlıyor hem de diğerlerine bela okuyordu. Işık fiziksel bütünlüklerini bozup onları bir silindir gibi yuvarlayarak içine aldı ve sonra kendisi de yok oldu.

* * *

Perili ev adını tam olarak yansıtan bir yerdi. Etrafı perilerle kaplı bir evdi. Etrafını daire şeklinde dağların sardığı geniş bir ovanın ortasında duruyordu ev.

Evin güneybatısında dağların en yükseğinin zirve noktasında Peri Paşa Tekin, Gökhan ve Rüya tekrar daire şeklinde var olup dönerek asıl boyutlarını aldılar.

“Geldik!” diye bağırdı peri eliyle ovanın ortasındaki ufak ahşap evi işaret etti.

“Neredeyiz biz, ne oldu, nasıl geldik buraya?” Gökhan aptallaşmış bir ifadeyle etrafına bakınıyor nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu.

“Perili eve geldik. Işınladım sizi, uçarak geldik.”

“Rüya,” dedi Rüya aradığı cevabı bulmuş gibi. “Başka hiçbir açıklaması yok. Kesin olarak ben arabayla gelirken kaza yaptım. Şu anda muhtemelen komadayım ve beynim zihnim rüya görüyor, bana bilinçaltımın derinliklerine ulaşarak ilginç temalarda kurgulara sokuyor.”

“Güzelim Allah korusun saçma sapan konuşma lütfen!”

Rüya tek kaşını kaldırarak Gökhan’a döndü. “Saçma sapan konuşma mı?” diye sordu

“Evet,” diye onayladı Paşa Tekin. “Biraz saçmaladın gerçekten, çok acayip bir tanım yaptın hem de bir den fazla durumu alakasız bir şekilde ilişkilendirmeye çalıştın ama biraz zorlama oldu gibi geldi bana da. Yani komanın pek böyle bir şey olduğun sanmıyorum, hem bilincin de yerinde. Aksine buna lucid rüya demek daha mantıklı olabilir.”

Rüya gözleri ağır ağır açılırken, dudaklarını birbirine bastırmaya başladı. “Demek öyle ya… çok özür dilerim… Ya benimle dalga mı geçiyorsunuz siz? Ne yaşıyorum ben…”

“Bak bunu ben de merak ediyorum,” dedi Gökhan.

Peri Paşa Tekin parmağını şıklatarak Rüya’yı sakinleştirdi. “Daha iyi misin?”

“Galiba öyleyim, iyi hissediyorum, saçma bir şekilde her şey olağan geliyor.”

“Güzel, dinle.” Peri Paşa Tekin koca vücudunu ileri atarak Gökhan’a daha da sıkı sarıldı ve onu bırakıp hemen önüne oturdu. “Buldum Gökhan, ailemi buldum. Ölmemişler. Hastalık onları yok etmemiş, hepsi iyi. Hastalık bizi öldürmüyormuş. Bizi sizin dünyanıza getiriyormuş, işin kötü tarafı onların peri hayatlarına dair anılarını siliyor ve benliklerini kaybetmesine sebep oluyormuş. Bu yüzden hepsi bu dünya da sıkışıyorlarmış. Dokuz yıl önce gelip bana arkadaşlığı ve sevgiyi gösterdiğiniz zamanı hatırlıyor musunuz? İşte yaptığım o büyü, diğer perilerin bilinçlerine kazanmasına sebep olmuş. Zaman içinde bir araya gelen birkaç zeki peri halkımızı toplamış ve onları buraya asıl diyarımıza geri getirmişler. Bu ne demek biliyor musun?” diye sordu peri sevinçle.

“Kehanet!” diye bağırdı Gökhan ani bir sevinçle. Yanında korkuyla sıçrayan Rüya kafasına hafif bir tokat geçirdi ama Gökhan gülmeye devam etti. “Kehanet doğruymuş kanka. Sen gerçekten de kurtarıcısın.”

“Aynen kanka!”

“Peki üç yıl önceki hastalık neydi. Bana daha az gelin, ben öleceğim falan diyordun. Ondan sonra seninle taşınman sırasında konuşmuştuk sadece. Bizimle vedalaştın.”

“Lan oğlum o bildiğin gripmiş. İnsan hastalığı kapmışım sadece bizde ağır seyrediyormuş. Bir gün canım sıkıldı bir doktora görüneyim dedim, sağ olsun bir antibiyotik ile hallettik.”

Gökhan ve Peri daha değişik sesler çıkarıp birbirlerine sarılmaya ve ilginç sevgi gösterilerine devam ederken Rüya ikisinin arasına girdi. “Allah aşkına burada ne işimiz var onu anlat pericim lütfen.”

“Ha, tabii. Neyse daha sonra halkım bana ulaştı. Her ne kadar halkımı kurtarmış olsam da insan diyarın bu kadar büyük çaplı bir büyü yapıp işleyişe müdahale etmek suçmuş. Ceza olarak dünyaya dönmem yasaklandı. Çok üzüldüm. Olmaz dedim, itiraz ettim. Onlara sizi anlattım, arkadaşlarım dedim. İnanmadılar. Dediler ki arkadaşlığımızın gerçekliğin kanıtlamalı ve perili evden onlarla birlikte sağ çıkmalıymışım. Ama önce bakalım arkadaşların seni merak edip gelecek mi dediler. İşte geldiniz.”

“Ben senin arkadaşın değilim. Çok özür dilerim ama seni tanımıyorum.”

“Aynen maalesef Mehmet yerine sen geldiğini için sınava sen gireceksin.”

“Ne!”

“Üzgünüm kurallar böyle.”

“Senin için canımı bile veririm!” diye haykırdı Gökhan.”

“Ben vermem,” diye hatırlattı Rüya.

“Onu yalnız bırakamayız Rüya, arkadaşım o benim.”

“Ya peri olduğunu söyleyen birine arkadaşım diyorsun. Hem benim arkadaşım değil.”

“Gökhan yenge haklı.”

“Aha, bir de bana yenge diyor.”

Gökhan öfkeyle fırladı ayağa. “Bekle o zaman burada, biz gidelim Paşa Tekin.” diye bağırdı öfkeyle. Rüya istemsizce geriledi, şaşırmıştı. Gökhan’ın daha önce birine bağırdığına şahit olmamıştı, kendisine karşı ise hep kibardı. Tanıdığı en sakin ve geveze adamdı. Öylece susup arkasını dönüp gitmek onun yapacağı son şey bile olamazdı. Ama kırılmıştı da, çok kırılmıştı. Anne ve babasının onu çok küçük yaşta yalnız bıraktığını ve bu konuda ne kadar hassas olduğunu biliyordu. Buna rağmen böyle bir cümle kurması onu yaraladı. Yine de sessiz kaldı, tepki göstermedi, içine attı; şu an sağlıklı düşünemediğine kendini inandırarak üstünde durmadı ama üstünü de kapatmadı. Bir gün konuşacaktı bunu.

“Buradan nasıl ineceğiz?” dedi Gökhan uçurumun kenarında.

“Zıplayarak,” dedi Peri Paşa Tekin. “Burada yer çekimini hayal gücünüzle yenebilirsiniz. Zıplayın ve uçun o kadar. Böylece eve gideceğiz. Ama zaten gerek yok, sınava kimseyi zorla sokamam ve iki kişi lazım.”

“İki kişi falan lazım değil. Konuşuruz,” dedi Gökhan. “Sen benim kız kardeşimi kurtardın, öz olmayabilir ama sana borcumuz var. Tüm dünyanın sana borcu var.”

“Gökhan sen manyak mısın? Nerede olduğumuzun farkında mısın Allah aşkına ya?”

“Evet, peri diyarında. Perili evin yakınında. Arkadaşımın yanında. Olmam gereken yerde.”

* * *

“Ben Peri Baba,” dedi perilerin en yaşlısı. Hepsi çok iri, çok kilolu ve uzun boyluydular. Peri Baba koca göbeğini zorlukla kaldırıp tombul ellerini birbirine vurup devasa göbeğine inen sakallarını kaşıdı. “Buraya peri arkadaşınızın kefaret sınavında yardımcı olmak için geldiniz.”

Geniş ovada, evin hemen dışına kurulmuş çadır dolu kampı sonunda, en büyük çadırın karşısında diz çökmüş oturuyorlardı. Peri Baba’nın koltuğu çadırın tam önündeydi. Diğer periler etraflarını katman katman bir yuvarlak şeklinde sarmışlardı.

“Bu sınavı geçerseniz soydaşımız bağışlanacak ve sizlerde sonsuza kadar ırkımızın dostu olarak ilan edileceksiniz.”

Gökhan sağ elini havaya kaldırdı. “Konuşabilir miyim Peri Baba.”

“Niye konuşuyorsun ya,” dedi Rüya yalvarır gibi fısıldayarak. Hala nasıl ikna edildiğini anlamaya çalışıyordu. Yol yakınken geri dönmediği için pişman olacağını hissediyordu. “Yalvarırım sus, lütfen. Peri baba nedir ya? Şirin baba gibi. Zaten hepsi uzun boylu, kilolu mavi olmayan şirinlere benziyorlar.”

“Konuş,” dedi Peri Baba.

“Dostum Peri Paşa Tekin bağışlanmayı hak edecek bir şey yapmamıştır. O kanın oluk oluk aktığı bir dünyaya gerçek huzuru ve barışı getirmiş, insanoğlunun belki de ömründe ilk kez gerçekten mutlu olmasını sağlamıştır. Su görmeyen çocuklar onun sayesinde su görmüş, barış görmeyen çocuklar onun sayesinde barış görmüş, adalete susamış milyonlar hak hukuku onun sayesinde tatmıştır. O insan gibi görünüp insan olmayanların insan gibi yaşamasını sağlayarak milyon hatta milyarlarca insana en temel haklarını sunmuştur.”

“Oturabilirsin,” dedi Peri Baba. “İtirazın dikkate alınacak. Yine de kanunlarımız açıktır. Arkadaşınız ve soydaşımız sınava girmeli.”

Rüya omzuyla Gökhan’a vurdu, başını sallayarak adamı takdir etti. “Güzel konuştun tebrik ederim.”

Peri Baba yanına çevrelerinde kadına benzeyen tek periyi çağırdı. Diğerleri gibi oldukça kilolu olan peri bir o kadar narin ve sıcakkanlıydı. Her daim gülümsüyor ve neşe saçıyordu. Uzun sarı saçları beline kadar iniyordu. “Merhaba arkadaşlar lütfen beni takip edin, size evin kapılarına açacağım.”

“Bu kim?” diye sordu Gökhan

“Perine,” diye yanıtladı Rüya alaycı bir ifadeyle.

“Onun peri adı Melek. Liderimizin kızı. İnsan dünyasındaki adını bilmiyorum. Yaşayan en merhametli canlı olarak geçer. Sevgisi sonsuzmuş.”

“O zaman bizi çıkarsın buradan,” Rüya ikisinin arasında yürüyor sürekli periye ve Gökhan’a kurtuluş planlarından bahsediyor ama onlar eski güzel günlerinden konuşup kahkahalar atmayı tercih ediyorlardı.

“Ulan keşke Mehmet de gelmiş olsaydı,” dedi peri.

“Keşke,” dedi Rüya ağlamaklı bir sesle.

“Hoşgeldiniz,” dedi Melek. “Kurtarıcı ve onun yoldaşları…”

“Hanımım,” diye araya girdi peri. “Müsaadenizle ben insan arkadaşlarımın bildiği adımı kullanmak istiyorum. Peri Paşa Tekin.”

“Ay sanki çok güzel bir ismin varmış gibi!”

“Saçmalama yavrum. O ismin birini Fatih Sultan Mehmet diğerini Atatürk vermiş. Bak canımsın ciğerimsin ama milliyetçi damarlarımı kabartma lütfen.”

“Şuradan bir kurtulalım söz istediğin kadar özür dileyeceğim.”

“İsmin güzel olması değil yenge, bana hatırlattıkları, ben de bıraktığı izlenim önemli benim için.”

Perinin samimiyeti kendisini kötü hissetmesine sebep oldu. Gülümseyerek içten bir şekilde periden özür dileyip Gökhan’a döndü. “Senden hala özür dilemiyorum.”

“Kıymetli arkadaşlar,” dedi Melek. Gülümseyerek hepsine baktı. “Perili eve hoş geldiniz. Buradaki amacınız basit sadece eve gireceksiniz ve çıkışı bulup çıkacaksınız. İstediğiniz zaman pes edip çıkmak istiyorum diye bağırabilirsiniz. O zaman hemen güvenli bir şekilde sizi dışarı alacağız ama sınav başarısız olacak. Anladınız mı?”

Üçü de başını salladı. “O zaman buyurun beklemenin bir mantığı yok. İçeri girin.”

Paşa Tekin önde, Gökhan ortada ve Rüya arkada ilerlediler ve küçük görünümlü eve girdiler.

Ev dışarıdan göründüğünden çok daha büyüktü. Önlerinde uzun bir koridor uzanıyor, sağ ve solda kapılar bulunuyordu. Evin kapısı arkalarından sertçe kapandı. Gökhan emin olmak için açmayı denedi ama kilitliydi. “Evet, sınav başladı.”

“Başladı,” dedi biraz koridorun ortasında beliren başka bir ses. Belden aşağısı duman, üstü ise oldukça kaslı, geniş omuzlu, uzun saçlı biri vardı karşılarında. “Perili eve hoşgeldiniz.” dedi varlık. “Ben Peri Kral. Irkımızın birincisi ve onu kendi kanından var edenim. Burası da benim evim, hoş geldiniz. Burada gördüğünüz şeyler zihninizi zorlayacak. Pes etmemelisiniz. Soydaşımızın suçu büyük. En kadim kurallardan birini bozarak insanoğlunun kaderine müdahale etti. Değiştirilmesi gereken düzeni değiştirdi.”

“Milyonları kurtardı.” dedi Gökhan sakin bir şekilde.

“Bunu insanoğlu yapmalıydı o değil.”

Gökhan cevap vermek için ağzını açmıştı ki tedirgin bir şekilde geri kapattı. Yalnız olduğunu fark etmişti; biraz önce yanında olan arkadaşı ve nişanlısı şimdi orada değillerdi. “Neredeler?” diye sordu merakla. “Rüya! O tek kalamaz. Bana ihtiyacı var, hemen onu bulmalıyım. Korkak, çok korkak. Bana yol göstermelisin.”

“Senin de söylediğin gibi,” dedi kral. “Sınav başladı.” Koridorun ilerisinde soldan üçüncü kapı tüm evi inleterek sert bir şekilde açıldı. “Git,” dedi kral sana ihtiyaçları olabilir.

Gökhan cevap vermeden koşmaya başladı. Hızla kapıya ulaştı ve içeriyi görmeye çalıştı. “Rüya burada mı?” Odadan yayılan bembeyaz ışıktan başka bir şey göremiyordu. Son bir kez krala baktı. Kral başını olumlu anlamda sallayınca düşünmeden kendini odaya attı.

“Gökhan!” diye bağırdı Rüya. Sesi titriyordu. Bir anda koca koridorda yalnız başına kalmıştı. Yalnız kalmaktan nefret ediyordu. “Peri Paşa Tekin? Nereye gittiniz?”

“Seni duymazlar,” dedi bir kadın sesi. Rüya korkuyla yerinden sıçrayıp sesin olduğu tarafa döndü. “Ben Peri Kraliçe,” dedi kadın sesi. Birkaç adım ötesinde duruyordu; belden altı duman, üstü ise oldukça güzel, bakımlı ve çekici bir kadına aitti. Sanki elle çizilmiş gibi kusursuz görünüyordu. “Hoş geldin kızım. Seni burada görmek istemezdim. Burası hoş bir yer değil. Hiç tanımadığın biri için buraya gelmek büyük cesaret ister. Senin gibi sadık bir arkadaşa sahip olmak güzel bir şey. Başka kimse senin gibi buraya gelip canını ortaya koymazdı.”

“Gökhan,” dedi korkuyla. “Onun için buradayım ve peri arkadaşına çok kıymet veriyor.”

“Öyle gerçekten de… Ama sana da değer vermesi gerekmez miydi? Korkularını biliyordu. Buna rağmen seni yalnız bırakmayı düşündü değil mi?”

“Bırakmazdı,” dedi Rüya, sesindeki titreme şüphesini ele veriyordu.

“Ah, zavallı kızım…” dedi kraliçe. Koridorun ortasında sağ tarafta kalan bir kapı açıldı. “Sen bunu hak etmiyorsun. Çok iyi birisin, git hadi, açtığım kapıdan çık ve kurtar kendini.”

“Yapamam, sınav… diğerleri… onları yarı yolda bırakamam…”

“Merak etme, öyle bir şey olmayacak. Ben kraliçeyim. Emrime itaatsizlik edemezler. Sen sınavdan muaf tutulacaksın peri ve erkek arkadaşın senin yerine de mücadele edecek. Senin yalnız başına karanlığa hapsetmenin bize bir yararı olamaz.” Rüya gözlerinin altında biriken şelaleyi engellemek için gözünü sıkı sıkı kapatıp onları yok etti.

“Teşekkür ederim,” dedi Rüya. Sesi hala titriyordu. Düşmemek için yanındaki duvara tutundu ve destek alarak yürümeye başladı. Yanından geçerken kraliçe ona samimi bir şekilde gülümsedi.

Rüya kapının önüne geldiğinde arkasında ne olduğunu göremedi. Karanlığın aksine huzur veren bembeyaz bir ışık vardı karşısında. Işığa doğru gülümsedi ve son kez dönüp kraliçeye baktı. Kraliçe bir kez daha anne şefkatiyle gülümsedi kendisine. “Hadi güzel kızım, gir içeri…”

“Allahım!” diye haykırdı koridorun ilerisindeki siluet. Dizlerinin üstünde yere çökmüş ellerini havaya kaldırmıştı: “Allah’ım yalvarırım yardım et. Yarabbim senden başka kimsem yok yarabbi sesimi duy. Yalvarırım rabbim. Sesimi duy, bana yardım, bize yardım et.”

“Merhaba,” dedi Peri Paşa Tekin, dikkatli adımlarla siluete doğru ilerliyordu.

“Peri!” diye haykırdı Siluet. “Peri!” diye bağırdı bir kez daha ve ayağa kalkıp aynı anda koşmaya çalıştı ama başarılı olamadan yere düştü. Peri ona yardımcı olmak için adımlarını hızlandırdı. Adam ise tekrar ayağa fırlamış ve koşarak dibine kadar gelip kendisine sarılmıştı.

“Mehmet!” dedi şaşırmış bir şekilde. En yakın arkadaşlarından birini bu kadar perişan halde görmek onu korkuttu. Gözleri ağlamaktan morarmış, yanakları şişmiş, dudakları kurumuştu. Perişan haldeydi, saçları terden alnına yapışmıştı. “Yardım et peri!” diye haykırdı son kez ve ayaklarına kapandı. Onlara sarıldı.

Paşa Tekin şoka girmiş halde onu ayağa kaldırmaya çalıştı. “Mehmet, ne oluyor canım kardeşim, gel bir konuş.”

“Kötü!” diye bağırdı Mehmet. Ciğerinden gelen bir haykırışla boğazlarını parçalıyordu. “Çok kötü şeyler oluyor. Niye bizi bırakıp gittin peri, geri dönmen lazım. Hemen, hemen gitmeliyiz. Bizi hemen evimize, dünyaya götür.”

“Sen neden buradasın, neler oluyor Mehmet?”

“Seni bulmaya geldim, kayboldum… Kız kardeşimi apar topar ameliyata aldılar. Hastalığı nüksetti. Sana ihtiyacı var, sadece onun değil herkesin, kurtardığın tüm çocukların hastalığı nüksetti. Kötülük, kıskançlık, hırs, güç ve para sevdası tüm insanlığı tekrar ele geçirdi. Bak!” dedi. Titreyerek arkasını dönüp yerden bir kâse aldı ve periye uzattı. “İçine bak,” dedi. “Dikkatlice bak, iyice bak…”

Peri kâsenin su dolu yüzeyinde beliren görüntüleri gördü: Bombalar patlıyor, uçaklar uçuyor, binalar yıkılıyor, hayat dolu olmasın gereken şehirler harabeler halinde duruyordu. Ve çocuklar… onlarcası, hatta yüzlercesi, binlercesi ve on binlercesi… kefenlere sarılmış halde sonu görünmeyen uzun bir kuyruk gibiydiler.

“Savaşlar, savaşlardan kar edenler, anlaşmak konuşmak yerine gücüyle diğerlerini bastırmaya çalışanlar… daha da kötüsü buna destek veren milyonlarca insan… Doğal afetler ve yöneticilerin sorumsuzlukları, iş bilmezlikleri, hırsızlıkları ve yetersiz kalan her şey. Ve üstelik bunların sorumlularını bile aklamaya çalışan korkunç cehalet. Hepsini ve cehaleti sadece sen durdurabilirsin. Onları sadece öğretmen korkutur, görünmeyen ve görünmeden mucize yaratanlar… Akılları bilmedikleri ve mucize olarak gördüklerine karşı tapmaktan başka bir şey yapmıyor. Kendilerini bunlarla kandıran yöneticilere tapıyorlar ama sen onlardan daha büyüktün. Gel,” dedi eliyle ilerde, koridorun sonunda açılan kapıyı gösterdi. Buradan hemen çıkıp gidelim.”

“Olmaz,” dedi Peri Paşa Tekin. “Rüya ve Gökhan burada.”

“Hayır, çıktılar onlar kendilerine gösterilen kapılara gittiler.” Mehmet kapıya doğru koştu. “Ve işte senin çıkışın da burada. Sana ihtiyaçları var.”

“Hayır,” dedi zorlukla. “Perili ev sana yardım etmez, yanlış yere çıkıştan uzağa götürür. Tam aksi tarafa gitmeni ister. Aklınla oynar. Sen de benimle oynuyorsun.”

“Hayır!” diye haykırdı Mehmet dizlerinin üstüne çökerek kafasını sertçe yere vurdu. “Hayır, bana güvenmelisin arkadaşım.”

“Söz Mehmet buradan çıkacağım ve herkesi kurtaracağız ama önce diğerlerini bulmamız lazım. Onlar kendilerine gösterilen kapıya gidiyorsa sınavı kaybediyoruz demektir. Bana yardım et!”

Mehmet muazzam bir hızla havaya sıçradı, ateş saçan gözleriyle periyi süzdü. İki elinde birden beliren kılıçları öfkeyle iki yanındaki duvara vurdu. “Sana kapıya git dedim peri!”

Devam edecek…

Selahattin Başboğa