“Anlamıyorsun.” diye bağırıyorum çığlık çığlığa, kendimi ifade etmeye çalışırken boğazım acıdan zonkluyor, sanki biri eline bir bıçak almış da boğazımı kesiyor “Bu parayla ne yapacağım? Ev mi tutacağım yoksa otobüs bileti mi alacağım yoksa-“ Bir anlığına sessizleşiyorum ve gözlerindeki acımasızlık derime işliyor yavaş yavaş “Bunların hiçbiri umurunda değil, tek istediğin s*ktir olup gitmem değil mi zaten?”
Omuzlarını umursamazca silkiyor ‘anne’ denilen o kadın ve gülümsüyor, bu gülüş bana öylesine yabancı ki derimin içinde saklanan o çocuk ruhum geriye kaçmaya çabalıyor sanki, fakat bu kez değil, bu kez kaçamam…
“Evet, buradan ayrılmanı istiyorum. Sana bu kadar bile olsa para vermiş olduğum için teşekkür etmelisin, 900 Tl de az bir para değil, artık bir birey olman gerekiyor ve…”
“Ve bir birey olmam gerektiğini 18 yaşına girdiğim günün sabahında mı hatırladın?” Kendime engel olamayarak kolunu kavrıyorum ve kendime doğru çekiyorum annemi “Beni hiçbir halt beceremeyen, kendine bile yetemeyen biri olarak yetiştirdikten sonra 1 gün içinde olgun olmamı mı bekliyorsun?”
“Gün bitmeden evi terk etmeni istiyorum.” Çenesini kaldırdı sanki sözlerinden gurur duyuyor, hayvani bir haz alıyormuş gibi “Bir an önce. Yoksa bu olay daha da büyüyecek ve seni bu evden zorla çıkartacağım.”
Gülümsedim fakat içten içe tek istediğim şeydi onu boğazlamak.
* * *
Karanlık sokakta yankılanıyor korkak adımlarım. Hiçbir zaman cesur biri olamadım, kendi hayatı için ayağa kalkamayacak kadar aciz ve hayal kurmaktan bir an olsun vazgeçemeyen bir zavallı. Ben bu iki kelimenin ete kemiğe bürünmüş haliydim ve bunu hiçbir zaman inkar etmedim.
Karanlık bir köşeye oturdum ve kimsenin beni görmemesi için bacaklarımı daha da kendime çekerek küçülmeye çabaladım. Kimse beni görmezse sanki yavaşça yok olacak ve tüm bu karanlığın altında ezilmeme gerek kalmayacaktı daha fazla.
Gözlerim usul usul kapanırken tenimi tatlı bir sıcaklık esir alıyor ve saniyeler sonra yüzümde sıcak dokunuşlarla aralıyorum yeniden gözlerimi, korkuyla çarpıyor kalbim ve tam geriye çekilecekken bedenimin kaskatı kesildiğini, hareket edemediğimin farkına varıyorum.
Yüzümü okşayan parmaklar bir an olsun duraksamıyor, sesini duyuyorum ve puslu bir pencerenin ardından görünüyor yüzü. Öyle güzel ki.
“Uykucu.” diye mırıldanıyor neşeyle, gözlerindeki aşkı görmemek için kör olmak lazım. Kahverengi saçları düzgünce taranmış ve gülüşü bir aktörü andırıyor, zoraki hareket ediyorum ve etrafıma bakınıyorum yabancı gözlerle, kahkahası kötü adamların kahkahası gibi fakat nedense içim huzurla doluyor “Hayatımda tanıdığım en yetenekli insan sensin- uyku konusunda. Seni birkaç dakika yalnız bırakıyorum ve onlarca insanın arasında uykuya dalabiliyorsun.” Kolumu kaldırmaya çabalıyorum fakat hareketlenmiyor, yüzümü buruştururken yüzümdeki eli koluma iniyor ve masaj yapmaya başlıyor “Kolunun üzerinde uyuyakalmışsın, az sonra geçer.”
Bu adam kim?
Hafızamı mı kaybettim yoksa annem benimle bir oyun mu oynuyor? Fakat hangi oyuncu gözlerime böylesine açık bir aşkla bakabilir? Üstelik onun dokunuşları bana yabancı gelmezken… Mantıklı yanım onu geride bırakıp kaçmamı fısıldarken, duygusal yanım sonsuza dek onun kollarının arasında kalmamı öğütlüyor heyecan dolu bir sesle.
“Sevgilim, az sonra geleceğim.” Türkçesi aksanlı ve farklı bir yerden geldiğini anlamanın tek yolu da bu değil, gülüşü öylesine huzurlu ki bu toprakların acıları hiç yoğrulmamış sanki yüreği “Beni bekleyeceğine dair söz ver, sana bir hediyem var ve otelde unuttum.” Yüzümü ellerinin arasına alıyor “Çok uykulu olduğunu biliyorum ama lütfen uyuma, beni bekle. Yalnızca 5 dakikamı alacak, sonra burada olacağım.”
“Tamam…” diyorum güçsüz bir sesle ve dudaklarımın üzerine bir öpücük hediye ettikten sonra hızla uzaklaşıyor. Kafede oturan diğer insanlarla göz göze geliyorum. Masanın üzerinde pembe güller var ve hediye paketinden yeni çıkarılmış bir kitap, kalemler ve çikolatalar.
Parmaklarımın ucuyla dokunuyorum güllere ve farklı bir gerçekliğin içine çekiliyorum o anda.
Parmaklarımın ucunda un var ve neşeli kahkahalar dolduruyor kulaklarımı. Çocuk kahkahaları. Tamamen gözlerimi araladığımda burnumun ucuna un serpiliyor ve geriye çekiliyorum, fakat dudaklarımda varlığının inkar edilmesi mümkün olmayan bir gülüş var. Huzurluyum.
“Mama.” Bir kız bir erkek çocuğu karşımda duruyor ve kahkahalar atıyorlar, saçları sarı ve gözleri de mavinin en güzel tonlarına sahip “Babam ne zaman gelecek? Onunla da un savaşları yapalım!” diyor kız çocuğu, dizlerimin üzerine düşüyorum o anda. Bacaklarım, omuzlarımın üzerindeki bu ağırlığı taşıyamıyor daha fazla. Çocuklar bedenimi sarmalıyor, endişeleri bulaşıcı fakat onlar bana dokunduğu anda yeniden huzura bulanıyor tüm varlığım “Anne, anneceğim…” Yüzümü okşayan o adamın aksanı var onların dilinde de, dikkatle baktığımda o adamın gözlerini görüyorum onların gözlerinde ve kapı kırılırcasına açılırken o adamı görüyorum yeniden. Parmağına kayıyor gözlerim ve gümüş rengi alyans ben buradayım dercesine gözümü alıyor, sonra kendi parmağıma bakıyorum ve alyansın farklı bir versiyonunu kendi parmağımda görüyorum. Huzur yerini git gide karanlığa bırakıyor.
Gözlerimi birkaç saniye için yumuyorum ve yavaşça açtığımda odamdayım, annemin birkaç yüz lira ile defolup gitmemi söylediği odamda. Ayağa kalkıyorum ve komodinin üzerinde olması gereken parayı arıyorum, fakat yok.
“Her şey rüyaydı.” diyerek kendimi rahatlatmaya çabalıyorum, fakat çocukların ve o adamın görüntüsü gözlerimin önünden gitmiyor bir türlü, yüreğimde apaçık bir özlem var.
Kapı çalındıktan sonra aralanıyor ve annemin yüzü görünüyor aralıktan, bana bağırıp çağıracağını ve sonra buradan kovacağını düşünerek geriye doğru bir adım atıyorum. Yüzüme gülümseyerek bakıyor ve “Günaydın canım.” diyor “Bugün erken uyanmışsın, okul olmadığı günlerde istediğin kadar uyuyabileceğini biliyorsun, değil mi?”
“Okul mu?” diyorum ve kulaklarıma çarpan ses yabancı geliyor, sanki bir çocuğun sesi- ellerimi gözlerimin önüne getiriyorum ve ufacık parmaklarıma bakarken yutkunuyorum, kafayı mı yedim yoksa zaman paramparça mı oldu benim için?
“Erken uyanman yine de çok güzel, yarın için valizini hazırlamaya başlayalım olur mu bir tanem?”
“Nereye?” diyorum korkuyla ve geriye çekiliyorum, popom komodine değdiğinde hemen hemen aynı boyda olduğumuzun farkına varıyorum dehşetle, küçük bir kız çocuğunun bedenini sıkışmışım sanki- fakat annemin yüzü aynı, beni buradan kovan kadının yüzü bu.
“Sürpriz.” diyor neşeyle, içinde olduğum savaşı değil anlamak farkına bile varmaktan aciz “Notların çok güzel olduğu ve beni mutlu ettiğin için, ben de seni mutlu etmek istiyorum.”
“Babam nerede?” diye mırıldanıyorum.
“Baban mı?” Kaşlarını çatarak gözlerime bakıyor ve kapıyı çarpıp çıkmadan önce “Öldü.” diyor nefretle.
Gerçekten mi öldü yoksa onun için mi öldü anlayamadan arkasından bakakalıyorum.
Ayaklarımın ucunda sanki yokluktan var olmuş gibi beliren pembe küçük valizi ellerimin arasına alıyorum ve kapıya doğru ilerliyorum, içimde tarifi imkansız bir his var. Sanki tüm bu deliliklere alışmış gibiyim. Belki hoşlanıyormuş gibi.
Ufak parmaklarım kapının kolunu tutuyor ve aşağıya çektiğim anda kendimi bir cennet bahçesinin içinde buluyorum. Elimin altındaki kapının kolu ve tüm oda yokluğa karışıyor saniyeler içinde. Derin bir nefes alıyorum ve birkaç adım attıktan sonra farklı sesler değiyor kulağıma, sanki her biri benim sesimmiş gibi. Seslerin duyulduğu tarafa dönerken yüzümü, binlerce farklı benle karşılaşıyorum. Her biri birbirinden farklı.
Dilenci kıyafetlerine bürünmüş bir kadın olarak dikiliyorum karşımda. Gelinlik ile onun yanında duran bir başka ben var. Onun yanında küçük bir kız çocuğu ve o kız çocuğunun kollarının arasında tuttuğu bir bebek- o bebek de benim. Tekerlekli sandalyede oturan halime bakıyorum uzun uzun, gözlerinde yaşam aşkı var, diğerlerinden daha fazla…
Parmaklarıma uzanan bir elle adeta sıçrıyorum olduğum yerde, karşımdaki yaşlı kadın bana gülümsüyor “Hepimiz biriz.” Sesi yumuşacık ve içimi ısıtıyor “Hepimiz senin hayaliniz.” Çenemi tutuyor ve okşuyor, yavaşça sağ tarafa iterken yüzümü bir mezarlık beliriyor gözlerimin önünde, birkaç yıl önce ölmüş- “Bunlar da senin hayallerin…” Yüzümü sol tarafa çeviriyor ve binlerce mezarlık çarpıyor gözlerime, farklı farklı tarihlerde ve yaşlarda ölmüşüm… “Sen kendini hep öldürmeye çabalarken, biz hep yaşamaya çabaladık. Sana rağmen, sana karşı ve senin için yaşamaya çabaladık.”
- Ve İnsan Tanrının İntikamını Aldı - 1 Temmuz 2024
- Bir Güne Bin Hayat - 23 Mayıs 2024
- Masumiyet Şatosu - 1 Şubat 2024
- Beyaz Yakalı Ahtapot - 1 Kasım 2023
- Annemin Tuttuğu Renkli Balon - 1 Mart 2022
Teknik olarak başarılı bir öykü kaleme almışsınız. İzninizle birkaç şeye değinmek istiyorum.
Diyalog yazmak bana göre edebiyatın en zor işlerinden birisi. Her ne kadar öykü sekanslar halinde aksa da her sahnede kahramanın dışında kalan karakterler, o sahnedeki rolleriyle uyumlu diyaloglarla küçük katkılarda bulunabilirler. Burada 'anne’nin, çocuğunu evden uzaklaştırma motivasyonunu anlayamıyoruz. Bu aniden vuku bulmuş bir şey olamaz. Mutlaka bir alt metni olmalı. Diyaloglar ya da davranışlar da o alt metne uyumlu gelişmeli. Bunu şuna benzetebiliriz: Cinayeti ilginç kılan işleniş şeklinden ziyade katilin hayat öyküsüdür. Eğer kurban da cinayetin işlenmesinde en az katil kadar pay sahibiyse o zaman onun öyküsünü dinlemek de okur için anlamlı ve ilgi çekici olacaktır. 35 yerinden bıçaklanan birinin haber metnini okuduğumuzda en fazla bir miktar şaşırır ve yolumuza devam ederiz. Fakat X hapishanesinden 16 yıl önce ıslah edilerek tahliye edilen ve yaşlı, tövbekar katil, masum kızı 35 yerinden bıçakladı diye bir metin okursak konuya balıklama dalma ihtimalimiz bir hayli artar. Alt metinlerin zaman içinde açık ya da örtülü şekilde ifşa olması bizi hikayeye daha çok bağlar.
Yine bana göre 1.tekil şahıs anlatımlarında yaygın gördüğüm hatalardan biri var burada. Karakterimiz önce gülümsüyor ama aslında annesinin boğazını sıkmak istiyor. İki duygulanım birbirinden bağımsız. Daha yakın duygulanımlar görmeyi bekleriz. Örneğin, dudaklarını ısırmakla yetinebilir ama aslında anneyi boğazlamayı isteyebilir. Ayrıca hisler genellikle doğrusal ve tekdüze ortaya çıkmazlar. Bu denli öfke duyduğumuz kişi annemizse, beslediğimiz tek duygu onu boğazlamak olamaz. Başka pozitif ve negatif duygularla karışıktır her zaman. Negatif duygular ağırlıkta ise bile bana göre bu kısım farklı ve daha zengin şekilde anlatılabilir. Mesela, <Daha önce de beni çok zor durumlara sokmuştu ama bu seferki akıl almaz bir talepti, onu boğazlamamak için kendimi zor tutuyorum.> diyerek daha dolgun bir diyalog kullanarak karakterimizi güçlendirebiliriz.
Son paragraftaki finali de beğendim. O kısım da biraz daha uzatılabilir ve detaylı işlenebilir. Hikayenin toplamına göre biraz hızlı bitirilmiş gibi geldi. Elinize sağlık.
Merhaba, teşekkür ederim öykümü yorum yapmaya değer bulduğunuz ve kıymetli vaktinizi harcadığınız için. Önerilerinizi dikkate alacağım ve bir konuya değinmek istiyorum; Bazen karşımızdaki kim olursa olsun en yakınımız dahi, gülümserken aslında yüreğimizden geçen hisler ve istekler bambaşka olabilir, nitekim böyle şeyleri her yerde insanlar olarak yaşadığımızı düşünüyorum. İş hayatında, kendi kardeşlerimize yahut hiç tanımadığımız ve bilmediğimiz insanlara karşı.Ben daha çok roman yazmakla ilgilendiğim için öykülerim tam olarak duyguları aktaramıyor olabilir ne yazık ki, ama gerçekten çok teşekkür ediyorum. Hoşçakalın.