Ab İnconvenienti…*
Rutubet kokulu yorganı üzerinden çekerek doğruldu. Kendinin zorlayarak gaz çıkardı. İçten bir oh çektikten sonra rehavetle etrafı süzdü. Odanın mahvolmuşluğunun yeni farkına varmıştı sanki. Her duvarda en az bir çatlak var idi; dökülmüş, kabarmış boyaların eskiden hangi renk olduğu anlaşılmıyordu. Saat tahmini için pencereye baktı. Pek bir şey yürütemedi. Mor perdeden -kim bilir hangi renkti daha önce- ve grileşmiş tülden dolayı ancak odayı loş tutacak kadar ışık geliyordu. Bir sigara yaktı ve tuvalete gitti. İşerken “şey’’ in kokusunun evi ne denli sarmaya başladığını fark etti. Öyle ki evin kendine has çürük, ekşimtırak kokusuyla mücadele edebilecek düzeye ulaşmıştı. İşini bitirdikten sonra aynaya baktı. Çelimsiz sayılırdı ama ondan öte bitap olmuş bir yüzü vardı. Küçük ela gözleri umudu kesilmiş bir insan kadar baygın, dudakları hiç su görmemiş kadar kuru idi. Uzun süredir yıkanmadığından pislik içindeydi. Onu iyi gösterebilecek tek şey olan saçı da bu yüzden etkisiz kalıyordu. Her şey bir yana tüm bu özellikler onda vakur bir hava yaratıyordu.
Tuvaletten çıktıktan sonra arkadaşının kaldığı odaya geçti. Bu odanın da evin genel yapısından aşağı kalır yanı yoktu. Arkadaşıyla ortak kullandığı gardırop dışında kendi odasıyla aynı sayılırdı. Yerde bir şilte, yerlerde sigara izmaritleri, çöpler, bit pazarından alınmış adi eşyalar, paçavralar… Ağır bir biçimde gardırobun önüne geldi, kapağını açtı ve o “şey’’ e baktı. Niye buraya koymuştu ki? Belki de hısım akrabanın verdiği kurban etleriyle dolmuş dolapta yer olmadığından burayı tercih etti. Gerçi ona et gönderecek kimse de yoktu ama… Bir müddet bakındıktan sonra sigarasının külünü silkti ve salona geçti.
Saat neredeyse üç olmuştu. Çoktan gelmeliydi… Arkadaşı bayramda ailesinin yanına gitmişti, sabah on, on bir gibi geleceğini söylemişti. Ona karşı his beslemezdi fakat yine de yalnız kalmamak adına onla arkadaşlık oyunu oynardı.
Kapının çalmasıyla ağır bir biçimde kalktı. Kapıyı tatlı bir tebessümle açtı:
“Hoş geldin canım. ‘‘dedi aynı tebessümle. Dışındaki tebessümü yansıtamadığı içinden “Kimle s.kişti de geç kaldı or.spu, kimlere g.tünü verdi de geç kaldı.’’ şeklinde söylendi.
Diğeri alelacele babetlerini çıkarıp içeri geçti:
“Ay kusura bakma geciktim bi saat çıkamadım ki evden. Terlik verir misin üşütmeyeyim şimdi.”
“Şurada olcak. Ben de hasta olucam üç gündür sancı çekiyorum. Ölüyorum burda.’’
“Ölürsün tabi Aysel. Kaç gündür çıkmıyosun evden allaşkına? Harap olmuşsun, ev harap sen bi harap.’’ diyerek salona geçti.
Aysel de çay koyacağını söyleyip mutfağa geçti. Çaylarla kapıdan girerken yapmacık bir şekilde:
“E bavulların nerde senin Nergis?’’ diye sordu.
“Alper’de, o aldı zaten beni. İki saat sonra falan gelip alcak beni yine.’’ dedikten sonra yerinden kalktı ve mutfağa gitti. “Kiminle s.kiştiği belli oldu.’’ diye mırıldandı Aysel.
* * *
…Nergis yatıyordu. Bilinci yerinde sayılırdı fakat başındaki keskin ağrı onun algılarını bozacak kadar şiddetliydi. Ağrı ritmik bir şekilde tekrar ediyor, şiddeti ise her tekrarda yankılanarak artıyordu. Artık çektiği acı çıkarılıp alınabilecek kadar çekirdekleşmişti. Ne olduğunun farkına varmak için kendisini zorlayarak gözlerini açtı; çıplaktı, ağzı tıkalıydı, elleri bağlıydı, gardıroplu odadaydılar ve ev arkadaşı yüzündeki ifadesizlikle bacaklarını bağlıyordu. Başını yana çevirdi ve gardıroptaki o “şey’’ i gördü. Ne gördüğünü anlar anlamaz başını korkuyla diğer tarafa çevirdi, bu sefer de acısının kaynağıyla karşılaştı. Kesilmiş bir kulak -parçalanmış denilse daha doğru olur- ve kulağa doğru hareket etmeye devam eden kan. Bacaklarını bağladıktan sonra Aysel ayağa kalktı ve ona bakmaya başladı. Uzun bir müddet bu şekilde kaldılar. Nergisin güçsüzlüğü ve çaresizliği hoşuna gitmiş gibiydi. Ortamı saran bu derin sessizlik telefonun çalmasıyla son buldu. Çalan Nergisin telefonuydu. Aysel telefonu bulmak için odadan çıktı. Nergis de bunu fırsat bilip kurtulma ümidiyle çırpınmaya başladı. Çırpınırken telefonun sesinin gittikçe tizleştiğini hissediyor, kalbi buna mukabil daha şiddetli çarpıyordu. Bacaklarını, ellerini ayırmaya çalışıyor, zorladıkça acı çekiyor acı çektikçe daha çok zorluyordu. Melodinin kendine yaklaştığını fark etti ancak tizlik o denli artmıştı ki melodi melodiliğini kaybetmiş, tekdüze kulak tırmalayan bir ses halini almıştı. Aysel birden kapıda belirdi ve “Arayan Alper.’’ dedi Nergisin çırpınmalarına aldırmadan.
“Alo… Noldu Alper Aysel ben?’’
Telefonla konuşurken bir yandan bıçağıyla oynuyordu.
“Ha… Naber Aysel? Şey dicektim ya. Ben biraz geç kalabilirim de, onu dicektim. Nergis yakınlarda mı onla da konuşayım.’’
“O yatıyo şimdi yol yorgunu ya dinleniyo. Uyandırayım istersen.’’
Eğilmişti, bıçağının ucunu emdi.
“Yok, yok uyandırma, mühim bişey demicektim zaten. Neyse görüşürüz. Meşgulüm de şu an.’’
“Tamam güle güle.’’
Eğildiği yerden Nergisin gözlerine bakmaya başladı. Nergisin gözlerinde birçok duygu barındırdığını fark etti. Korku ve acı bunlardan en ağır basanlardı. Nergisin iyiliği için korkusunu ve acısını yarıya indirmeye karar verdi. Daha çok eğildi. Nergis bu iyiliğe dayanamadı, güçsüz düştü ve tekrar bayıldı. Aysel’se işlemi bitirdikten sonra odasına geçti ve biraz kestirdi.
* * *
Rutubet kokulu yorganı üzerinden çekerek doğruldu. Saatin geç olduğunu düşündü ve dosdoğru gardıroplu odaya geçti. Nergis ayılmamıştı. Onu yüz üstü çevirdi, diziyle sırtına bastırdı, saçından tutup başını kaldırdı. Bıçağı iyice kavradı ve…
“Aç kapıyı polis!’’
Şok olmuştu. Yaptığı onca şeyden sonra soğukkanlılığını kaybettiğini hissetti.
“Aç kapıyı!’’
Bıçağı boynunun altından sertçe bastırdı.
“İçerde olduğunu biliyoruz!’’
Kesik kesik fışkıran kan göğsünde hissettiği baskı kadar şiddetli değildi.
“Kapıyı kırıyoruz!’’
Daha çok bastırdı. Kesiğin derinliği arttıkça kanın fışkırması azalıyordu. Bir gözü hep koridordaydı.
“Son şansın. Teslim ol!’’
Zor olan kısmı atlattı. Saçının daha çok çekti. Çekti, çekti çekti ve…
GÜM!
Elindekiyle birlikte koridora bakıyordu. Elindekini gardıroba, “şey’’ in yanına fırlattı. Kalktı. Elini yüzünü yıkadı. Kapıya yöneldi. Açtı.
“Hoşgeldin Alper.’’
“Hoşbulduk. Uyuyo mu bizimki hala?”
“Evet evet odasında. Geçsene içeri kapıda dikildin öyle.’’
Alper alelacele babetlerini çıkarıp içeri geçti:
“Sen napıyodun kirlenmiş üstün başın? Bayağı cebelleşmişsin etlerle.’’
“Hiç sorma ya buzdolabı ağzına kadar kurban eti doldu. Onu bırak daha gelecek herkes gönderiyo hala. Sana da kavurma koyayım bu kızın uyanacağı yok.’’
“He he. Valla çok makbule geçer Ayselciğim.’’
Aysel masum bir gülümsemeyle mutfağa…
* * *
…
*Latince: Uygun olmayan bir şeyden.
Merhabalar. Öncelikle belirteyim çok beğendiğim bir öyküydü. Sürekli bir “ne oluyor” sorusu vardı kafamda. Sonu itibariyle çoğu çözüldü soruların. Ancak anlatımdaki bir şey hep gizli, tam olarak çözülemiyor. Bunu kelimelerle ifade etmek zor. Tek tavsiyem daha fazla yazmanız. Bu güzel öykü için teşekkürler, kaleminize sağlık.
Merhaba. Değerli yorumunuz için teşekkürler. Bahsettiğiniz konuya gelirsek; hikayedeki olayları somutlamaktan kaçındım. Yani kesin bir yargıyla belirtmektense onları kendi -ve de okuyanın- düşüncemde oluşturmayı, yaratmayı tercih ettim. Doğal olarak bu da oykude gizler oluşturmuş. Tekrar teşekkürler.