Uzunca bir adam, solmuş bedeniyle boylu boyunca sedyeye uzanmıştı. Yanında boyu boyuna uygun, kana bulanmış bir mızrak ona eşlik ediyordu.
Komiser adama kısaca göz gezdirdi ve dikkati hemen mızrağa kaydı. Adli tıp sedyesinde yatan çok ölü görmüştü, solgun adam onun için yeni bir manzara sunmuyordu. Mızrak ise odayı kasvetinden uzaklaştırıp bir cadılar bayramı eğlencesi dekoruna dönüştürmeyi tek başına başarıyordu.
— Bunun ucu sivri miymiş hocam bu kadar yahu?
— Yok komiserim çok değil. Onun için kaburgayı kesmemiş, kırarak girmiş.
— O zaman bunu yapan baya güçlü biri olmalı?
— Olmak zorunda değil. Küt olsa da ucunda alan daraldığı için saplandığı yere gelen basınç yüksek. Bu mızrakla kaburga kırmak öyle çok güç istemez.
— Sonra?
— Sonrası kalp de paramparça. Kalpsiz gitmiş diyebiliriz maktul.
— Kalp konusu sağken de biraz şüpheli. Torbacılık, gasp, dolandırıcılık, tarihi eser kaçakçılığı, yaralama…
— Allah taksiratını affetsin Sedat Komiserim
— Amin Eray Hocam, Amin.
* * *
— Ulan bütün gün soba mı yanar, kömür nasıl bitmesin gündüz vakti soba yakarsan salak karı!
İhsan güzel bir gün geçiriyordu. Ayın başında eline geçen yedi parça malın ikisini daha bugün satmıştı, güzel para geçmişti eline. Bir mızrak kalmıştı artık elinde partiden. Boyutu alıcıları korkutsa da, alıcılar fotoğrafını gördükleri paslı mızrak için hevesle fiyat soruyorlardı. Henüz, ticareti yasa dışı olan mızrağı sığdırabilecek kılıfı uydurabilen olmamıştı, bu nedenle satamamıştı. Diğer yandan fiyat soranların ağzının suyunun akmasında bakılırsa, bir alıcının karşısına geçip mızrak için pazarlığa oturması artık an meselesi olmalıydı.
Kuyumcu Erhan’ın yanında çırak olduğu dönemde öğrendiği işti tarihi eser kaçakçılığı. Bütün iş kolu, tanınma üzerine kuruluydu. Erhan’ın bir tanıdığı dükkana gelir, çay kahve sohbeti arasında konu bir esere döner, misafir eseri anlatır, pazarlık yapılır, eli boş gelen misafir yine eli boş dükkandan ayrılırdı. Bir süre sonra dükkana gelen başka bir misafire ise bu sefer Erhan eseri anlatır, pazarlık başlar, biter, para ödenir ve misafir yine eli boş dükkandan ayrılırdı. Sevkiyat İhsan’ın göreviydi. Erhan, İhsan’ a iki adres ezberletirdi, İhsan birinden bir paket alır diğerine teslim ederdi. Bu bir akşam İhsan teslimattayken dükkanda Erhan’ ın vücuduna isabet eden on iki mermiye kadar böyle devam etti. O akşam İhsan’ın da zanaatta çıraklıktan ustalığa terfi ettiği akşam olmuştu.
İhsan, Erhan’ın satıcı ve alıcı çevresini devralmış olmakla birlikte, zanaatin detaylarında kendine göre küçük düzenlemeler yaptı. Mesela yeterli parayı bulsa da hiç kendisine paravan dükkan açmayı düşünmedi. Nedenini soranlara Erhan’ın dükkanda öldürülmüş olmasından ders çıkarmış olduğunu söylerdi. İşini yapması için cep telefonu yeterli oluyordu. Adresi de belliydi; kahvehane görünümündeki mahalle arası bir kumarhane.
Kaçakçılıktan kazandığı paranın çoğu kumarda erirdi. Eve nadiren para bırakır, nadiren eli dolu eve giderdi. Yemeğini dışarıda yemekten hoşlanır, karnını kebapçılarda bazen de pavyonlarda doyurduğu sıralarda sıklıkla karısı ve kızının payına tasarrufla dilimlenip tüketilen kuru ekmek düşerdi.
Ticaret, kumar derken günü bitirmiş, hotel olarak kullandığı evine dönmüştü. Artık günün kapanışını yapma zamanı gelmişti. Nasıl sabah uyandığında yüzünü yıkıyorsa, gününü karısına attığı dayakla kapatırdı. Bu güzel güne de okkalı bir kapanış yakışırdı.
— Kömür yok tabii. Karı sabah sıcakta terlesin, gece gelsin İhsan donsun! Atayım mı ulan seni sobaya kömür niyetine, yakayım mı ha?
Bu geceki dayağın sebebi kömür kalmadığı için sobanın yanmaması ve evin soğuk olması olmuştu. Okkalı bir tokat, açılan deri, suratı kaplayan kan. İlk kandan sonra, adeta suyun yolunu bulması gibi, dayak kendiliğinden ilerlemeye başlamıştı. Kanın kokusundan mıdır, görüntüsünden midir, kanla birlikte transa geçti. Yumruk, tekme, tokat sanki İhsan’ın zihinde değil de kendi iradeleriyle sıralanmış, kendi doğaçlamaları ile karısının vücuduna kendi keyiflerince yerleşmişlerdi.
Bu sefer bir sürprizle karşılaştı: Yerde kapanmış karısının karnında patlayan tekmenin ardından bacağına bir ağırlık hissetti. Şaşkınlıkla bacağına baktığında; kızının ayağına sarılmış olduğunu, babasının rutinine bütün ağırlığı ile karşı gelmeye çalıştığını gördü.
Hep derledi; göz açıp kapayıncaya kadar büyürler, anlamazsın. İhsan bir an için kızının ne ara kendisine karşı koymaya kalkacak kadar büyüdüğünü düşündü. Sonrasında kendisini topladı, arada aşk ettiği ufak tokat ve tekmelerden fazlasını uygulamamıştı henüz kızına. Şimdi ise kızı büyümüş ve patronun kim olduğunu öğrenmesi gereken yaşa gelmişti anlaşılan. Kızına ilk kallavi dayağını hemen atmazsa ileride pişman olacağına inandırdı kendini. Ayağını hızlıca savurup kızı duvara çaldı, pantolonundan kemerini çıkardı, savurdu ve ev küçük kızın çığlığıyla ev inledi.
— Bırak çocuğumu ulan piç!
Nasıl yani? Bu küfrü kim savuruyor, kime bu küfür? Hem de İhsan’ ın evinde! Hem de bir kadın sesi! İhsan arkasını döndü, müşterilerini Selçuklu döneminden kaldığına ikna etmeye çalıştığı tarihi eser mızrağın ucunun inanılmaz bir hızla kendisine yaklaştığını fark etti. Adeta yuvalarından fırlamış gözleri, ancak mızrağın ucu göğsünden içeri girdikten sonra, mızrağı tutana odaklanabildi ve İhsan karısını son kez dünya gözüyle görmüş oldu.
* * *
— Kadın konuşsana! Niye öldürdün kocanı? Bir de kaçıyorsun aklınca! Nereye? Babanın evine. Oraya mı bakmayacağız?
Sedat kadını konuşturmaya çalışıyor ancak kadından, burnundan çıkan ince ıslık dışında, ses çıkmıyordu. Onca koca dayağından sonra kadının burun kemerinde, etine mukavemet gösterip burun deliklerini açık tutacak kemik kalmamıştı. Dar aralıklardan zorlukla geçen nefesi yolda yorgunlukla dile geliyor, şikayetini ıslık sesiyle ifade ediyordu.
Çok dayak yemiş kadın görmüştü Sedat komiser. Mezuniyetinin ardından atandığı ilk görev yerinde birlikte çalıştığı, kendisinden hemen önce tayin olmuş amiri Saim şiddet gören kadınları korumaya adamıştı kendisini. Kasabada kocasından dayak yemiş ne kadar kadın varsa devlet ana adına kol kanat germeye çalışmış, mesleği kendisine ne kadar yetki vermişse hepsini, düşmanca karılarını döven erkekler üzerinde kullanmıştı.
Birkaç vakadan sonra Kasabalı polise tavır alır olmuştu. Saim komiserin de bu anaç çabaları; kasabalıdan üst makamlara iletilen, aile birliğini bozduğuna dair bolca şikayet ve sonrasında da sürgün ile ödüllendirilmişti. Saim komiserin tayinine kadar geçen sürede, koca şerrinden devlet ananın şefkatli kollarına sığınmaya çalışan kadınların şikayetlerini yazıya dökerken, şikayetçi kadınların yüzlerinde, manasız ve ayarsız şiddetin etkilerini detaylıca gözlemleme fırsatı olmuştu Sedat komiserin.
— Konuşsana kadın!
Kadın gelecek tokadın bağıl hızını düşürebilmek gayretiyle tokadın geleceğini düşündüğü yönde yüzünü çevirdi. Oysa tokat falan yoktu ortada. Kadında refleks olmuştu ses sertleşince kaçınmak. Konuşmamak da bir diğer savunma stratejisiydi. Konuşunca dayağın şiddetinin artacağını öğreneli çok olmuştu. Kocası dayak öncesinde hileli sorular sorardı kadına konuşturmak için. Kadının cevapları her nasılda şiddete ihtirasını artırırdı adamın, dayağın şiddetinde kadının ağzından çıkan sözler belirleyici olurdu.
Çocukluğundan beri babasından ve abisinden sık sık dayak yerdi, daha doğrusu evlenene kadar babasının ve abisinin yaptıklarını dövmek sanırdı. Evlendikten sonra maruz kaldığı şiddet kısa sürede babasının kendisine uyguladığından çok annesine uyguladığı seviyeye evrilmişti. Önceleri inanamamıştı annesinin başına gelenleri çeyiziyle yanında getirdiğine. Sonra kocasına kızdı, kendisine kızdı, nikahlarını kıyana bile kızdı. Adaklar adamaya başladı bitmesi için fiziksel ve ruhsal acılarının. Yemeden uykudan kesildi sonra, dal gibi kaldı. Göz altları yumruk marifeti olmadan da mosmordu artık. Sonunda ise anladı kaçışı olmadığını, ne kocasını vazgeçirmenin bir yolu vardı ne de kaçıp sığınabileceği bir yer.
* * *
— Emin misiniz yapanın kendisi olduğuna?
— Parmak izi, komşu ifadesi, inkar etmeyişi…
— Yaptığını kabul etti mi?
— Konuşmuyor.
— Ömründe kaç kez konuşmuştur sizce? Hele tanımadığı bir erkekle. Hatta bir erkekle?
Beraber deneyelim konuşmayı.
— Olur mu öyle?
— Bir şekilde olmalı, değil mi?
Nasıl haberi olmuş da sivil toplum kuruluşunun, hemen avukat yollamış. Yorgunluk, bıkkınlık yüzüne yapışmış bir kadın avukat. Umursamasa bu saate yetişmez karakola gerçi, umursadığına inandıracak da ne bir mimik ne bir tavır. Kadını korumak adına kurulmuş STK da yanında duramayacaksa kadıncağızın…
— Olan oldu, anlat da bitsin, bak önünde yeni bir hayat var artık, acılarının sebebi kocan gitti. Anlat da başla yeni hayatına olmaz mı?
— Çıkardı kemerini başladı vurmaya. Alacak canını evladımın. Babam anamı döverdi, kocam beni. Sabiyi de bu yaşında başladılar. Çok sonra farkına vardım, almışım mızrağı deşmişim böğrünü.
— Neden kaçtın? Kaçtığın için cezan artabilir şimdi.
— Nereye kaçayım hanımım. Polis Bey de söyledi zaten, devletten polisten nereye kaçılır, gittiğim yer anamın evi. Polis de geldi beni orada buldu. Kızı anama emanet edeyim diye götürdüm. Sarılıp koklaşa koklaşa yattık yavrumla kalkmamacasına. Polis gelince ayrıldık.
— Mızrağı nereden buldun? Kendin mi getirdin, önceden mi yakıştırmıştın adama mızrakla ölmeyi?
— Yok, mızrağı günler önce İhsan getirdi. Bilmem nereden bulmuş. Getirirdi böyle eski şeyler arada, sonra götürürdü. Kapının arkasında bekliyordu bu da.
— Bunları yazsam imzalar mısın?
— İmzalarım.
— Polis Bey sana sorular sorarsa cevaplaman lazım, hapiste geçireceğin süreyi kısaltır polise doğru cevap vermen. Çabuk kavuşursun kızına.
— Tamam.
Avukat sorgunun yapıldığı odaya girip kendini tanıtmıştı önce. Sanki kadın avukattaki bıkkın tavırlarda yakınlık gördü kendisine kadıncağız, sordukça anlattı. Komisere yapacak pek bir şey bırakmadı. Kadının mı avukatlığını yapıyor, polisin mi emin olamadı önceleri. Sonra sonra anladı avukatın müdafaa ve iyi hal üzerinden savunmasını kurmayı hedeflediğini. İyi hal karakolda polise yardımla başlamıştı.
Komiserin soracağı soru olmasa da adet yerini bulsun, mekanın sahibi belli olsun diye cevaplarını dinlemediği bir kaç soru sordu kadına. Avukat hanım cevapları dinlemiş olacak ki hazırladığı ifadeye ufak eklemeler yapmıştı sorduğu komiserin soruların cevaplarına benzeyen.
— Konu çocuğu olunca insanın katil oluyor işte demek ki.
Komiser dosyaya üst yazı hazırlamaya başlamışken avukata da çay ikram etmiş, çayın yanına azıcık sohbet ekleyerek soğuk ev sahipliği intibasından kurtulup misafirperverliğini perçinlemeye çalışmaya başlamıştı.
— Oluyor. Konu çocuk olmadan da oluyor bazen.
— Yazık yatacak yıllarca, çocuk da ayrı sefalette.
— Doğru yatacak yıllarca. Çocuk da… işte bakalım ne yapabileceğiz. Dosyaya polise yardımcı olduğunu eklemenin bir yolunu bulursanız belki mahkemede…
— Tabii elimizden geleni yaparız o konuda. Olmuyor işte böyle cezayı kendi verince insan kendi suçlu durum…
Derince iç çekti. Tamamlayamadı Sedat cümlesini. Utanmadı, utanılacak bir şey değildi söyledikleri ama hisleri utanınca hissettikleriyle çok benzerdi. Açmaz vardı ortada, büyük bir açmaz. Kurum diye bir devlet kapısını bilirdi bu kadın. Devletin görev verdiği memurlar da çokça kapatmıştı kadınlara benzer durumlarda kapıları. Kim verecekti cezayı? Kaba dayak, İşkence, insanlık suçu… Kadına uygulanınca cezasız kalıyordu.
— Komiserim maktul neciymiş ne yaparmış bilgisi var mı?
— Maktul sıkıntı biraz tabii. Çok girmiş çıkmış.
— Rehabilitasyona yanıt vermemiş demek ki hapishanede?
— Rehabilitasyon da tabii şimdi cezasını çekiyor insan orada yaptıklarının biraz da aslında.
— Tabii cezasını çekiyor. Çekerken travmatik ortam, zaten vardı, biraz da burada eklendi… Peki komiserim bu cezasını çekenler çıkınca nereye gider?
Sıkılmıştı komiser çoktan, kendisinden mi çıkarıyordu avukat kadınların dertlerinin acısını? Az önce hissettiği utanma benzeri his direncini kırıvermiş olmasa çoktan kendini toplayıp terslerdi avukatı. Cevabı belli sorular falan… Avukat da belki de kendisi bile farkında olmasa da şiddete maruz kalan kadınlarla empati kurmadığı için alttan alttan kızmıştı komisere, ufak ufak hırpalamak istiyordu kelimelerle de olsa.
— Yani işte topluma karışıyorlar yine.
— Evlerine gidiyorlar komiserim. Korumasız kadınların ve çocukların başına…
- Adı Olmayanlar - 1 Aralık 2019
Merhaba
Güncel ve üzücü bir konuyu ele almışsınız. Emeğinize sağlık, her ne kadar okumaktan haz etmesem de bu var olan gerçekleri değiştirmiyor.
Konuyu işleyişiniz iyi ancak cümlelerinizin biraz daha gelişmesi gerek bana göre. Yinelemeleriniz ilk gözüme çarpan nokta. Bazı anlam kaymaları da var anlatımınızda.
Daha çok yazarak daha çok okuyarak bunların üstesinden geliyoruz hepimiz
Öyküye başlayan ilk cümleniz sorunlu bence ve Bu sorunu yaratan fiil ise “uzanmak.” Uzunca bir adam uzanmıştı sanki adamın bilinçli olarak yaptığı bir eylem gibi okunuyor ki bu imkansız çünkü adam ölü. Onun yerine yatıyordu demek belki daha doğru olurdu. Sadece bir tavsiye
Tekrar kaleminize sağlık
Merhaba.
Toplumsal olaylara olan duyarlılığınızdan dolayı kutlarım sizi. Aynı konu ile ilgili bir yazar arkadaşımızla da yorumlaşmıştık gün içinde. Maalesef şiddet kalemimize de bulaşmış ve kalemin yumuşak ucu dahi yazdıklarımızın sertliğine engel olamıyor.
Anlatımınız oldukça akıcı. Birkaç yerde küçük kelime hataları olsa da önemsiz ve akıcılığa tesir edecek türden değildi. Hepimiz gözden kaçırabiliyoruz bazen. Mızrak ile yazılabilecek özgün bir hikaye ortaya çıkarmışsınız.
Yukarıda bahsettiğim konu ile ilgili dün bir şiir kaleme almıştım. Umarım dünya üzerinde bu konu ile ilgili yazılan son şiir olur.
Kaleminize sağlık. Sevgiler…
CEREN’LERE
Demiri yonttular
Anahtar dediler
Açsın diye açılmazları
Demiri yonttular
Bıçak dediler
Alsın diye mi canları?
Ağacı yonttular
İçine kurşun doldurdular
Kanunlar yazdılar
Kanunlar çizdiler
Ceren ceylan demekti
Demirin özüyle
Ağacın tozuyla
Ceylanları vurdular
Kalem kılıçtan keskindi
Vurdular, hep vurdular…
Merhaba,
Seçkideki ilk öykünüz sanırım, hoş geldiniz. Mızrak temasını güncel ve kanayan bir yaraya bağlamanız dikkate değer olmuş. Bir iki ufacık kelime dışında öykünüzü gayet akıcı buldumu, beğendiğimi söyleyebilirim.
Kaleminize sağlık