Öykü

Altın Işıklar

Sarı yaprakların caddeleri süslediği bir sonbahar günüydü. Yerler gece yağan yağmurdan hafifçe ıslanmıştı. Gri bulutların arasından ara sıra çıkan güneş altın ışıklarını etrafa saçıyor, bu haliyle hayat bana daha büyülü görünüyordu. Güneşin parladığı bir anda, şehrin sakin kalmış arka sokaklarından birinde dolaşırken, büyük bir çınar ağacı gördüm. Caddenin karşısında bulunan ağacın üzerine vuran güneş ışıklarını izlemek için, bir banka oturdum. Gözlerimi ağaca diktim. Yapraklar bir parlayıp bir sönerken, hayatın sıradanlığından sıyrılıyor, sanki sonsuz varlığıma bir nebze daha yaklaştığımı hissediyordum.

Hayat bazen insanı yaralar da bir boşluğa düşüverir ya hani insan. Hiçbir şey yapmak istemez. Her şey anlamını yitirir. Ben de biraz o haldeydim. Böyle zamanlarda, küçük bir mucize görmek isterim hep. Beni düştüğüm boşluktan çıkaracak bir dokunuş dilerim hayattan. O ulu çınar ağacına bakarken, yine öyle yaptım. Saatine denk gelmiş olacak ki, çınar ağacının ışıltılı yapraklarının arkasında duran o eski beyaz köşkü gördüm. Şehrin dört bir yanında yükselen sıkıcı apartmanların arasında kalmış kırık bir inci tanesi gibi. Taş duvarların ardından üç katlı köşkün son iki katı görünüyor, zamanın acımasızlığından nasibini almış olan köşk, yıllardır içinde kimse yaşamadığı için çatısının sağ tarafı yana eğilmiş halde zar zor ayakta duruyordu. İkinci katın kırık kepenklerinden biri rüzgârdan hafifçe sallanıyor; bir açılıp, bir kapanıyordu.

Bende hipnotik bir durum yaratan bu pencereye dalıp gittim. Yaşam ve ölüm, varlık ve yokluk üstüne düşünmeye başladım. Sonsuz varlığımıza kalpten inanıyordum ama, o gün bir kanıta ihtiyacım vardı. Evren bu ihtiyacımı biliyor tabii, bilmez mi! Sallanıp duran pencereye bakıp zihnimin içinde dolanırken, onu gördüm. Köşkün ikinci katındaki pencerenin ardından bana bakıyor, altın saçları beline kadar uzanıyordu. Önce onu, zihnimin içindeki bir hayal sandım. Ta ki güneşin ışıkları saçlarına vurana kadar. Saçlarına sonbaharın ışıkları vurup, kadının kederli yüzü ayan beyan görününce, oturduğum bankta irkildim. Fakat gözlerimi pencereden alamıyordum. Orada öylece dikilen bir kadın var mıydı gerçekten? Daha dikkatli bakmak için ayağa kalktım. Ben ayağa kalkınca hafifçe gülümseyerek, pencereden ayrıldı. Kalbim çarpmaya başladı. Bir mucize dilediğim zamanlarda, hayata karşı daha dikkatli davranırım. Biz insanlar, bir yanımızla öylesine körüz ki, kendi çağırdığımız mucizelere bile inanmayız. Ve hep böyle kaçırırız hayatı. Ben uzun zamandır böyle yapmıyordum. Kendi deliliklerimi görmeyi de biliyordum, mucizeleri de. Bugün de ya kendi deliliğimle ya da bir mucizeyle yüzleşmeye kararlıydım. Ne yalan söyleyeyim, günün sonunda deli çıkacağıma ve kendime, hayal gücüme kahkahalarla güleceğime daha çok ihtimal veriyordum.

Ayağa kalktım. Meraklı gözlerimi, köşkün duvarlarında gezdirdim. Az ilerideki oymalı ahşap kapıyı görmemle, köşke doğru yürümeye başlamam aynı anda oldu. Az sonra kapının karşısında duruyordum. Üzerine asma bir kilit vurulmuş olan kapı, birileri tarafından zorlanmış olsa gerek hafifçe aralıktı. Aralıktan içeri baktım. Bahçe duvarının içeriden görüntüsü dışında pek bir şey göremedim. İçimde o eve girmek konusunda müthiş bir istek vardı. Eh, olacak olan olur. Bir yazar olarak, hemen her konuda yüzeysel de olsa bir fikrim vardı. Geçen yıl ısmarlama bir polisiye yazarken öğrendiğim bilgiyi deneyimleme fırsatı duruyordu karşımda. Çantamdan bir paramana çıkarttım ve kimselere görünmeden kilidi açıverdim. Bu kadar kolay olmasını beklemiyordum. Hızlıca içeri girip kapıyı kapattım ve kapının arkasına yaslanarak orada durdum. İşte kendi deliliğimle yüzleşmek üzereydim. Bir hırsız gibi yakalayacaktı insanlar beni orada. Köşkün bahçesinin her yerini otlar sarmıştı. Etrafta şöyle bir göz gezdirdim. Ne köşkün bahçesinde ne de pencerede hiç kimse yoktu. Böyle ıssız bir yere adım atınca, tüyleri ürperir ya insanın, benim de tüylerim biraz diken diken oldu. Boş pencereyi ve bomboş bahçeyi gördüğüme göre, artık çıkıp kendimle dalga geçebilirdim. Gülümsedim, dayanmış olduğum kapıdan doğruldum ve tam kapıdan çıkmak üzere harekete geçmiştim ki, bahçenin içinde otların arasına saklanmış bir mezar gördüm. Şimdi tüylerim diken değil, yerçekimine karşı harekete geçmiş birer ok gibiydiler. Fakat burada durduğuma ve ikinci katın penceresi hala boş olduğuna göre, mezara doğru ilerleyebilirdim. Öyle de yaptım. Yavaş yavaş ve önümden arkamdan, sağımdan solumdan biri beni tutup da, sonsuza kadar bu eve tıkacak korkusuyla beraber, mezarın önüne kadar geldim. Tam mezarın önünde durduğum anda, hava birdenbire karardı ve bahçenin içindeki kuşlar çığlık çığlığa kaçışmaya başladılar. Korkuyla yerimde sıçrayıp, başımı hızla kadını gördüğüm o pencereye çevirdim. Hala kimse yoktu. Fakat şiddetli rüzgâr gitgide artıyor, köşkün kırık kepengi hızla kapanıp açılarak, rahatsız edici bir gürültü çıkarıyordu. Derin bir nefes alıp kaçmaya hazırlanırken, gözlerim mezar taşına takıldı. O anda orada, o soğuk mezar taşının üzerinde hayatımı değiştirecek olan o cümleyi gördüm. Onu okuduğum anda, içimi tuhaf bir sevinç kapladı. Bugün de deli çıkmamıştım. Bir mucizeydi bu. Bu yazı, benim içindi. Bunu ruhumun derinliklerinde hissettim. Şöyle yazıyordu;

‘Bir cümle gerek bana. Ruhumu arındıracak, kederli kalbime biraz olsun merhem olacak bir cümle. Cümlelerin sihirli olduklarına hep inandım ben. Kalpten kalbe geçen, zihinden zihne atlayan zaman yolcularıdır onlar. Bana bir cümle ver!

O cümleyi, ezberleyene kadar defalarca okudum. Sonunda köşkün içinde esen şiddetli rüzgârdan yüzüme gözüme dolanan saçlarımı yüzümden çekip, kendimi yeniden korkular imparatorluğuna teslim ettim ve hızla o evden kaçtım. Ben dışarı çıkınca, gürültüler kesildi ve şiddetli rüzgâr durdu. Kendimi yeniden çınar ağacının karşısındaki banka attım. Biraz soluklanıp, kendime geldim. Ağacının yaprakları hala pırıl pırıl parlıyordu. Az önce çok gerilmiş, şimdi de fazlasıyla rahatlamıştım. Gözlerimden seller gibi yaşlar akmaya başladı. Bir yandan gülüyor, bir yandan ağlıyordum. O cümleyi bir kez daha tekrarladım içimden. Kendi kendime mırıldandım;

‘Bir cümle gerek bana. Bana bir cümle ver!

Evrenin bana verdiği mesajı, ziyadesiyle anlamıştım. Bir yazardım ben, evet bir yazar. Ve son zamanlarda her şeyi anlamsız bulduğum gibi, yazmayı da anlamsız buluyordum. Mutsuz ve avare hallerde dolaşıp duruyor, kendi kaderimden kaçıyordum.

Gözyaşlarımı sildim, yerimde doğrularak ayağa kalktım. Çınar ağacının arkasında duran o perili eve yeniden baktım. Ve kendi evime doğru yürümeye başladım. Şehrin kalabalık sokaklarından düşünerek ve ağır adımlara ilerlerken, cümlelerin sihirli olduklarına ben de inandım. Bir daha da yazmayı hiç bırakmadım. Tabii küçük mucizelerin peşinden koşmayı da…

Berna Mutlu

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhabalar.

    Otobiyografik niteliğe sahip, keyifli bir öykü. İlhamını perili bir köşkteki bir peri kızından alıyor desek yanlış olmaz. Yazar sıkışması güzel biçimde aktarılmış.

    Ancak hikayenize daha fazla katman ekleyebilirdiniz. Şahsen bu peri kızını merak ettim. O’nun hikayesi derinleştirilseydi daha güzel olurdu.

    Öyküden çok bir iç döküşe benziyor. Ama şu noktada haklısınız “Bir cümle gerek bana. Bana bir cümle ver!”

  2. Değerli eleştiriniz için çok teşekkürler.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for terramundi Avatar for BernaMutlu

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *