Öykü

Balkan Ezgileriyle Göçmek

O’na… 06.05.2012…

Doldurdum mangali dopdoli korle

Kimsenın oğluni almadım zorle

“Baba, bizim oraların şarkısı çıktı, radyonun sesini biraz açabilir misin?”

Bu seneki asmalari budamadiler

Bu sene da asmalari budamadiler

İstediler bozsunler bozamadiler

Beni gibi güzelini bulamadiler

Beni gibi güzel gelin bulamadiler

“Baba, dikkat et araba geliyo, babaa!Babaaaaaa!!!”

* * *

Benzinle karışık duman kokusu ağır ağır yükseliyor. Ciğerlerim bu kokunun dolmasından mı yoksa göğsüme dayanan şoför koltuğunun başlığından mı daha çok zarar görüyor, bilemiyorum. Şu an tüm bildiklerim ve bilmediklerim birbirine karışmış halde. Nefes alacak alanım kalmamış, ağzımın kenarından akan kanın yüzümü gıdıklamasına odaklanıyorum. Gıdıklanınca gülünür ya hani, ben felçten hallice olduğumdan mütevellit, yüzümü kıpırdatamıyorum. Cama dayanan başım, dışarıda volta atan babamın yönüne dönük. Babam; kaşı patlamış, nutku tutulmuş bir vaziyette, iki elinin arasına kafasını almış ve bize, arabamıza bakarak bir ileri bir geri yürüyor. Boynumu çevirebilsem, ben de “bize” bakarım. Fakat boynum artık benim kontrolümde değil. Gözlerimi çevirmeyi deniyorum, başarıyorum. Annem de gözlerini bana çeviriyor; yemyeşil, usul usul ağlayan, çaresizce bakan gözlerini. Babam şoku becerebildiği kadar atlatır atlatmaz, anneme doğru yaklaşıyor. Annemin dudaklarından sözcükler dökülüyor, kulak kabartıyorum mırıldanışına: “Kızlarımı kurtar.” diye yalvarıyor adeta. Babamın gözlerindeki yaşlar sel oluyor:“Kurtaracağım.” diyor, kendisi gördüğü resim yüzünden dediklerine inanmazken, annemin inanacağını umarak telefonuna sarılıyor. O sırada, göz ucuyla ablama ve yanımdaki anneanneme bakmaya çalışıyorum. Takla atan araçta hiçbirimiz eski yerimizde değiliz artık. İkisinin de gözleri kapalı. Onlar mı öldü yoksa ben mi öldüm, ruhum olan biteni mi izliyor, farkında değilim. Fakat bunları  düşünebildiğime göre bilincimin kesinlikle açık olması gerekir diye geçiriyorum aklımdan.Kesinlikle mi? Neler saçmalıyorum böyle yahu, nereden bileyim ben?Bu kaçıncı ölüşüm ya da ölümle burun buruna gelişim ki?

Babam ilk iş halamı arıyor: “Be, be, ben, Allah benim belamı versin. Ben mahvoldum, ben kaza yaptım.” diyerek ağlamaya başlıyor. Halamın şaşkınlığını tahmin etmeye çalışıyorum, olmuyor. Bir insan böyle bir haber aldığında nasıl tepki verir ki? Babamın sözlerine vereceği karşılıkları düşünüyorum; “Hay Allah, çok geçmiş olsun.”, “Aaa, sahi mi, peki neredesiniz şimdi?, “Abi beni arayacağına hemen ambulansı arasana” ya da biraz zevzekçe, “Acı var mı acı?” filan der mi acaba? Yok, demez çünkü halamın mizah yönü güçlü değildir. Düşüncelerimin sağlamasını yapamadan babam telefonu kapatıyor. O sırada, arkamızdaki araçla bizi takip eden teyzemler geliyor olayımızın yerine. Sıradan günlerde araçla seyir halindeyken anlam veremediğimiz trafiğin oluştuğu bazı zamanlarda; “Haydaa, ilerde kaza olmuş, o yüzden iki saattir trafikteyiz.” diyerek aracın dur-kalk yapmasının nedenini bulma sevincine odaklanırız. Vah vah ile tüh tüh ikilemelerinden dilimize en yakın olanını seçerek, yolumuza umarsızca devam ettiğimiz işte o olay yerlerinden biri, şu an biziz. Başkalarının parmakla trafiğin sebebi olarak göstereceği kazayız. Ben bunları sorgularken, hemen arkamızdaki araçtan teyzem, kuzenlerim ve eniştem iniyor. Yüzlerindeki dehşeti ve endişeyi görüyorum. Bu yüz ifadeleri midemi bulandırıyor sanki. Hayır. Midemi bulandıran onlar değil, araçtan ağır ağır yükselmekte olan, benzinle duman karışık bu koku bulantı hissi veriyor ancak kusma refleksim bile felçliyken kusamıyorum. Hal böyle olduğu için minnet duyuyorum,tabii onu da belli edemiyorum.

“Ah güzel kuzenim, neden öyle gözlerini kocaman açarak bana bakıyorsun ki? Benim, ben. En sevdiğin ablalarından biri. Şimdi senin o derin, mavi gözlerinde travma mı olacağım yoksa ben?”

Böyle olacağını tahmin etmek çok güç değil. İlk kez öfke kaplıyor, kıpırtısız bedenimi. Elimde olmayan bir suçluluk duygusuyla birlikte hem de. Ben tüm bu negatif duygularla mumyalanırken, kuzenlerim bize doğru gözlerini kırpmadan bakarken babam, teyzemlere haykırıyor: “Her şey benim suçum, benim yüzümden oldu, benim!” ve yine başlıyor ağlamaya. Eniştem babamı sakinleştirmek isteğiyle yanına yaklaşıp, sıkıca sarılıyor. Sırtına ritmik şekilde pat pat vuran ellerini duyuyor, görüyorum. Erkekler birbirine pek sarılmaz oysa. Buna vesile olduğumuz için bir an mutlu oluyorum. Sonra bu sarılmanın sebebi olan, babamın vicdan azabı beni huzursuz etmeye başlıyor. Hangisi daha derin acaba; ölenlerin kabir azabı mı, ölüme sebebiyet veren sağların vicdan azabı mı?Yanıt bulamıyorum. Elim kolum,kelimenin tam anlamıyla bağlı. Gidip babamı teselli etmek istiyorum. Bunlar senin hatan değil, sen bile isteye mi yaptın ki bu kazayı demek ve ona sıkıca,asıl ben sarılmak istiyorum ama yapamıyorum. Hiçbir yere kıpırdayamıyorum. Güneş yan duran arabamızın kırık camlarından süzülüyor, gözlerimin neden kamaşmadığına hayret ediyorum. Demek ki ölümle burun burunaysanız, güneş ışığı bile onunla aranıza giremiyor. Gökyüzünden,o aşina olduğumuz kusursuz sesleriyle göçmen kuşlar geçiyor. Radyodaki göçmen türküsü onlara bu yolculukta eşlik ederken, benim de ruhumun kanat çırptığını hatırlıyorum; ama ölüme ama yaşama…

Doldurdum mangali dopdoli külle

Sallaydi anasi verdi gönülle

Bu seneki asmalari budamadiler

Bu sene da asmalari budamadiler

 İstediler bozsunler bozamadiler

Beni gibi güzelini bulamadiler

Beni gibi güzel gelin bulamadiler

* * *

“Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.”

Lev Nikolayevich Tolstoy

Cuma saat mesai bitimini gösterdiğinde, ruhen çoktan terk etmiş olduğum ofisimden fiziken de ayrılmak üzere ayaklandım. Masada duran eşyalarımı, alelade çantama atarken bir yandan da önümden geçen insan kalabalığına samimiyetsizce; “İyi hafta sonlarııı.” temennilerimi iletiyordum. Kapıya yöneldiğimde müdürümle göz göze geldim. Aralıklı ve sigaradan sararmış dişlerini göstere göstere pervasızca sordu: “Çok keyifli görünüyorsunuz Nihan Hanım, hayrola, hafta sonu planınız ne?”

Müdür veya patron olduğu için, tüm kullanım hakkınıza sahip olduğunu zanneden, ekseriyetle sevimsiz bu insanlardan hiç haz etmez fakat içinde bulunduğum durum gereği ifadesiz suratımla sorularını yanıtlardım: “Bursa’ya gideceğiz Müdür Bey, anneannemler, teyzemler, oradaki herkesi çok özlemiştim. Çok iyi gelecek bana.” Daha fazla soru sormasını engellemek için babamların beni beklediğini söyleyerek son “İyi Haftasonları” seremonimi de müdürümün kapısının önünde tamamlayıp ofisten çıktım. Planladığımız gibi babam caddenin karşı tarafına aracımızı park etmiş, annem ve ablamla birlikte beni bekliyordu. Annem beni görür görmez el salladı. Kapının önündeki kaldırımda oturan “Allah ne muradın varsa versin kızım.” diyerek dilenen yaşlı kadına acelem olduğu için yanıt bile vermeden hızla yürümeye devam ettim,seyir halindeki araçlara dikkat ederek koşar adım caddeyi geçip, arabamıza bindim. Araçtaki şoförün arkasında yer alan koltuk, çocukluğumdan beri bana aitti. Hemen oraya yerleştim. Hepimiz bu kısacık tatil için şimdiden çok heyecanlıydık. Neşeyle araca binip; “Selam millet!” diyerek ortamı canlandırdım ve babamın kontak anahtarını çevirme sesiyle birlikte, maç düdüğü çalınarak, İstanbul’dan Bursa istikametine doğru yolculuğumuz başladı.

* * *

Tolstoy haklıydı demek, bizim de muhteşem hikayemiz bu yolculukla başlıyor işte. Anneannemin, teyzemlerin ve bizim heyecanla beklediğimiz bu kısacık tatil, an itibariyle Tolstoy eseri olamasa da görsel ve yazılı basında yer almaya hazır. Hep unutulmaz bir tatile imza atmak mı istiyorduk, alın bize unutulmaz tatil. Bundan daha iyisi zor bulunur herhalde. Şu an aklımdan ölüme mi yaşama mı daha yakınım acaba diye geçiriyorum. Aklımdan geçiriyorum derken, zaten bu kıpırtısız halimle düşünmek dışında başka bir eylem gerçekleştirme potansiyelim pek yok. Az önce dışarıdan süzülen bahar kokusu, yerini kavurmalı pideyle mi değiştirdi yoksa bana mı öyle geliyor? Bu halde acıkmış olamam herhalde, değil mi? Boğa burcu olmamın salt doğum günümde bana gezegenlerin oynadığı bir oyun olarak kalmayıp ölümü beklediğim günde de etkisini göstermesi, yıldızlara olan saygımı bir kat daha arttırıyor. Tam üç gün önce yirmi dokuz yaşımı doldurup otuzuma bastığımı hatırlıyorum. Basmak da ne ise? Yaşa nasıl basılır? Olsa olsa yaş tahtaya basılır, ki bu kaza da onun doğrulaması gibi bir şey. Otuz yaşına giren her bekar kadın gibi ben de önümüzdeki dört yıl daha yirmi dokuz yaşında olacaktım halbuki. Otuz beşime bastığımda(!), durumu yeniden değerlendirip o zaman hangi yaşta olduğuma karar veririm diye düşünüyorum. En mantıklı görünen o.Öte yandan, şayet şimdi ölüyorsam, “Otuzundan henüz gün alırken kara toprağın oldu güzelimiz.” ağıtlarında yer alacağımı da tahmin ediyorum.

Mayalılar bu işi biliyorsa, zaten yedi ay sonra dünyanın sonu geliyor. Bu durumda, benim bu kaza ile içinde olduğum bireysel yaşam mücadelemin de en fazla yedi ay daha kullanım ömrü var belki de. Kıyameti yaşarken görmekten öyle çok korkuyorum ki, babama kıyabilsem hemen şuracıkta ölüp gitmeye razıyım. Çok hassastır benim babam, içine atar, kahrolur. Mücadele edip de yendiği kanser hastalığıbu kaza ile nüksederse, o zaman kendimi hiç affedemem ki ben. Ağzımı açabilsem, ses tellerimi oynatabilsem eğer; “Senin suçun değil ki babam.” diye haykıracağım:“Sen de her baba gibi, benim mürüvvetimi görmeyi arzulamıyor muydun? İster miydin hiç böyle olmasını? Sen mi kırdın sanki direksiyonu karşı şeride, sen mi araca takla attırdın sanki? Hepsi sadece görünmez bir kazadan ibaret işte, görünmez, basit bir kaza!”

Buradan kurtulduğumda ilk işim, incir çekirdeğini doldurmayacak bir nedenden ötürü uzun zamandır küs olduğum kuzenimi aramak olacak. Bazen can ciğer olduğun insanlarla gün gelir anlamsızca aranıza soğukluklar girer, eften püften bir sebepten ötürü bir tatsızlık yaşarsınız. Hayat boyu böyle anlar sıkça tekrarlanabilir fakat şimdi çok iyi anladım ki, hayat kısa ve-az önce bahsettiğim gibi- kuşlar uçuyor, göçüyor.

Bir de o, ofisin önünde dilenip, Allah ve muratların erdirilmesi hususunda aracılık eden yaşlı kadını bulacağım. Kendisini görmezden gelerek hata ettiğimi hissediyorum. Kim ister ki tüm gün soğuk bir kaldırımın üstünde oturarak gelen geçenin ya acıyan ya da tiksinen yüz ifadeleriyle uğraşmayı? Kadıncağızı her iş çıkışı gördüğümde acele ederek, neden görmezden gelmeye çalıştığımı sorguluyorum. Bana hiçbir zararı olmayan o kadın, bunu hak etmiyor, telafisi için şu an ufak bir şansa ihtiyacım var sadece.

Kitaplığımda duran ve okumadığım tüm kitaplar; sizden de ayrı ayrı özür diliyorum. Tek tek sayfalarınıza dokunmak; harflerinizi, kelimelerinizi zihnime kazıyarak ölümsüzleştirmek isterdim oysa. Birazcık ayaklarımı uzatıp dinleneyim, biraz müzik dinleyeyim, yok yok, en iyisi dizi izleyeyim derken size; geçen yıllardan sonra rutine binmiş sıkıcı bir evlilikteki görünmez muamelesi yapılan eşimmişsiniz gibi davrandığım için beni affedin lütfen.

Benimle sadece bir kahve içebilmek için taklalar atan iş arkadaşım Erol, sana kendini tanıtma fırsatı bile sunmadığım için özür diliyorum. İnsanoğlu pastörize edilmemiş süt içmiş, bencil, menfaatçi ve kibirli. Benden hoşlandığını bilmek ve iş arkadaşlarımın sürekli bundan bahsetmesi egomu okşuyor fakat senin benden hoşlanma özelliğin dışındaki yanlarına kıymet bile vermiyorum. Günü kurtaran egoizmimle kendimi iyi hissettiğimi sanıyorum. Masama bıraktığın duygu dolu şiirleri arkadaşlarımla paylaşıp, onların “Yazık ama çocuğa, baksana sana çok aşık.” demelerinden haz alıyorum. Ah ne kötücül biriyim ben! Ne fani ne zavallı duyguların esiriyim. Erol, güzel hislerini, senin kıymetini bilecek kişilere sunmana engel olduğum için, affına sığınıyorum.

Fikren her şeyi telafi edebilecek güçteyim şu an, ya fiziken? Eğer yaşama yakınsarsam, babamın acısını dindirir, annemin dileğini yerine getirir, kuzenlerimin ömür boyu taşıyacağı travması olmaz, ailemin, arkadaşlarımın iç sızısı olmaz, salt hayata tutunuşun öyküsünü yazabilirim. Kaldırımda dilenen yaşlı kadın da dahil, herkesle iyi geçinebilirim. Evet, ben yaşama yeniden ve en doğru yerinden sımsıkı sarılabilirim. Adet yerini bulsun diye değil, dünyada bir şeyleri değiştirebileceğim inancıyla güvenilir bir ilişki yaşayıp evlenir, çok okuyarak, çok bilerek sağlıklı, düzgün, güzel ahlaklı çocuklar yetiştirebilirim. Herkese, her şeye inat ben, doğru bildiğimi, kimselerin canını yakmadan yapabilirim. Bu -belki de- son yaşama şansımı iyi değerlendirebilirim.

Bu seneki asmalari budamadiler

Bu sene da asmalari budamadiler

İstediler bozsunler bozamadiler

Beni gibi güzelini bulamadiler

Beni gibi güzel gelin bulamadiler

* * *

Benzin kokusu bir yandan burnumun direğini iyice sızlatırken, diğer yandan zihnimi uyuşturuyor. Berrak düşüncelerim gitgide bulanıklaşıyor. Zaman mefhumum artık kayıp. Az önceki seri -sırasıyla negatif, pozitif- fikirlerim, yerini sadece korkuya bırakıyor. Araçta patlama olmasını ve yanarak can vermeyi istemiyorum. Yanmaktan çok korkuyorum. Bana ait olmayan bu bedenimin toprağın altına bir bütün olarak girmesindeki kazancımın ne olduğunu bilmeden, son şımarıklığımı ekiyorum fani dünyaya.Emanet vücudumu gereksizce sahipleniyorum. Toprağın altında delik deşik olarak çürüyecek bedeni,aracın benzin deposunun patlamasıyla yanıp kül olacak bedene tercih ediyorum. Oysa ki şu an hiçbir şey hissetmiyorum. Bu hissizliğe rağmen, tercih listesi dolduruyorum.Omuzlarımdan süzülen kan, üzerimdeki elbisenin rengini değiştiriyor, yeni fark ediyorum. Kanın her damlası, diğer damlalarla birleşerek elbisemde daha büyük bir halka yaratıyor. Halka kocaman oluyor. Kan sürekli damlıyor, damlaya damlaya elbisemde kan gölü oluyor.

Düşüncelerim mi, benzin kokusu mu daha ağır artık, ayırt edemiyorum.

Uzaklardan bir ses geliyor, bu kez göçmen kuşlarının aşina ve kusursuz sesi değil, gündelik telaşlarımızda her duyduğumuz an irkildiğimiz siren sesi. Ambulanstan acil durum ekipleri iniyor. Artık anneannem ve ablam gibi, annemin de gözleri kapalı. Peki ya benim?

Düşüncelerim mi, benzin kokusu mu, göz kapaklarım mı daha ağır artık, ayırt edemiyorum.

Sağlık ekibinin yanında babamı görüyorum ancak gözlerimi aralayıp aralayamadığımdan emin değilim. Babamı gördüğümden emin gibiyim. Babamı hayatım boyunca ilk kez bugün ağlarken gördüğümden eminim:

“Babalar ağlamaz. Sen de ağlama. Babalar sadece ölümlerde mi ağlar? Sen beni ölü bilme.”

Acil müdahale ekibinden birisi yanıma yaklaşıyor. Benden bağımsız duran boynuma dokunuyor parmaklarıyla. “Kırılmış, yaşamıyor.” diyor diğer ambulans çalışanlarına bakarak. Sağlıkçının eldiveni kan oluyor. Babam da oracıkta. Her şeyi duyuyor, yaşamadığımı duyuyor. Eldivendeki kanı görüyor. Babam dizlerinin üstüne yığılıyor, hayır babamı kan tutmuyor. Vicdan azabından, suçluluk duygusundan bitap düşüyor zavallı adam. Sağlık çalışanı fark etmiyor. Benzin deposu patlamadan olay yerine ateş düşüyor, sadece düştüğü yeri yakıyor.

Düşüncelerim, benzin kokusu, göz kapaklarım ve ölüm çok ağır, artık düşünemiyorum, kanayarak ölüyorum…

Sena Gölebakar

Sena edebiyata, lisedeki öğretmenine duyduğu sevdayla gönül verdi. İlk cesur denemesi de yine lisede serbest konulu bir kompozisyon dersinde yazdığı, öğretmenine hayranlığını dile getiren eseridir. Kompozisyondan 100 almış ama öğretmeninden de uyarı almıştır tabii. Üniversite sınavında Edebiyat öğretmenliği istemesine rağmen İktisat bölümünü kazanarak, istemediği bir öğrenimi tamamlayan Sena şimdi global bir şirkette finans yöneticisi ancak hayatın her alanında saklanan ilhamları görebilen bir yüreğe sahip. Bazen şiir olur, bazen öykü. Hayat Sena’ya böyle güzel işte.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for Senaa Senaa says:

    Bu yorum benim için çok kıymetli, teşekkür ediyorum. :pray:t2::hugs:

  2. Merhaba Sena,

    Araf’ı yorumlayışını başarılı buldum. Öykülerindeki mizahi imzayı burada da atmışsın. Ama bazı metaforlar ve kelime sanatları zaten kullandığın perde arkası ağırlığını bu sefer daha iyi hissettirmiş.

    Daha önce pek değinmediğim bir yorum olarak, dil, imla ve noktalamayı da çok temiz buldum.

    Eline sağlık.

  3. Avatar for Senaa Senaa says:

    Merhaba @MuratBarisSari,

    Okuduğun ve güzel yorumlarını benimle paylaştığın için çok mutlu oldum. Teşekkürler. :pray:t2:

    Gönül seni de bu ay seçkide okumayı dilerdi, çok ara verme buralara, e mi? :slight_smile:

    Sevgiler,

    Sena

  4. Avatar for ebuka ebuka says:

    Sena selam sana :slight_smile:

    Kötü bir giriş oldu farkındayım :slight_smile:

    Öykü dram ile mizah arasındaki bir çizgide Araf temasının hakkını verecek şekilde yol almış.

    Elcegizine sağlık bre. Keyifle okudum, kal sağlıcakla…

  5. Avatar for Senaa Senaa says:

    Ebuzer, Sena da sana selamlarını söyler. :stuck_out_tongue_winking_eye:

    @ebuka kötü girişi görüp, arttırayım dedim. :upside_down_face:

    Güzel yorumun için ve öyküye zaman ayırdığın için çok teşekkür ediyorum sevgili dostum. Balkanca cevabın da beni ayrıca mutlu etti.

    Arafsız günler dileğiyle, sen de öykülerini özletme canım. :pray:t2:

    Sevgiler,

    Sena

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

23 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for MuratBarisSari Avatar for Senaa Avatar for gayekcelik Avatar for ebuka Avatar for Mercan Avatar for Kavin_Zehra Avatar for Arokan Avatar for deniz_gunes Avatar for Haluk_Cevik

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *