Öykü

Ben Nerede Yanlış Yaptım?

“Ömer, ben ayrılmak istiyorum.”

Bu cümle Ömer’in zihninde son hızla hedefine varan bir mermi etkisi yarattı. Önce arkasına yaslandı. Sonra etrafına bakındı, sanki nerede olduğunu unutmuş gibi. Ama unutmamıştı elbette. Şehre yeni açılan şu havalı restoranda, özenle donatılmış bir masadaydı. Sevgilisi Zehra masanın karşı tarafında oturuyordu. Yüzü asıktı. Sanki biraz da suçluluk duygusu vardı bakışlarında. İkisinin de önünde birer kadeh kırmızı şarap duruyordu. Ortamda kısık sesle yemek müziği çalarken, yan masalardaki müşteriler neşeyle kıkırdıyordu.

“Anlamadım, ne dedin?”

“Ben ayrılmak istiyorum Ömer… Bitirmek istiyorum yani…”

Ömer şarabından büyük bir yudum aldı. Yüzü kızarmış, alnında ter damlacıkları birikmeye başlamıştı.

“Ne diyorsun sen Zehra? İki yıllık ilişki bizimki! Böyle birdenbire… Kolay mı ya… Sorun ne bari onu söyle!

Zehra’nın gözleri tabağındaki yemek kırıntılarındaydı. Çatalının ucuyla bir peynir parçasını didikliyordu. Sessizlikten cesaret alan Ömer üsteledi:

“Başka biri mi var? Bak eğer öyle bir şey varsa bilmeye hakkım var Zehra!”

“Ya ne alakası var Ömer? Biz bittik artık! Heyecan bitti yani…”

“Doğruyu söyle! O Taner şerefsizi değil mi? Ulan ben onun…”

“Eeh yeter be!” Diyerek ayaklandı Zehra. Çantasını omzuna astı. “Sürekli başkalarını suçlamayı bırak! Sorun biziz! İlişkimiz!” Durakladı. Gözlerini kaçırdı. “Ayrıca evet, başka biri var, ama Taner değil.”

Eski sevgilisini masada bırakarak çıkıp gitti. Ömer’in tek yapabildiği, kadının arkasından bakakalmak oldu. Gözleri doldu. Kadehini bir dikişte içip bitirdi. Genç bir garson gözlerinin içi gülerek masaya yaklaştı: “Bir kadeh daha alır mısınız?”

Yüklü bir hesap ödedikten sonra mekândan ayrıldı. Ceketini çıkarıp omzuna attı. Darmadağın bir halde sokaklarda dolaştı. Şarap midesini yakıyordu. Bir tekel bayisine uğrayıp bira aldı. Deniz kıyısına gidip bir taşa oturdu. Telefonundan bir arabesk şarkı açtı. -İbrahim Tatlıses’ten Allah’ım Neydi Günahım- Birasını içmeye başladı. Denizden esen rüzgâr zaten yaşlı olan gözlerini daha da sulandırıyordu. Hava buz gibiydi. Ama onun içi yanıyordu.

İki yıldır varını yoğunu adadığı ilişki bitmişti işte… Verilen sözlerin, harcanan emeklerin hiçbir önemi kalmamıştı. Zehra her şeyi böyle bir kalemde nasıl silebilmişti? Hem de bir başkası için… Kendinden daha mı yakışıklıydı acaba o pezevenk? Ya da daha mı zengindi? Daha mı romantikti? “Ulan romantik olayım diye atmadığım takla kalmadı iki yıldır!” Diye söylendi kendi kendine. Bu soruların cevabını bulamayacağını biliyordu. Bulsa da bir faydası dokunmayacaktı. Adamı bulsa, öldürene kadar dövse, kadınından uzak dursun diye tehdit etse ne olacaktı? Bu davranış Zehra’nın ondan daha da nefret etmesine sebep olurdu. Hayır, Zehra’nın kalbini tekrar kazanmak gerekiyordu. Ama nerede yanlış yaptığını bilmiyordu. Tek bildiği, Zehra olmadan yaşayamayacağıydı.

Bir hafta boyunca kapıdan kovsa bacadan girerek; evine, ofisine, arkadaş ortamına dalarak, kendini Zehra’ya affettirmeye çalıştı. Sonunda, genç kadın Ömer için uzaklaştırma kararı çıkarttırdı. Ömer aynı soruyu kendine sorup duruyordu: “Ben nerede yanlış yaptım?”

İntiharın eşiğindeyken genç adamın zihninde bir ışık belirdi. Birasını sardığı gazete kağıdında, zaman turizmindeki gelir artışıyla ilgili bir haber gördü. “İşte bu!” Dedi içinden. Nerede yanlış yaptığını bulabilmek için geçmişe gidecekti. Geçmişe gidecek ve her şeyi düzeltecekti.

Son on yılda yeni bir sektör olarak adeta patlamıştı zaman turizmi. Bu seyahatlerin bedeli epey tuzluydu elbet. Ve uzmanların tartışma programlarında belirttiği gibi; hala tehlikeliydi. Fakat ceplerine giren para miktarından memnun olan şirket yöneticileri, bu iddiaları yalanlıyordu. “Neyse ne!” diye düşündü Ömer. Zaten çok uzak bir geçmişe gitmeyecekti. Bundan altı ay öncesine, ilişkilerinin doludizgin sürdüğü döneme gitse yeterdi. Zehra’nın gönlünün başka bir erkeğe kaymasına sebep olan hatası ne ise, bunu düzeltecekti.

Kısa bir piyasa araştırması yapıp, bu işi en ucuza kapatabileceği şirketi buldu. Bankaya gitti. Maaşına mahsuben yüklü bir kredi çekti. Bir dolu form doldurdu. Bankadan çıktığında, boynuna tasma takılmış gibi hissediyordu. Kredi borcu her ay maaşından kesilen parayla ödenecekti.

Her yerde olduğu gibi, seyahat acentesi de Arap turistler tarafından işgal edilmişti. Başörtülü ve makyajlı kadınlar kendi aralarında fısıldaşıyor, erkekler broşürleri karıştırıyor, çocuklar ise oradan oraya koşturuyordu.

Genç, güler yüzlü bir kadın Ömer’i bilgilendirdi. Seyahat son derece güvenliydi. Kullandıkları cihaz Avrupa’da pek çok kalite kontrol kurumundan onay almıştı. Kadın, Ömer’in eline iki broşür tutuşturdu. Bu broşürlerde zaman yolculuğuna hazırlık ve seyahate dair yasaklar grafiklerle anlatılıyordu. Bu cihaz ile yalnızca bin yıllık bir zaman aralığında seyahat edebilirdi. Geçmişteki kendiyle karşılaşırsa onunla iletişim kurmamalıydı. Uzay-zaman sürekliliğini bozacak herhangi bir hata yapmamalıydı.

Tıpkı bankada olduğu gibi, bir sürü kâğıda imza attı. Bu imzalar sayesinde seyahatte yaşanacak herhangi bir aksaklıktan şirket sorumlu tutulamayacak, dava açılamayacaktı.

Gideceği yer ve zamanı belirledi. Parayı peşin ödedi. Gidiş ve dönüş biletlerini aldı. -zaman yolculuğundan belirtilen sürede geri dönmemek yasaktı. Böyle bir durumda kişi, bulunduğu zamanın polis kuvvetleriyle muhatap olacaktı- Eve gidip eşyalarını topladı. Patronundan birkaç günlük izin aldı. Günü geldiğinde, sırtında ufak bir çantayla o salyangoz kabuğunu andıran makineye giriş yaptı.

Uyandığında, arkadaş grubuyla pek sık gittikleri içkili mekandaydı. Kadınlar tuvaletinin önünde. Bileğinde, tur şirketi tarafından takılan bir akıllı saat vardı. Zamanı geldiğinde bu cihaz aracılığıyla geri döneceği söylenmişti ona. -ve tabii bu saati çıkarması da yasaktı-

Bar bölümüne doğru ilerledi. Kimse kendisini görmesin diye bir sütunun arkasına saklandı. Oradaydılar işte… Ömer, Zehra, ortak arkadaşları Meyra, Yusuf, Yaşar ve Melek. Sakin bir köşede, ellerinde içkileriyle üçlü kanepe takımına yayılmışlardı. Nasıl da mutlulardı… Ortadaki kanepede Ömer ve Zehra sarmaş dolaş oturuyor, diğerleri onlara gıpta ile bakıyordu. Gelecekten gelen adam bu mutluluğa imrendi. İlişkilerini irdelemeye başlangıç noktası olarak burası idealdi.

Zehra orta sehpasında ışığı yanan telefonunu aldı. Kulağına götürdü. Gelecekten gelen adam konuşmaları duyamıyordu. Ama kadının yüzü gülüyordu. Yarım saat sonra mekâna genç bir adam girdi. Gülümseyerek Zehra’ya doğru yürüdü. Kolsuz bir tişört ve şort giymişti. Saçlarının iki yanı kazınmış, tepesi kirpi gibi dikti. Keçi sakallı ve sol kulağı küpeliydi. Ömer bu adamı hatırladı: Zehra’nın yeni yoga hocası Burkay. Adam Zehra’ya sarılıp Ömer ile el sıkıştı. Boş sandalye bulamayınca, kadının davetiyle ikisinin arasına oturdu. Zehra arkadaşlarına heyecanla Burkay’ı anlatmaya başladı. Bu sırada bir eli adamın çıplak omzundaydı. Adam arada sırada hafifçe gülümsüyordu. Elleriyle – kollarıyla bir şeyler anlatıyordu. -muhtemelen yoganın yararları- Grubun ilgi odağı bir anda Burkay ve boktan yogası olmuştu.

Saklandığı yerden olanları izleyen Ömer, geçmişteki Ömer’in yüzünün anbean asıldığını fark etti. Bütün vücudu öfkeyle titredi. Oraya gidip Burkay şerefsizinin ağzına bir yumruk vurmak istedi. Kendini tuttu. Ne demişti acentedeki kadın; uzay zaman bilmem nesini bozmamalıydı.

Mekândan çıktı. Otoparkta bir arabanın arkasında yere çöktü. Şoktaydı. Bu anı daha önce nasıl hatırlayamamıştı! “Ben nerde yanlış yaptım” diye kıvrandığı geceler boyunca bunu nasıl fark etmemişti! Yoga eğitmeni Burkay… şimdi taşlar yerine oturmaya başlıyordu. Bu gece gerçekten de canı çok sıkılmış, çareyi telefonuyla oyun oynayarak bulmuştu. Kıskanç bir sevgili gibi görünmek istememişti. Bu yüzden Zehra’ya konuyu açmamıştı.

İçinde gizli bir sevinç hissetti. Hata kendisinde değildi! Hata, yoga hocası diye geçinen bu ırz düşmanındaydı! Demek ki Burkay’ı yolundan çekerse başka sorun kalmayacaktı! Kahkaha atacakken durdu. Zehra artık bu adamdan ders almadığını söylememiş miydi? “Ne olmuş yani?” diye düşündü. Sevdiği kadın ona pek çok yalan söylemişti. Ömer’i tüm kalbiyle sevdiğini, hayatını onunla geçirmek istediğini, hatta genç adamla evlenip onun çocuğunu doğurmak istediğini söyleyen Zehra değil miydi?

Ayağa kalkarken Burkay’ı gördü. Adam arabasının kilidini açtı, Bindi ve gaza bastı. Ömer bir taksi çevirip öndeki arabayı takip etmesini istedi.

Şehrin zengin muhitindeki yüksek apartmanlara kadar takip devam etti. Ömer bahçe kapısının önünde taksiden indi. Saat gece yarısına geliyordu. Pencerelerin hiç birinde ışık yanmıyordu. Burkay aracını park etti. Bina girişine yönelirken Ömer seslendi:

“Kardeş, bir bakar mısın?”

“A, Ömer merhaba… Sen burada… hayırdır?”

“Ya, senle bir konuyu konuşmak istedim.” dedi Ömer yaklaşırken, “Daha doğrusu seni uyarmak.”

“Neymiş? Biraz yorgunum da…”

“Meraklanma, çok uzatmayacağım. Şimdi, gördüğün gibi, Zehra’yla biz birbirimizi seviyoruz. En azından şimdilik seviyoruz. Sen de Zehra’ya yoga öğretmeye başlamışsın, güzel, hayırlı olsun… Sıkıntı yok. Ama biz birbirimize aitiz. Yani onu benden almak gibi bir düşüncen varsa…”

Burkay’ın gergin suratı gevşedi. Büyük bir kahkaha attı. Elini Ömer’in omzuna koydu.

“Oohooo… Hangi devirdeyiz dostum ya, geç bunları geç… Sen amma da eski kafalıymışsın ya…”

“Yalnız, lafım bitmedi. Bir de şu elini çekersen…”

“Dostum rahat ol biraz, relax…” dedi Burkay yapmacık bir ifadeyle. “Zehra’yla bizim aramızda çok özel bir iletişim var. Pozitif enerjiye, yogaya, iyiliğe, şefkate, kabule, kendini gerçekleştirmeye dayalı bir iletişim… Artı, Zehra kimseye ait değil… Zehra özgür bir ruh… Onu kafese kapatmaya çalışırsan mutsuz edersin.”

Ömer yumruklarını sıktı. Tırnakları avucunun etlerine battı. Derin bir nefes aldı. İki adım yaklaştı.

“Peki… Madem anlamak istemiyorsun, o zaman şöyle söyleyeyim… Bir daha Zehra ile görüşmeyeceksin! Ona yoga – moga dersi vermeyeceksin! Aramayacaksın, ararsa da açmayacaksın! Yoksa Allah şahidim olsun…”

“Yoksa ne? Ne yaparsın!” diye diklendi Burkay. İki adamın arasında şimdi yarım metre kalmamıştı.

Her şey çok hızlı gelişti. Gelecekten gelen adam, yoga eğitmeninin boğazına sarıldı. İkisi birden yere yuvarlandı. Ömer adamın daha güçlü ve çevik olduğunu zannediyordu. Ne de olsa Burkay sağlıklı besleniyor ve her gün koşuya çıkıyordu. Ama şu anda, ellerinin altında can çekişiyordu. Yine de, saldırganı yana savurup ayağa kalkmayı başardı. Ömer’in sırtı bir aracın yan kaportasına çarptı. Doğruldu. Yoga eğitmeninin ardından koştu. Tişörtünden yakalayıp yere devirdi. Üzerine atladı. Öfkeyle parlayan gözleri yerde bir taş gördü. Taşa uzanıp Burkay’ın kafasına vurdu. Sonra bir daha… ve bir daha…

Elleri kan içinde bir köşeye sindi Ömer. Ölesiye korkuyor ama tuhaf bir heyecan da duyuyordu. Evet, böylesini hayal etmemişti. Ama sonuç olarak Burkay meselesi halledilmişti. Şimdi her şey çok daha kolay olacaktı… Çok daha güzel…

* * *

“Ömer, ben ayrılmak istiyorum.”

Ömer bu anı daha önce de yaşadığını biliyordu. Geçmişe seyahatinden döneli bir hafta olmuştu. Aynı lokantanın aynı masasında oturuyorlardı. Döndüğünden beri ilişkileri sorunsuz devam ediyordu. Aynı planladığı gibi.

“Anlamadım? Ne demek ayrılmak istiyorum!”

“Ayrılmak istiyorum Ömer. Bitirmek istiyorum yani…”

“Sebep?”

“Yoga eğitmenim Burkay, biliyorsun öldürüldü…”

“Eee, yani?”

“Onun cenazesinden sonra düşünecek çok zamanım oldu. Ölümlü dünya Ömer, yarın ne olacağımız belli değil. Bugünü en iyi şekilde yaşamak lazım.”

“Sadede gel Zehra!”

“Fark ettim ki, ben bu ilişkide mutlu değilim.”

Ömer bir kahkaha patlattı. Şarabından bir yudum aldı. Yüzü öfkeyle kasıldı. Zehra şaşkın gözlerle onu izliyordu.

“İlişkide mutlu değilmiş… Ne diyorsun lan sen! Ya benim mutluluğum? Ha, o n’olacak!”

“Ne diyorsun Ömer? Korkutuyorsun beni…”

“Korkmalısın zaten!” diye bağırdı genç adam. Ayağa fırladı. Yan masalardaki bütün gözler onlara çevrildi.

“Senin için elimi kana buladım lan ben! Katil oldum! Tonla para bayılıp geçmişe gittim, Burkay denen o ırz düşmanını öldürdüm! Ne için? Senin için, ilişkimiz için! Bana bak kızım, önce seni öldürürüm, sonra kendimi öldürürüm, ancak böyle biter bu hikâye! Anladın mı?”

Ömer tutuklanıp polis aracına bindirildiğinde aklında ne işlediği cinayet ne de çekeceği ceza vardı. Yalnızca tek bir soru zihninde dönüp duruyordu: “Ben nerede yanlış yaptım?”

Zekeriya Ünal

1988 yılının soğuk bir Ocak akşamında, ana rahmindeki yuvamı terkedip, Dünya'ya "merhaba" dedim. Ağzımdan çıkan ilk söz, çoğu insan yavrusu gibi "ınga" oldu. Sözcüklerle yolculuğum böyle başladı. Yıllar içinde resim, müzik, yazı, fotoğraf gibi farklı sanat disiplinlerinde kendimi aradım durdum. Sonunda, en iyi yapabildiğim ve yaparken en çok keyif aldığım şeyin yazı yazmak olduğuna karar kıldım. İlk gençlik yıllarımdan beri yazı yazarım. Bazı yazılarım yerel gazetelerde, fanzinlerde, e-dergilerde ve internet sitelerinde yayınlandı. 35 yaşındayım ve hala sözcüklerle serüvenim sürüyor.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Oldukça sürükleyici bir hikâyeydi yine. Ah Ömer, boşuna elini kana buladı. Demek ki bir insan kafasına bir şey yapmayı koyduysa yapıyor onu. Zaman yolculuğu bile çare değil. Emeğinize sağlık.

  2. Avatar for soulmate soulmate says:

    Ataerkil insanın zaman makinesiyle imtihanı. Ya benimsin ya zaman makinesinin. :rofl:

  3. Aynen, yazarken aynı cümle zihnimde belirdi :slight_smile: teşekkür ediyorum yorumunuz için.

  4. Çok teşekkür ederim, insan ölümlü olsa bile özgür irade ölmüyor kesinlikle.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for acimatriyarka Avatar for zekeriyaunal01 Avatar for soulmate

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *