Ben gökkuşağının tüm renklerini barındıran bir paraşütüm. Benim hikâyem aslında basitti. Kimileri beni kullanmak için para öder kimileri de benimle bir seyahatin özlemini çekerdi. Ben bir tutkuydum. Özgürlüğüme kavuşmadan önce insanlar bana hayrandı. Kendim olduğumu bildiğim o rüzgardan beri ben varım. Ben bir paraşütüm. Evet, bunu yalanlamıyorum ama gerçeklerim var benim. Önce kendi gerçeklerime sonra tüm dünyanınkilere dem vuruyorum.
Geçmiş hayatımdan birkaç izlenim var bir yerlerde. Belki anılarda belki de fotoğraflarda gizliyim. Bir adım yoktu. Bir ben yoktum. Belki de bir insan olmadım hiçbir zaman ama ben de vardım ve bunun farkındaydım.
O zaman sordum kendime işte: Ne duruyorsun? Kimi bekliyorsun? Bağımlıydım sahibime beklide. Bilmiyorum ama nesne olmaktan öte düşünüyor ve biliyor olmam bana garip gelmiyor. Size de garip gelmesin.
Anılar güzel güzel birikti tüm cismimde. Belki de başka bir şeye ihtiyacım yoktu ama ben özgür olduğumu hissettim. Biricik ortağım, rüzgar bana fısıldadı. ‘’Artık sen özgürsün, uç, git, bırak her şeyi arkanda.’’, dedi rüzgar. Şaşırmamıştım. Beni deli deli hallere sokan da oydu. Bilmiyordum aslında. Özgürlüğü bilmiyordum. Özgürlük en büyük değermiş, tadınca anladım. Aslında kendime kızmadım değil. Yıpranmıştım, eskimiştim, bakıma ihtiyacım vardı. Ama haşmetliydim ve görkemliydim. Ben de bir insan olmasam da rüzgara kanıp ego yaptım. Şiştikçe şiştim ve bir gün rüzgarla sevişmemiz doğurdu. Artık ben bir araç değildim; belki ben olmayınca tebessümler olmayacaktı ama ben umursamadım hiç kimseyi. Süzülüp yükselirken adeta ilk defa uçuyormuşum gibi geldi. Fethiye hiç bu kadar güzel değildi. Gökyüzü serin ama eşsizdi. Evet, fark etmiştim. İnsanlar beni kullanmışlardı. Ben onların oldukça kendimden uzaklaşmıştım. Ben olmamıştım ki hiç zaten, diye düşündüm. Gülemedim ama. Gülersem dengem kaybolurdu. Ben rüzgarla iyi bir anlaşma yapmış firariydim.
Önce salındım bir güzel şehrin semalarında. Fethiye ayaklarımın altındaydı. Madem uçabiliyordum da neden uçmamıştım şimdiye kadar? Sordum kendime bunu defalarca. Aşağıda bir sürü insan vardı. Biliyordum. Hepsi şaşkın şaşkın bana bakıyorlardı. Hatta diğer paraşütler bile sanki bilmem kaç yıllık uykularından uyanmışlardı. Herkes ve her şey bendim. Böyle hissettim. Bir çocuk gibi masum duygular paylaşıyordum belki de. Ama bana en çok iplerim yaradı. Onlara binlerce kez teşekkür ettim. Onlar beni sevdikleri için yoluma set çekmediler. Rüzgar beni ittikçe ben daha da heveslendim salınmaya gökyüzünde. Ama bu kadarla yetinmeyeceğimi bilmiyordum.
Rüzgar rahat durmadı. Fırtına geldi sahillere. Benim bu halde olduğumu gören bulutlar sanki Tanrı’ya meydan okuyan benmişim gibi kızdılar. Ben suçsuzdum. Belki bu Dünya üzerinde en özgür şeydim ama benim de hayallerim vardı. Eğer ilksem son olmayacak, eğer sonsam da sonunu bizzat ben getirecektim.
Hava bozdukça bende havalanmak zorunda kaldım. Büyük koca bir bulut yığını içinde öylece kör biri gibi bekliyordum. Bilmiyordum ki. Belki de fazla yükselmiştim. Ama fazla yükselsem zaten inerdim.
Fırtınanın durmasını beklerken ben güzel bir Güneş aradım. Sıcacık yaz günlerinde tüm bedenimi ısıtan o değil miydi? Neredesin? Neredesin? Sesleniyordum hayasızca Güneş ‘e. Çok sürmedi bana göz kırpışı. Yağmur bulutları dağıldı. Heybetli fırtına bir anda sokuluverdi karadan içeri. Kimlere yağmur götürüyor bilmiyordum.
Güneşe bakarken yukardan bir hayli yüksekte olduğumu fark ettim. Ama tüm iplerim birazcık korkudan biraz da şaşkınlıktan gerilmişlerdi. Sadece iplerim değil kubbem de gerim gerim geriliyordu. Etraf çok ama çok güzeldi. Ben hiç bu kadar yükselmediğim için hiç bu kadar çok yer görmemiştim. Etrafta bir sürü şehir görünüyordu. Meğer koca bir Dünya vardı benim şehrim dışımda. Kubbemde ‘’Fethiye’’ yazıyordu ama ben bu isim ile artık anılamazdım. Ben özgürdüm. Bir kez daha bunun farkına vardım. Kabardım. Daha da yükselmeye çalıştım ama tökezlemek istemiyordum.
Başka başka şehirleri gördükçe dirildiğimi hissettim. Kendimi daha bir insan yerine koymaya başladım; hatta onlara bile artık tepeden bakıyordum. Kendimi tüm bu Dünya’nın tüm şehirlerini görmek için adayacaktım. Sadece bir şehre ait olamazdım. Ama şehrin bana ihtiyacı vardı, diye düşündü bir yanım. İnsanlar bana ben insanlara muhtaçtım. Ama iplerim midir? Kubbem midir?, bilinmez; içimden bir şeyler tüm iyi yanımı bertaraf etti. Ben özgürüm diye bas bağırdım koca semada. Her taraf alabildiğine mavi, mavinin sokulduğu karaysa her renge sahip bir cümbüştü adeta. O halde insanın bir önemi var mıydı? Düşündükçe yükseliyor, yükseldikçe coşuyordum.
Rüzgarı sırtıma aldıkça adını bilmediğim şehirlere uçtum. Rüzgar beni kolluyordu çaktırmadan ya da ben öyle düşünüyordum. Salındım. Hatta bazen indim bazen çıktım şehirlerin üzerinde. Kimse bana engel olamazdı. Gezdikçe kültürleniyordum. Her şehir ve o şehirdeki insanların bana gıpta ederek baktıklarını düşünüyordum. Gururlandım. Koca bir kıyı hattı boyunca dur durak bilmeden, geçtiğim yollardaki paraşütlere havamı atarak, ilerliyordum. Keyfime diyecek yoktu.Ne paraşütleri, ne insanları, ne de rüzgarı takıyordum kafama. Dünya sanki ben varım diye dönmeye devam ediyordu. Ve dünya itiraf etmek gerekirse çok güzel bir yerdi.
Günler, aylar, seneler geçti ve ben tüm Dünya’yı gezmiştim. Herkes beni konuşuyor her şey beni kıskanıyordu. Ve ben yapacak bir şey bulamadığım için şehirlerde insanlarla konuşmayı denedim hiçbiri beni takmadı. Zaten onlardan beklentim yoktu. Sonra niyetimi diğer paraşütlerle konuşmaya çevirdim, onlar da bana sırtlarını dönmüşlerdi. Yükseldiğim sırada neredeyse siyaha çalan bir deniz üzerindeyken rüzgara seslendim. “Beni kıyılara sürükler misin?,” dedim. Uzun süredir konuşmamıştık ondan yardım istemekle hem muhabbet etmiş olacaktım hem de birazcık yönümü bulmaya çalışacaktım. Seslendim bir daha , bir daha, bir daha… Onun gücünü hissediyordum. Beni ayakta tutuyordu. Ama neredeydi? Rüzgar, rüzgar…
Eyvah, dedim kendi kendime. Afallamıştım. Onsuz ne yapacaktım ben.? Ama hatırladığım kadarıyla bunca geçen seneye rağmen ben onu hatırlamamıştım. Yıkıldım. Sanki koca bir kara delik olmuş ve beni yutmaya çalışıyordu o anlarda gökyüzü. Ne olduğunu anlayamadan alçalmaya başladım. Aşağısı alabildiğine mavilikti. İşte o an anladım…
Samimi bir dille anlatılmış. Paraşütün bakış açısından dünyayı, insanları görmek hoştu. Ellerinize sağlık.
Güzel bir öykü, eline sağlık. Güzel bir son da eklemişsin. Güzel bir olay hikayesi olmuş. Akıcı, gerilim barındıran, sürükleyici.
Eleştiri olarakta, tek bir nokta gözüme çarptı.
” Evet, fark etmiştim. İnsanlar beni kullanmışlardı. Ben onların oldukça kendimden uzaklaşmıştım.”
Bu düşünceyi bir şekilde temellendirmek gerek gibi, yoksa bir okur olarak aklıma şu takılıyor: İnsan, kullanmak için var etti paraşütü, varlığının sebebi insan.
Eminim başka bir noktayı işaret etmişsindir, fakat aklındaki düşüncenin temelini vermez isen…
Tekrar eline sağlık,
Var olma,varlığını sorgulama,kullanılma ,kabuğunu kırma, birey olma ,ego,cahillik üzerine gondermeler var . Baya bir göndermeli bir yazı. Aslında paraşüt de bir nevi insan…