Bu öykü;
Haksızlığa uğrayarak gezegenlikten çıkarılmış olan Plüton’a adanmıştır.
“Sevgili Plüton, sen hala bizim gönlümüzde en kral gezegensin.”
“Bu mektubumda Samanyolu galaksisinde bulunan Dünya gezegenindeki insanlara sesleneceğim. Bu yüzden insanların anlayabileceği dilden konuşmam gerekiyor.” -Plüton.
Merhaba Dünya!
Var olan ve her saniye genişleyen bu koca evrende milyarlarca galaksi var. Ve ben de bu milyarlarca galaksinin içerisinde bulunan milyarlarca gezegenden yalnızca biriyim.
Benim adım Plüton. Kesinlikle beni duymuşsunuzdur.
Benim birçok adım var aslında. Başka gezegenlerde yaşayan canlılar bana başka adlar verdiler. Ama size onlardan bahsetmeyeceğim. Onların isimlerinden ve isim verdikleri hiçbir şeyden bahsetmeyeceğim. Bu yazımı okuyacak olan insanlara şunu söylemeliyim. Onların var olduklarını bilin, bu kadarı yeterli.
Neden söylemeyeceğimi söyleyeceğim ama, korkmayın. Ben evrende herhangi bir karışıklık çıkmasını istemiyorum. Eğer size onlardan bahsedersem, siz onları bulmak isteyeceksiniz. Eğer onlara sizden bahsedersem, onlar da sizi bulmak isteyecekler. Bu yüzden sadece var olduklarını bilmenizi ve onların evrenin hangi köşesinde olduklarını bilmemenizi istemiyorum. Böylesi çok daha iyi olacak, gerçekten.
Hem zaten siz insanların o teknolojiye ulaşması biraz zaman alacak gibi görünüyor. Aynı şekilde onların da. Ha şunu da unutmadan söyleyeyim. Onlar beni keşfettiklerinde, onlara da bir mektup yazacağım. Bundan emin olabilirsiniz.
Neyse, asıl konuma geleyim.
Ben size bir konuda sitem edeceğim, sevgili İnsan ırkı. Çok kaliteli bir gezegensiniz, heyecanla takip ediyorum. Ha ha ha. Ortamı yumuşatmak için bir espri yapayım dedim canlarım. Kızmayın hemen. Hem ben bu espriyi sizden öğrendim. Uzayda büyük bir süratle yayılmakta olan seslerinizden. Kulaklarım iyi duyar. Duyduğuma göre gezeninizde yaşayan bir canlı türünün adı Tilki’ymiş. Onun da kulakları iyi duyarmış. Selamımı iletirsiniz, değil mi?
“Hey Tilki, Plüton’un selamı var!”
Ha ha ha! Tamam, tamam bu da şakaydı.
Asıl konuya da bir türlü giremedim yahu! İşte, laf lafı açar denir ya hani. Bu da sizin sözünüz tabii. Konuşacak pek kimsem olmadığından, konuşmaya hasret kalmış bir gezegenim, ne yapayım.
Öncelikle kusuruma bakmayın bu yersiz şakalarım için. Ben neşeli bir gezegenim, beni böyle kabul edin.
Kusur ne demek onu bile bilmiyorum ama bu gibi durumlarda kullandığınız kelimenin bu olduğunu duyumsadım. Sesleriniz çok fazla. Evrende özgürce dolaşıyorlar. Ve benim de ister istemez kulağıma çalınıyorlar. Bu benim suçum değil.
Hem bu sayede tüm Dünya dillerini ezberlemiş oldum. Bu yazımı Türkçe yazmaya karar verdim. Kesinlikle herhangi bir pozitif ayrımcılık söz konusu değil, bundan emin olabilirsiniz.
Dünya’da kullandığınız bir ortak dilinizin olduğunu biliyorum elbette. İngilizce’ydi sanırım. Bence çok zor bir dil İngilizce. Henüz tam olarak hazır değilim o dilde yazı yazmak için, eksiklerim var. Dünya’da İngilizce konuşan insanların sesleri bana ulaştıkça kendi kendime çalışmalarıma devam ediyorum. Öğreneceğim. Ama dedim ya, yalnızım. Konuşacak kimsem yok. Hem ben Türkçe’yi daha çok sevdim.
Evrende en çok dile sahip olan gezegen olduğunuzu biliyor muydunuz? Tabii ki bilmiyordunuz. Ben de bilmiyorum. Fakat böyle olma ihtimali bir hayli yüksek. Neden ufacık bir gezegende bu kadar çok dil kullandığınızı anlamadım doğrusu. (Ben daha küçük bir gezegenim, evet!) Ha illa ortak bir dil seçmeniz gerekiyorsa da, Türkçe’yi seçmenizi öneririm. Çünkü İngilizce’den çok daha kolay bir dil.
Yok, iyi böyle, dediğinizi duyar gibi oluyorum. (Bu yazıyı sizler okuduktan sonra kesinlikle duyacağım ama!) Gezeninizde bulunan her ülkenin bir dili olması bana çok saçma geliyor açıkçası. Dünyanızı sınırlara bölmeniz de bir o kadar saçma. İnsanlar olarak ırkınızın yükümlülüklerini yerine getirmeniz ve kardeşçe yaşamanız gerekiyor. Gezegeninizden yükselen savaş sesleri her gün buraya kadar geliyor. Çok üzülüyorum bu duruma. Dünya dışından tanıdığım ve içerisinde canlıların yaşadığını bildiğim diğer gezegenlerde bu gibi durumlar söz konusu değil.
Neyse efendim, başka bir gezegenin içişlerine elimi uzatacak değilim. Ama bunları size dostça bir şekilde söylediğimi bilin. Asla kötü bir niyetim yok.
Buradan baktığımda gezegeninizin büyük bir bölümünün mavi renkte olduğunu görebiliyorum. Tıpkı tam önümde bulunan Neptün gibi! O da masmavi. Dünya’ya çok benziyor. Yüzde doksan dokuzu su olan bir gezegen ne de olsa. Mavi görünmesinden daha doğal bir şey olamaz herhalde. Çok çeşitli deniz yaratıklarına -canavar değil- ev sahipliği yapıyor Neptün. Kalan yüzde birlik kısımda da size benzeyen canlılar yaşıyor. Daha doğrusu yaşamaya çalışıyorlar. Durumları çok kötü. Dünya’nın ilk çağlarındaki gibi ilkeller. Bu gezegendeki yaşamın izleri henüz çok yeni. Aslında en başta da belirttiğim üzere size evrendeki başka canlılardan bahsetmeyecektim lakin burnumun dibinde yaşanan bu trajediye karşı sessiz kalamazdım. O canlıların sizinki kadar teknolojileri yok. Bırakın teknolojiyi, doğru dürüst yiyecek ve giyecekleri yok. Dedim ya; henüz çok yeniler.
Biliyorum, sizin de Neptün’e yolculuk yapabilecek, yaptığı sırada da içinde insanları bulundurabilecek türden bir teknolojiniz bulunmamakta. Mars’a dahi insan gönderemiyorsunuz diye duydum. Oysa ki yanı başınızda. Neptün ise size çok uzak. Ama eğer olur da teknolojiniz el verirse buradaki canlılara yardım etmeyi unutmayın. Aklınızda bulunsun diye söylüyorum. Neptün’de yaşam var, ey Dünya’da yaşayan sevgili İnsan ırkı! Sizin yardımsever ve şefkatli bir ırk olduğunuzu biliyorum…
Tamam, çok uzattım.
Eğer orada havalar nasıl diye soracak olursanız, soğuk. Çok soğuk hem de. Üşüyorum. Siz insanlar, şanslı olduğunuzu bilin ve gezegeninize iyi bakın. Peki ya benim içimde yaşasaydınız? Evet, yaşayamazdınız. Elbette evrenin dört bir yanında oksijene ihtiyaç duymayan, soğuk ortamlarda da yaşayabilen canlılar mevcut. Ama benim topraklarımda herhangi bir canlı bulunmuyor. Bana güvenebilirsiniz. Hani olur da, “Plüton’da yaşam var mı, yok mu?” sorusuna cevap bulmanız gerekirse diye söylüyorum. Yok.
Üşüyorum, evet. Bir an önce sitemimi tatlı bir dille sizlere ulaşacağını düşündüğüm bu mektuba aktarıp ısınmak istiyorum.
Sevgili insanlar. Sizler çok zeki yaratıklarsınız. Bunun bilincinde olan bir gezegenim ben. Beni “cüce gezegen” sınıfına almanız hiç hoş değil. Bu durum beni derinden etkiledi. Ben de bir gezegenim, boyutum diğer gezegenlere oranla biraz küçük olabilir lakin bu beni küçümseyeceğiniz anlamına gelmez. Dünya’da yaşamakta olan İnsan ırkı tarafından “cüce” olarak adlandırılmak benim isteyeceğim son şey bile olmaz. Sizden istirham ediyorum, lütfen beni dikkate alın.
Bu mektuptan öyle ya da böyle, bir şekilde haberi olan ve olmayan, tüm insanlara iyi yaşamlar dileklerimle.
Sevgiler.
Plüton.
En bastaki ithafi gorunce gulumsedim,.leyla ile mecnun 😀 keyifle okudum hikayeni ancak soylemeden gecemeyecegim İngilizce Turkce’den daha kolay bir dil… Turkce Dunya dillerinde zorluk acisindan besinci:)
Öncelikle zaman ayırıp okuduğun için teşekkür ediyorum.
Evet, başlıkla Kralkatili Güncesi ve haliyle Kvothe’a ve en baştaki alıntıyla da Leyla ile Mecnun’a gönderme yaptığım doğrudur. Türkçe’nin İngilizce’den kolay olduğunu ben değil, Plüton söylüyor, o yüzden Plüton’un adına cevap veremeyeceğim, bu onun görüşü. 🙂 Kendi adıma cevap verecek olursam eğer, her ne kadar Türkçe’nin çok zor bir dil olduğu söylense de, ben öyle düşünmüyorum. Türkçe “bence” İngilizce’den kolay bir dil. En azında yazıldığı gibi okunuyor. Plüton da böyle düşünmüş olabilir. Eğer Plüton’un böyle düşünmesinin sebebi buysa, bu öykü bana ait demektir.
Yorumun için teşekkür ediyorum.
Selamlar;
Göndermelerle dolu, güzel ve eğlenceli bir hikayeydi. Önce Douglas Adams tarzı bir şey okuyacağımı zannetmeme rağmen beni yanılttı ve kendi tarzına sahip olduğunu oldukça başarılı bir şekilde kanıtladı. Ayrıca cüceye getirdiğin farklı bakış açısı da gözümden kaçmadı hani. Kısacası gülümseyerek ve eğlenerek okudum. Plüton’un kalbimde yeri ayrı olacak bundan sonra 😛
Kalemine sağlık…
Baştaki ithafı gördükten sonra bu öyküyü okumasaydım eğer, Leyla ile Mecnun’a ihanet etmiş olurdum. 🙂 Bazı eksiklikleri olsa da, öykü gayet güzeldi. Ancak şöyle bir eleştirim olacak: Plüton mektubu yazmasına asıl sebep olan şeyi, gezegenlikten çıkarılmasını çok kısa bir şekilde anlatıyor, neredeyse söyleyip geçiyor. Üstünde daha çok durulabilirdi belki. Elbette bu bir hata değil, ama illa da bir şey söylemek gerekiyorsa, bunu belirtmek isterim.
Öykü gayet güzeldi. Plüton’un gezegenlikten çıkarılması, gerçekten beni de çok üzmüştür. 🙂 Tebrikler…
Okuyup yorumladığın için teşekkür ediyorum İhsan ağbi.
Birkaç özel gönderme mevcut evet. Birçok öykümde de bu durum geçerli. Göndermelerin olduğu öyküleri okumak da yazmak da ayrı bir keyif benim için. Cüce temasında klişenin biraz dışına çıkmak istedim ve aklıma bir anda Plüton’un gezegenlikten çıkarılması geldi. Düşündüm ve ortaya da böyle bir öykü çıkıverdi. Aynı şekilde ben de gülümseyerek ve eğlenerek yazdım bu öyküyü.
Gurur Güneş, okuyup yorumladığın için teşekkür ediyorum.
Plüton biraz sitem ediyor, evet. Aslında onun amacı kısa bir mektup yazmaktı fakat biraz konuşkan olduğundan mektup uzadı da uzadı ve son olarak şikayetini dile getirip mektubu tamamladı. Onun için böylesi daha iyiydi sanırım. Ve amacı insanları kırmak değildi, aksine bunu gayet neşeli bir şekilde dile getirdi.