Kader henüz almış olduğu kargo paketini açtı ve içinden çıkan matruşkayı şaşkınlıkla inceledi. Önce biraz salladı sonra neden Azrail gibi betimlendiğine anlam veremeyerek biraz daha salladı. Neyse ki içinde asitli içecek yoktu. Eh açsındı artık değil mi? İlk matruşkayı açtı ve içinden diğer bir matruşkayla beraber bir de kağıt çıktı. Yorgun olduğunu hissederek köşedeki berjere yığıverdi kendini ve çıkan kağıdı okumaya başladı.
Aslında biliyorsun gerçek dışı kitaplara, hikayelere, karakterlere ve özellikle de diziler ile filmlere neden böyle delicesine bağlandığımızı demişti bana İştar ve nedenini söylemekten de itinayla kaçınmıştı onca zaman. Adını bilmediğim için ona İştar demeye karar verdim. Pek saçma olduğu doğru bu ismi koymamın neyse canım sağ olsun konuma döneyim. Elbette birçok sebep aklıma gelmiş olsa da belli ki sonunda herkesin nedeni biricik ve kendine özgüydü. Benim gerçeklerden kaçma nedenimse beni İstanbul’daki sıcak yatağımdan kaldırıp Irak topraklarındaki bu yosun tutmuş rutubet kokulu hiçbir yerin tam ortasındaki merdiven kuyuya getirdi.
Şu lanet olası basamakların sonu yok gibi görünüyor. Ağzı girdiğimde neredeyse ortalama bir apartman genişliğinde olan bu kuyu şimdi en fazla 4 kişinin sığabileceği bir yer oldu ve giderek de daralıyor. Açıklayamadığım o neden beni tam da böyle hissettiriyor. Düşündükçe bilincim karanlık bir yerde giderek sıkışıyor ve nefes alamaz oluyorum. İsmimi unutmak istiyorum. Evet ismimi unutmak istiyorum çünkü ben olmazsam ölümüm de gerçekleşmemiş olur. Saçmalamayı bir yana bırakırsam korkuyorum çünkü hayatı da bu kuyuya benzetiyorum. Korkuyorum çünkü zamanı da bu kuyuya benzetiyorum. Giderek daralan bir girdabın içinde olmadığımızı söyleyebilir misin bana adını bilmediğim okuyucu? Sen ölümden korkmuyor musun? Evet ölümden. Senin adın da İştar olsun mu? Hem afili olur mitoloji filan. Olmasın mı? Neyse ki umurumda değil kararı sana bırakıyorum İştar. Ölüm diyorum ölüm! Hiç tatmadığım o uykuya dalma fikri beni benden alıyor. Fenerimin ışığı da dizlerim gibi titriyor. İkimiz de sönmekten korkuyoruz.
Unkulunkulu kelimesi kadar ürkünç ve komik geliyor ölüm. Birincisi Unkulunkulu diye tanrı olmaz. Dalga geçerler. Yani hadi oldu diyelim bu nasıl tanrı ki önce insanı ölümsüz yapacağım diyor sonra da bukalemunla haber gönderiyor. Hımm… Bukalemun. Tamam. Bukalemun o kadar yavaş ki o daha gitmeden kararından vazgeçip bir kertenkele gönderiyor. Eh kertenkele daha hızlı olduğu için hemen haberi götürüveriyor. Böylece insanlar ölümlü oluyor. Unkulunkulu, bukalemun ve kertenkele. Evet gel de inanma bu hikayeye.
Daralan duvarın üzerinde Sümerlere ait olduğunu düşündüğüm bazı resimler var. Sanırım Gılgamış’ı anlatıyor ama takip etmesi oldukça güç. Kuyunun çapı gibi basamaklar da oldukça daraldı. Yaptığım şeye yürümek değil duvara tutunmak desem daha uygun olur şu anda. Ayağım kayıyor ve suya düşerken çıkan ses yankılanıyor. Ayağım kayıyor, düşüyorum ve düşerken bu hikayeyi sana anlatmak hoşuma gidiyor. Vücudum dibe çekilirken karşı koymak imkansız. Daha imkansız olan ise kuyunun dibinin başka bir yere çıkması. Sudan çıktığım gibi etrafımı inceliyorum. Karşımda duran biri var. Yalnız adam konuşmuyor hafız! Pardon şu anda hikaye yazıyorum saçma günlük çıkışlarımı bırakıp yükselmeliyim. Mitoloji filan. Bu adam bildiğin Gılgameş. Yani Gılgamış ama Gılgayamamış çünkü konuşmuyor. Elinde bir matruşka var ve bana sunuyor. Umayım ki ölümsüzlüğü bulmuş olsun.
Hiç şaşırmadım. İçinden bir matruşka çıktı. Üzerindekini okumakta güçlük çekiyorum. Ööölüler bir güüm yok hayır ölüler bir gün yaşayanlardan daha çok ölecekler yok yok olacaklar. Evet ölüler bir gün yaşayanlardan daha çok olacaklar. Yani saçma olduğunu söyleyebilirim çünkü şu anda zaten ölmüşler yaşayanlardan çok daha fazla. Bir de minik bir hafıza kartı var burada. Açıkçası buna pek anlam veremedim. Gılgamış baş parmağını uzatıyor ve ucu açılıyor. Bu nasıl bir Gılgameş? GILGAMES to the game… Kartı parmağına yerleştirdim. Sanırım kendine geldi konuşmaya başladı. Bana bir hikaye anlatacakmış. Hımmm… Peki zaten şu anda başka yapacak bir şeyimin olduğunu sanmıyorum. Bir de çiçekleri sevip sevmediğimi sordu. Ölümsüzlükle alakalı bir şey söyler umarım çiçek böcek yerine. Eh dinleyelim.
Bir zamanlar Yarın diye bir adam vardı. Sabit bir işi ve ortalama bir geliri vardı. Aç değildi açıkta değildi ancak isteklerini ya da giderek solan hayallerini gerçekleştirecek kadar da kazanamıyordu. Sürekli borç ödemekten sadece yaşamayı başarıyordu. Elinde kalınca bir defterle gezerdi. İş arkadaşlarının, ailesinin ve çevresinin alay konusu olmak aslında onu hiç üzmezdi. Defalarca defteri alıp birbirine fırlatanlar, içinde yazanları sesli sesli okuyarak ağzıyla osuruk sesi çıkaranlar bile olmuştu. Defter dönüp dolaşıp Yarın’ın eline geri gelmişti. Gidebileceği başka bir yer yoktu. Çöpe bile yakışmıyordu aslında. Yarın’ın bir parçası olmuştu defter. Deftere sürekli bir şeyler yazıp sonuna da bunu yarın yapacağım sözünü ekliyordu ve hiçbirini yapmıyordu. Ne o çok istediği evi alabiliyor ne de kitapçıdaki kızın adını soruyordu. Gitmek istediği o uzak şehre gidemiyor ve bu nefret ettiği kasabaya arkasını dönüp veda edemiyordu. Defter Yarın’ın bir parçası olmuştu ama içinde yazanlar hiç bugüne ulaşamamıştı. Sanki hayatın bir gün gerisinde yaşıyordu.
Bu deftere ne zaman başladığını hatırladı birden. Kasabaya Dün adında yaşlı bir kadın gelmişti. 16 yaşında evini terk etmiş ve hayallerini gerçekleştirmek için dünyayı gezmeye karar vermişti. Gerçekleştirdiği her isteğini unutmamak için bir deftere yazmıştı. Defter o kadar yıpranmıştı ki sararmış, kenarları düzgünlüğünü kaybetmiş ve kabarmıştı. Üzeri bir lastikle tutturulmuştu dağılmasın diye. Yarın öyle şaşırmıştı ki. Bir insan ömrüne bu kadar şey nasıl sığabilirdi? Kadın resmen hayatın bir gün ilerisinde yaşıyordu. O an kendi hayatını gözden geçirdi ve bunu yapmak çok uzun sürmedi. Çünkü birbirinden farklı olan çok fazla günü yoktu. Çocukluğu bir gün, öğrenciliği bir gün ve yetişkinliği de bir gün gibi geldi ona. Kadını evinde ağırlamak istese de kadın bu gece konaklamaya ihtiyacı olmadığını söyledi. Defteri Yarın’a vererek son isteğinin huzurlu bir şekilde ölmek olduğunu söyledi. Ancak bunu defterine kendisi yazamayacağı için Yarın’dan rica etti. Kasabadan ayrılan kadının ölüp ölmediğini bilmiyordu ancak ertesi sabah son sayfasına yazıverdi. Böylece de kendi defterini yazmaya karar vermişti.
Birbirinin zıttı iki defter olmuştu. İkisi de geleceği yazıyordu. Tek farkları zamanlamalarıydı. Ve bu fark da geçmişi gelecekten ayırıyordu. Dün geçmiş oluyor Yarın ise hiç gerçekleşmiyordu. Hiç gerçekleşmeden silinip gitmek fikri ise onu yeyip bitiriyordu.
Kasabanın orta yerindeki pazara gittiği bir gün bir seyyahla tanıştı. Ona katılması için Yarın’ı ikna etti. Yola koyulmadan önce evine giderek raftan bir kutu aldı ve kitapçıdaki kıza verdi. Sıkıntıdan patlayan kız paketi açtı ve içinden çıkan matruşkayı hemen çıkarıverdi.. Art arda çıkan tüm matruşkaları masaya dizdi. Hepsini detaylıca inceledi. Son matruşka hariç hepsi aşağıya bakıyordu. Kitapçı kız en küçük matruşkayı ortaya koydu ve diğerlerini onun etrafında çember yaptı. Evet şimdi hepsi ona bakıyordu. Küçük matruşkayı alarak daha yakından baktı. İçinde bir şey olduğunu fark ederek bir çekiç yardımıyla kırıverdi. İçinden bir yazı çıktı. Üzerinde Borges artık uyan yazıyordu.
Borges yatağından ter içinde doğruldu. Yanındaki suya uzandı ve bir solukta içiverdi. Tekrar uzandı. Birden kapısı aralandı ve içeri kocaman bir matruşka girdi. Penguen yürüyüşü ile Mahmut Tuncer halayı arasında bir edayla yürüdü Borges’e ve yanındaki sandalyeye oturdu. Eğer dedi. Eğer son matruşkadan ilk matruşka çıksaydı o zaman anlardım. Neyse sana bir hikaye anlatayım.
Kader henüz almış olduğu kargo paketini açtı ve içinden çıkan matruşkayı şaşkınlıkla inceledi. Önce biraz salladı sonra neden Azrail gibi betimlendiğine anlam veremeyerek biraz daha salladı. Neyse ki içinde asitli içecek yoktu. Eh açsındı artık değil mi? İlk matruşkayı açtı ve içinden diğer bir matruşkayla beraber bir de kağıt çıktı. Yorgun olduğunu hissederek köşedeki berjere yığıverdi kendini ve çıkan kağıdı okumaya başladı.
Öykü İçinde öykü elinize sağlık.
Çok ilginç ve güzel bir öyküydü.
O kadar girip öyküleri okuyorum ama yorum yapıldığını bunca zaman sonra fark etmek
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim.
Teşekkür ederim o sizin öykü içinde öykülüğünüz