Öykü

Boşluk

Boşluk

Bazen, bazı anlar gelir ve kendinizi boşlukta bulursunuz. İşte ben, yani Elvan, o boşluğun tam ortasındayım. Boşluğa düşeli oniki gün oldu, sizi temin ederim hiçbir karakter, bir hikayenin en ufak yerinde okuduğunuz, en küçük karakter bile boşluğa düşmek istemez. Şu an o küçük karakterin yerinde olmak isterdim.

Boşluğu tasvir etmem gerekirse, -sizlerin,okuyanların boşluğunu bilemiyorum tabii- boşluk dediğimiz yer, koskoca taştan bir labirentin kandillerle aydınlatılmış, yarı aydınlık dapdar sokaklarını düşündüğünüzde aklınızda beliren yerdir. Boşlukta asla güneş doğmaz. Çok öttüğü, çok homurdandığı için kafesinin üzerine simsiyah bir paçavra örtülen kuşu da düşünebilirsiniz, halimiz aynen öyle. Gerçi bu olay, iki üç sokakta bir gördüğüm duvar dibine sinmiş bir grup melankolik sürtüğün işine gelmiyor değil. Ama hiçbir karakterin istemeyeceği gibi, en melankolik karakterler bile boşluktan hoşlanmaz. Cidden.

Büyük, çok büyük bir labirentteyiz. Nasıl anlatacağımı bilemiyorum ama, bu labirent bizi yazmaya kalkan yazarın farkında olmadığı, alt beyninin yumurtladığı içinden çıkılmaz, melun bir labirent. Benim gibi birkaç istisna dışında, burada bulunan diğer karakterler yazarın yazamadığı, beğenmediği, yumuşak uçlu kurşun kalemiyle karaladığı, pilot kaleminin simsiyah mürekkebiyle yok ettiği ya da klavyenin o haşmetli ‘backspace’ tuşuyla yerlerini dayanılmaz bir beyazlığa bırakmış, unutulmuş karakterlerdir.

Hepimiz hayata geçirilmek isteriz, bilmem kaç bin kelimelik de olsa bir hayatımız olmasından hoşlanırız. Amiyane tabirle, “O koca puntolarla yazılmış “SON” kelimesi için çırpınıyoruz” da diyebiliriz. Hele ki, bizi yazar dışında başka birileri daha okuyorsa, değmeyin keyfimize.

Ama biz boşluktakiler, şu içine tükürdüğüm labirenti geçemediğimiz sürece bir daha yazarın aklına gelemeyiz. Fakat olur da bir şanslı labirenti geçmeyi başarırsa, şu ilham perisi denilen kaprisli kaltak koca kıçını kaldırıp yazarı dürter, yazar ilahi bir aydınlanma yaşamışçasına gözlerini belertip, suratına ebleh bir gülümseme yerleştirir ve davranır kaleme! Karakter yeniden cana gelir. Ama çoğunluk, korkusunu ve üşengeçliğini yenip labirentten çıkmaya çalışmaya hamle etmez.

İşte böyle. Ben Elvan, labirentten çıkmaya gönüllü olmuş üç karakterden biriyim.

Yoldaşlarımsa, Kuklacı ve Figüran Eylem.

Haydi başlayalım.

***

Kuklacı

Ne zaman yaratıldığımı çok iyi hatırlıyorum, ” O yıldızsız gecelerden birinde, yaşlı kuklacı son kuklasının, son rötuşlarını yapıyordu. “ Ve peyda oluvermiştim! İşte bu kadar!

Ah! Mutluluğumu tahmin edebilirsiniz sanırım. Yazar olacak toy kişi, beni yoktan var etmişti! Okuduğu hikayeleri, kitapları, makaleleri birleştirip benim gibi bir karakter çıkarmıştı ortaya, çok mesuttum.

Hayatım başlamıştı işte, kim bilir neler yapacak, nerelere gidecektim? Hayal gücü odasındaydım artık, her zaman böyle olur.

Yazarın yaşına göre, geniş denilebilecek bir odaydı. Önümde birçok yol vardı. Ama o zamanlar doyumsuzdum, yatıp kalkıp var gücümle duvarları genişletmeye çalışıyordum ki hayatım çok daha renkli olsun, daha çok yer görebileyim.

İlham perisini de kafalamıştım, sürekli çocuğu yeni kitaplar okuması, yeni şehirler, ülkeler keşfetmesi, yeni yazarlar tanıması için dürtüyordu.

Çocuk ne kadar bilirse, benim için o kadar iyiydi.

Çocuk, bir süre bana hiç dokunmadı. Önümde binlerce yol vardı, görüyordum. Fakat yolların varlığı kadar gerçek olan camdan bir duvar vardı önümde, yazarın isteği olmadan hiçbirine gidemezdim. “Daha çok kitap okuyor, daha çok araştırıyor, hep senin yararına bunlar sabret!” diye kendimi avutuyordum. Ama bir harf bile eklenmedi hayatıma.

Yalnızca “Kuklacı” idim. Bir sıfat. İsmim neredeydi?

Çocuğu beklerken kendime isim seçiyordum, ” Ah evet! Kuklacı Hayati. Çok anlamlı, ‘kuklalara hayat veren’ anlamını getirir okuyucunun aklına! Ah çok iyi! Hmm… Ya da sıradan bir isim olsa… Fuat! Bu da çok iyi… Evet evet, bu olmalı…”

Ta ki kendimi bu bok çukurunda, Boşluk’ta buldum!

Kapkaranlık, göz gözü görmüyor… Orada öylece ne kadar beklediğimi hatırlamıyorum.

Sonunda “Kimse yok mu?!” diye bağırabildim ve aynı anda solumdaki kandiller yanıverdi. Meğer dapdar bir sokaktaymışım.

Yerde çömelmiş, küçük bir kız çocuğu ayağa kalktı ve elbisesinin arka tarafını silkeleyerek “Merhaba” dedi. “Burası, yazarımızın üst beyninde öldürdüğü karakterlerin düştüğü yer : Boşluk. Ve sen boşluğa düştün.” Ve geri kalan her şeyi anlattı.

Kalleş yazar, bana bir isim bile vermeden silivermişti hafızasından! Ona okuttuğum onca kitap,makale ve keşfettiği yeni diyarlar başka bir karaktere nasip olmuştu!

Hayal kırıklığını damarlarımda hissediyordum, birden bire peyda oluverdiğim gibi birden bire ölüvermiştim!

Ve beni yeniden hatırlaması için devasa bir labirenti geçmem gerekiyordu, üstelik her çıkış ilham perisine çıkmıyordu.

Ah bu hiç adil değildi!

Kaderimi kabullenip burada çürümeyecektim. O yazarımsı, bana bir isim verecekti! Onlarca kez labirentten çıkmayı denedim, nafile.

En sonunda başladığım yere döndüm ve bir gün labirentten çıkmanın hayalini kurmaya başladım, sadece bu kadar.

Hayal gücü odasında zaman, normal insan yaşamındaki zamandan daha farklıdır. Boşluk’taki zaman ise, ikisinden de farklı.

Boşluk’ta zaman çok dengesizdir. Güneş hiç doğmadığı için vaktin geçip geçmediğini çoğu zaman anlayamazsınız. Lakin enteresan bir biçimde, bazen zamanın aktığını da hissedebilirsiniz. Bu çok nadir olur.

Zamanın akışının beşinci seferinde Boşluk’a bir kız geldi.

Kıyafetleri özenle seçilmişti, surat şekli özenle yaratılmıştı. “Yazarın önem verdiği bir hikayenin baş kahramanıydı herhalde.” diye düşünmüştüm ilk gördüğümde.

Çoğumuzun surat şekli belirsizdir. Örneğin ben “yaşlı” denildiğinde aklınıza gelen ilk tipim. Beni karşılayan küçük kız ise, “küçük bir kız” denildiğinde aklınıza gelen ilk tiptir.

Ama Elvan öyle değildi. Suratı onlarca kelimeyle betimlenebilinirdi. Belli, üzerinde çok çalışılmıştı. Ama kız hüngür hüngür ağlıyordu, hikayesini anlatmasını istediğimizde hıçkırmaktan konuşamıyordu bile.

Elinden tutup, kandillerden birinin altına oturttuğumda ağlamayı kesip gözlerimin içine baktı ve “Ben ona çok aşığım” diyerek yeni bir ağlama krizine girdi.

İlk birkaç gün, yazarın yok ettiği hikayedeki bir karaktere aşık olduğunu düşündüm, buradan yola çıkarak teselli etmeye çalıştım. Ama “Bana mısın?” demiyordu Elvan.

Bir gün yanıma geldi ve “Çıkışı bulmak istiyorum” dedi.

Sadece güldüm. Ama o, çok ciddi görünüyordu.

“Bak kızım,” dedim. “Hikayeni bilmiyorum, ama şu yazar müsveddesi yok etmiş hikayeni, anladın mı? Orada kime aşıksan başka bir hikayenin kahramanı olmuş. Yoksa burada olurdu. Çıkışı bulabilsen bile, aşık olduğun karaktere kavuşamazsın, çıkar aklından” diye ekledim sonra.

Gözleri önce öfkeyle parladı, sonra betimlenmiş dudakları üzüntüyle aşağı sarktı.

“Ben bir karaktere aşık değilim ki.” dedi.

“Ee? Kime aşıksın pe-” Cümlemi tamamlayamamıştım.

Hayretler içindeydim, gözlerim fal taşı gibi açık Elvan’a bakıyordum, Elvan bana bakıyordu. Elvan, bizim yazar müsveddesine aşıktı! Görülür şey değildi…

“Anladım.” diyerek kapattım bahsi. Ama şaşkınlığım, bakidir.

***

Elvan

Sabrımın son demlerindeyim. Kuklacı’ya çıkışı bulmak istediğimi söylemeden önce uzun bir süre düşündüm. Gidiş yolumuzu, labirentin zor mimarisini, her yolun ilham perisine çıkamayabileceğini ve O’nu.

Aslına bakarsanız, daha çok O’nu düşündüm.

Ben yazarına aşık olan bir hikaye karakteriyim. Kendimi O’nun hayal gücü odasında bulduğumda sevinçten ölmek üzereydim, daha büyük bir mutluluk olamayacağını düşünmüştüm.

Yanlış düşünmüşüm.

Benimle çok büyük bir şevkle ilgileniyordu, silüet halindeki vücuduma yeni şekiller, yeni özellikler veriyordu. Dış görünüşümü betimlerken çok ciddiydi, ah! Gözlerini görmeliydiniz, kahveli bayram şekeri rengindelerdi…

Hayal gücü odasında, önümde binlerce yol yoktu, en fazla yüz tane sayabilirdiniz ama hepsinin çıkışı belliydi, aşk.

Vakit geçtikçe beni mükemmelleştirdi. Beni yazarken duyduğu hazzı bir ben, bir de kendisi bilir. Bir gün, tam kendi karakterinde ve kendi surat özelliklerine sahip bir karakter koydu hikayeme. Sonumuz aşk olacaktı, büyük ellerinden okuyabiliyordum bunu.

“Tamam” dedim, “O da bana aşık.” İşte var olmaktan daha büyük bir mutluluktu bu, karşılıklı aşk. Eşsiz! Daha sonraları işler değişti. Saatlerce hayal gücü odasında bekledim O’nu. Saatler gün, günler ay oldu… Tek bir kelime bile eklemedi hikayemize.

Saatlerce,günlerce,aylarca ağladım. Beni unutmuş muydu? Hayır unutmuş olamazdı… İlham perisini bile araya koydum, nafile.

Günler sonra geldi, gözlerinde yaşlarla klavyenin o koca tuşuna duraksamadan basmaya başladı. Ne yaptığını anlamıyordum. İlk önce kendi karakterini sildi hikayemizden, sonra karakteriyle yaşadığımız olaylar silindi birer birer… Gözümün önünde şeffaflaşıyordu anılarımız, kocaman ellerinin şevkle yarattığı objeler, eşyalar… Puf! Ve yok olmuştu.

Bağırmak istiyordum, onu durdurmak istiyordum ama çok kararlıydı. Beni de yok edecekti.

Acımı siz düşünün.

Sonra kendimi Boşluk’ta buldum.

Şimdi çıkışı bulmalıyım, beni ve aşkımızı neden yok ettiğini anlamak zorundayım. Aşık olduğum adam beni yeniden var etmeli…

Hayal gücü odanda görüşmek üzere, Fasulyem!

Bekle, ben geliyorum!

***

Figüran Eylem

Merhaba.

Boşluk’a düşeli bir kere zamanın geçtiğini hissettim. Garip gelebilir ama, burada zaman böyle işler arkadaşım! Biraz heyecanlı, agresif bir yapım var, kusura bakmazsın umarım.

Bakarsan da çok afedersin ama, ebenin nikahına kadar yolun var!

Prosedür gereği, size nasıl var olduğumu falan anlatmam lazımmış.

Efendim ben Figüran Eylem. Şu yazar olacak hırtın pek de geniş olmayan hayal gücü odasına girdiğimde ne yalan söyleyeyim sevinmedim değil. Fakat belli etmedim, erkek adamı bozar bu tarz şeyler.

Paşa bey beni “Çay kahvesinde otururken, ileriden kaba saba bir adam bana yaklaştı, tokalaşmak için elini uzattı ve “Ben Eylem, figüranlık yaparım” dedi” cümlesi ile hayata geçirdi.

Figüranmış! Peh peh peh!

“Sen kimsin de beni figüran yapıyorsun?” diyerek, koyacaktım alnının çatına babadan yadigar kehribar tesbihi, ne var ki şu alt beyin-üst beyin zırvasında volta atan bir garip karakterim.

Yazar bey beni çok agresif bulmuş olacak ki, bir cümleyle bitiriverdi hayatımı. İki satırlık adam mıyım ulan ben?!

Cümlemin ilk harfiyle başladığım gibi, noktasıyla kendimi Boşluk’ta buldum.

Bulmaz olaydım! Figüran olmayı yeğ tutarım şerefsizim.

Her neyse, zamanın geçişini hissettiğim zaman Boşluk’un karanlığını bir kız aydınlattı. Adeta bir nur, adeta bir huma kuşu idi…

Ağzı, burnu, dişleri pek güzeldi maşallah. Görür görmez vuruldum oracıkta bu peri kızına. Fakat kızın gelmesiyle Boşluk’a bir dedikodu yayıldı. Güya Elvan bizim dangoz yazara aşıkmışmış da, Kuklacı’yı çıkışı bulmak için ikna etmeye çalışıyormuş da, yolculuk için gönüllüler aranıyormuş!

“Olmaz öyle şey.” dedim.

Demez olaydım, olurmuş. Kendi ağzıyla söyledi dün bütün ahaliye.

Düşündüm taşındım, Elvan’a çok aşığım. Seviyorum anasını satayım!

“Erkek adam sevdiğinin peşini bırakmaz” dedim, gittim huma kuşuma “Ben gönüllü olurum!” dedim. Ceylanımın,kekliğimin başına, şu zalim labirentin dar sokaklarında kim bilir neler gelir? Onu yalnız bırakamam…

Bunu duyunca o jelibon dudaklarında bir gülümseme peyda oluverdi ki, düşündükçe içim eriyor Allahıma.

***

Kuklacı

Elvan geldiğinden beri, gözlerimden şaşkınlık eksik olmuyor. Bu kızın gözü aşktan kör olmuş, onunla yaşadıkça emin oluyorum bundan. İki lafından biri yazar. Hatta iki laf konuşuyorsa, ikisi de yazar!

İnadına dayanamadım, çıktık bu deli kızla yola. Hem benim de işime geldi, onca zamandan sonra yazar müsveddesi bana bir isim koyacak! Bir de yanımızda Boşluk’un kabadayısı Figüran Eylem var. Elvan ne kadar deliyse Eylem kızın iki katı !

Elvan hangi dönemeçe hamle etse bizim dayı, Elvan’dan önce davranıyor dönemeçi kolaçan edip Elvan’a yol veriyor. Sanırsınız ki Elvan’ın özel koruması.

Ben Boşluk’un en eski sakinlerinden biriyim, labirenti de iyi bilirim fakat ne yazık ki sadece uçuruma çıkan yolları keşfedebildim, bu iki deliyi düşe kalka ilham perisine götürmeye çalışıyorum.

Bildiğim yollardan, sönmüş kandillerin aydınlatamadığı sokaklardan, duvarlara toslayarak geri döndüğümüz kıvrımlardan geçe geçe bilmediğim bir yere geldik. Günlerdir yoldaydık, yorulmuştuk ama Elvan durdurak bilmiyordu, Eylem’in ise yorulduğu her halinden belli olduğu halde Elvan’a bir bakış attıktan sonra daha hızlı yürümeye başlıyordu…

Burada sokaklar daha genişti, kandillerin yarısının sönük olmasına rağmen birbirimizi çok iyi görüyorduk. Bu iyiye işaretti, İlham perisine yaklaştığımızı hissediyordum. Ama buraya günlerce yürüyerek varabilmiştik, hatta bir kere zamanın aktığını bile hissettik, varın gerisini siz düşünün! Fıtratım dolayısıyla çabuk yoruluyordum, beni beklemek zorunda kalıyorlardı.

Bir gün yine beni beklerlerken Figüran Eylem yanıma geldi ve

“Kuklacı,” dedi. “Ben Elvan’a aşığım, yol boyunca belki yazarın aşkından vazgeçer diye yapmadığım şaklabanlık kalmadı. Yoruldum,acıktım,susadım sesimi çıkarmadım. Ama vazgeçmiyor.”

“Vazgeçmeyecek” dedim.

Bu Figüran Eylem’in son konuşması oldu. Az gittik, uz gittik ama dümdüz gidemedik.

İlham Perisinin kapısını gördüğümüzde ölmek üzereydik. Hava iyiden iyiye aydınlıktı, gözlerimiz kamaşmıştı. Kapıya giden yol sırat köprüsüydü, dengemiz bozulsaydı, yok olabilirdik.

Tık tık tık

Tık tık tık

İlham perisinin kapısı altı kere çalarsan açılırmış, öyle yaptım. Haşmetli kapıdan içeri adım attık, yalnızca ikimiz.

Elvan’ın önünde camdan bir duvar varmış gibi, içeri giremiyordu.

İlham Perisi “Elvan giremez” dedi. “Yasaklı.”

Elvan bunu duyduğunda, bir hıçkırık koyverdi. Ağır adımlarla o ince köprüye doğru yürümeye başladı, ta ki onu bir sarsıntı durdurdu.

Biz, Hayal gücü odasının girişindeydik. Odanın duvarları daralıyor daralıyor daralıyordu. Ellerime baktığımda şeffaflaştıklarını gördüm, Eylem ise tamamen yok olmak üzereydi, Elvan kendini köprüden aşağı atıverdi, kıyamet günü gibiydi! Apaçık “SON” kelimesine yaklaşıyorduk!

İlham Perisi “İNTİHAR!” diye bir çığlık koyverdi…

***

Yazar

Adım Şeref. Şu hayatta tek bir kişiye aşık oldum, Elvan…

Suratı kalabalığın orta yerinde nasıl da parlıyordu. Sanki benim için yaratılmıştı.

Ağzı, burnu, gözleri, kızıl saçları, dişleri… Ömrümde gördüğüm en güzel kızdı.

Edebiyata ilgiliyimdir, hikayeler yazarım, karakterler yaratırım. Ama Elvan’ı yazdığım hikaye bambaşkaydı, karakterlerin adı bile değişmemişti Elvan ve Şeref. Birbirlerine aşık iki genç.

Bu hikayeyi bitirip Elvan’a yollayacaktım, sonuna koskoca puntolarla “Benimle evlenir misin huma kuşum?” yazacaktım.

Olmadı, olamadı.

Siliverdim hikayeyi, silerken içim acıdı, gözyaşlarıma hakim olamadım. Ama bir daha asla gelmedi o hikaye aklıma, zihnimin en karanlık köşesine gömdüm hayali Elvan’ı…

” Elvan, bu mektubu okuyorsan ben ölmüşüm demektir.

Elvan, seni manyaklar gibi özledim

Elvan, bonibon dudaklarındaki gülüşü görmek için yeniden dirilebilirim.

Elvan, senin için bunu yazan parmaklarımı tek tek kesebilirim.

Elvan, hoşçakal. “

Arabamdan çıktım, Boğaziçi Köprüsü’nün serin havası yüzüme vuruyordu, devasa korkulukların üzerine çıkıp, attım kendimi kızgın kumlardan serin sulara!

Artık ne Elvan, ne özlem, ne yaşananlar, ne Şeref vardı.

Ölmüştüm, işte bu kadar !

” …Birden sen gelsen aklıma

Seni unutsam bazı bazı

Meraklansam gizlice,

Delice kıskansam seni

Hep yalnızlık var sonunda,

Yalnızlık ömür boyu…”

SON-


Cezb

Boşluk” için 8 Yorum Var

  1. Ne kurguydu ama! Ben son takıntılısıyım… Öykünün sonu hiç kuşku yok ki harika olmuş. Öykünün kurgusuna yakışmış. Yazış sürecini en az Stephen King kadar orjinal bir somutlamayla anlatmışsınız. Ellerinize sağlık.

    1. Çok teşekkür ederim, bu hikaye benim bitirdiğim ilk hikayemdir. Ve kayıp rıhtım yazarlarının yorumları benim için çok değerli. Teşekkür ederim yeniden ama Stephen King benzetmesi çok ağır oldu 🙂

  2. Stephen King karakterlerinin bodrumda çalışan işçiler tarafından yapıldığını söyler ya bazen laf arasında. Onu çağrıştırdı bana öykünüz.:)

  3. Bir yazarın hayal dünyasında var olan karakterler… Doğrusu takdire şayan bir konu. Bahsi geçen kahramanlar, bu kahramanların anlatımı ve hepsinin kendi içindeki sorgulamaları; yazınızı okutan en büyük etmenlerden. Sadece Elvan’ın intihar etmesi kısmı ve devamında gelişen olaylar bana biraz sıkışık geldi ama gayet tadında bir yazıydı.

    Kaleminize sağlık.

  4. Selamlar ve hoş geldiniz Cezb;

    Üç farklı perspektiften yazılmış, güzel bir anlatım tarzı ve hoş diyalogları olan harika bir öykü olmuş. Okurken çok keyif aldım doğrusu. Hatta bir ara kaleme aldığım ve unuttuğum karakterler canlandı gözümün önünde. Onlara ne olduğunu düşündüm ciddi ciddi. Bu da hikayenizin ne derecede başarılı olduğunun kanıtı. Her ne kadar sonunu tahmin etmiş olsam da bu onu çok beğendiğim gerçeğini değiştirmez.

    Daha nice hikayeler bitirmeniz dileğiyle…

    1. Keyif aldırabildiysem ve sizi düşündürebildiysem amacıma ulaşmışım demektir. Güzel yorumunuz için teşekkür ederim.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *