“Bağımsızlığı kabul etmeyeceğiz. Eğer Bosna bağımsız olursa, Müslüman, Sırp ve Hırvatların çatışmasından kaçamayız. Umarım bu bir uyarı olur. Aksi takdirde, Kuzey İrlanda, Bosna-Hersek’in yanında bir tatil merkezi gibi kalır.”
Radyodaki korkunç cümlelerin sahibi elbette ki Radovan Karadziç’ti. Panjurları sıkıca örtülmüş, sadece küçük bir abajürün aydınlattığı sade evin duvarlarında yankılanan bu sözcükler elindeki deftere bir şeyler çiziktiren genç kadının dudaklarına acılı bir gülümseme yayılmasına neden olmuştu. Bu laflar edileli çok uzun zaman olmuş, savaş denilen o metalden canavar çoktan Saraybosna’yı dört bir yandan kuşatma altına almıştı. Kadın başını eğip, yanğından damlayan gözyaşını silmeye bile tenezzül etmeden elindeki deftere yazmaya devam etti.
“…geri dönmeyecek diye çok korkuyorum. Eğer o ölürse bir başıma, çocuğumla yapayanlız, savaşın ortasında ne yaparım hiç bilmiyorum. Zavallı daha dört yaşında. Her gün bana babasını soruyor. Bir şey söyleyemiyorum. Ya ben de ölürsem ne yapar o küçücük aklıyla. Minicik elleriyle nasıl tutunabilir yaşam denen o cılız dal parçasına. Kimsemiz yok. Tıkılıp kaldık dört duvarın içine. Yiyeceğimiz giderek azalıyor. Sırplar Saraybosna’ya girmek üzere. Geleceğimiz sisli bir deniz gibi. Önümüze ne çıkacağını bilemeden kürek çekiyoruz. Ne zaman bitecek bu vahşet, bu savaş. Hepimiz ölsek de kurtulsak diye dua ediyorum. Ama tutunmak zorundayım. Oğlum için. Sadece onun için.”
Kadın kalemini defterinin içine sokup, siyah ciltli kapağı kapattı. Yüzü gece üzerine çiğ yağmış yumuşak çimenler gibi ıpıslaktı. Yerdeki ince döşeğin üzerinde, elindeki arabasıyla masumca oynayan oğluna baktı. Zavallı çocuk bariz bir şekilde zayıftı. Gözlerindeki erken olgunlaşmış ifade iç burkacak bir biçimde hüzünlüydü. Çok sessiz ve içe kapanıktı. Savaşla birlikte büyüyen diğer çocuklar gibi.
Annesi sessizce oturduğu koltuktan kalkıp yanına gitti. Elleriyle çocuğun keçeleşmiş saçlarını karıştırdı. Oğlan elindeki arabayı bırakıp bıkkın gözlerle annesine baktı.
“Anne babam neyde?” Hala bazı kelimeleri doğru telafuz edemiyor, ağızında yuvarlıyordu.
Kadın gözlerinin yeniden dolduğunu hissetti.
“Bizden daha iyi bir yerde tatlım.”
Çocuğun gözlerinden hayal kırıklığıyla dolu bir parıltı geçti.
“Anne babam öldüy mü?”
Kadın acılı bir ifadeyle oğluna bakakaldı. Çocuğunun büyüdüğünü anladığında her annenin yaşadığı hüznü yaşıyordu o anda. Tek farkla. Oğlunun bu kadar erken büyümesiydi onu bu kadar hüzünlü kılan.
Uzaklardan duyulan uğultulu bir ıslık sesi kadının gözlerini oğlunun gözlerinden ayırmasına neden oldu. Ses giderek büyüyordu. Ve birden gürültülü bir patlamanın sesi Saraybosna sokakalarında yankılandı. Kadın koşarak pencereye gittiğinde, panjurların arasından bunun kırmızı bir işaret fişeği olduğunu gördü. Kırmızı ışığın altında şehrin sınırlarından içeri doluşan yüzlerce eli silahlı ve meşaleli Sırp askerini farketti. Saraybosna düşmüştü. Şehir kuşatılmış ve bütün çıkış yolları tutulmuştu. Onlarca insan bir fare deliğine kısılıp kalmıştı. Kaçış yoktu.
Kadın hızla abajürün ışığını söndürdü. Oğlu bu sırada meraklı bakışlarla onu izliyordu. Annesi onu oturduğu yerden kapıp kucağına alana kadar hiç sesini çıkarmadı. Sonunda hafif korkmuş bir sesle “Nireye gidiyoyuz?” diye sordu.
Annesi çocuğun yüzünü kendisine döndürüp oğlunun gözlerine bakarak ” Hadi gidip yıldızları izleyelim. Tavan arasına çıkalım oradan yıldızlar daha iyi görünür. Hani eskiden senin tahta atını koyduğumuz yere.”
Oğlan sorgusuz sualsiz kabul etti bu teklifi. Kadın hemen oğlunu kucakladı ve kendini dairesinden dışarı attı. Uzaktan uzağa çığlıklar ve silah sesleri duyuluyordu.Vahşet başlamıştı.
Ana oğul merdivenlerin başına geldiklerinde dışarıda büyük bir patlama oldu. Tavandan tozlar yağdı ama emektar bina yıkılmamakta ısrar etti. Kadın sarsıntı geçtiğinde hızla merdivenleri tırmanmaya başladı. Tavan arasına açılan kapıya vardığında içeri girdi. Fazla zaman kalmamıştı. Kadın kucağında oğluyla tavan arasının sonundaki pencerenin altına çömeldi. Dışarıda askerler insanlık sınırlarına yeni bir boyut kazandırmakla meşguldüler.
Çocukları ve erkekleri öldürüyor, kadınların namusunu kocalarının önünde kağıt gibi buruşturup atıyorlardı. Sokaklar mezbahaya dönmüştü. Küçük çocuk ise bütün bunları bir kenara atmış tek bir yıldızın bile görünmediği kapalı gökyüzüne dikmişti gözlerini. Gözlerinde sıkıntılı bir merakla annesine döndü.
“Anne yıldızlay neyde?”
Kadın tatlı bir şekilde cevapladı oğlunu.
“Uyuyakalmışlar canım.”
Çocuk şüpheyle yeniden gökyüzüne baktı. Bu cevap pek tatmin etmemişti onu anlaşılan.
“Yıldızlay uyuy mu?”
“Tabi ki canım. Havada durmaktan yorulduklarında düşmemek için uyurlar.”
Apartmanın alt katları da silah seslerine teslim olmuştu. Bağırışlar ve acımasız botların çıkardığı sesler giderek yaklaşıyordu. Kadın oğluna sıkıca sarıldı.Artık sesler çok yakındı. Tavan arasına çıkan merdivenlerde ayak sesleri yankılanmaya başlamıştı.
Askerler kapıyı yumruklamaya başladığında kadın çocuğun kulağına eğilip. “Gözlerini kapa ve bakma.” diye fısıldadı.
Çocuk onu duymuyordu. Bambaşka bir şey ilgisini çekmişti. Biraz ilerisinde bembeyaz bir ışık parlıyordu. Işık şekillenmeye başladı ve üç kişiyi ortaya çıkardı. Yüzleri görünmeyen iki varlık ortadaki adamın iki yanında duruyordu. Üçü de bambayaz ışıkla yıldızlar gibi parlıyorlardı. Çocuk ortadaki adamı tanımıştı. Bu babasıydı. Adam çocuğa göz kırptı ve el salladı. Çocuk büyülenmiş gibi onları izliyordu.
O sırada kilide edilen iki el ateş ve bir omuz darbesiyle zamanın yaşlandırdığı ahşap kapı pes etti. İçeri giren askerler doğruca onlara doğru ilerlediler. Kadın onlara yalvardı. Çocuğunu bağışlamaları için. İçlerinden uzun boylu genç bir asker silahını kaldırdı ve kadının üzerine şarjörünü boşalttı.Çocuk ışığın yeni bir bedeni şekillendirdiğini ördü.Beyaz ışıktan örülmüş elbisesiyle annesi ona gülümsedi ve gelmesini işaret etti.
Çocuk uzaktan bir ses duydu. Küçük vücuduna isabet eden mermiler canını hiç yakmadı. Giderek annesiyle babasına yaklaşırken renksiz dudaklarında mutlu bir gülümseme vardı.Aile yeniden bir araya gelmişti.
- Bekçi Aranıyor - 15 Haziran 2017
- Salı Sallanır Çarşamba Beyaz Çarşafa Dolanır - 15 Haziran 2016
- Karanlığın Sade Gerçekliği - 15 Haziran 2014
- Bitmeyen Gecenin Şarkısı - 12 Şubat 2012
- Limbo - 16 Temmuz 2011
Sondan bir sonraki son da senin hikayen oldu :). Bosna savaşı gibi dünyanın seyirci kaldığı ve insanların cehennemden çıkan iblislere dönüştüğü savaşı kısa ama güzel bir biçimde anlatmışsın. Bir ailenin sona gidişiydi seninki. Okurken keyif aldığımı ve gerçekten çok sinirlendiğimi söylemeliyim. Bir an TV’lerdeki o siyah beyaz, ama buna rağmen kan kırmızı görüntüler ve insnaların hazin sonu geldi gözlerimin önüne.
Belki oradaki iğrençliklere biraz daha değinebilirdin ama o zaman da ben sinir krizi geçiridim :D.
Burada okuduğum tüm hikayelerden farklı, yaşanmış bir trajediye hoş itaf olmuş. Duyarlı ve kesinlikle farklı bir hikayeydi.
Ellerine sağlık. Diğer öykülerini de okumak isterim 🙂
Bu seçkide okuduğum gerçeğe en yakın ve en duygusal hikayeydi bu. Bosna Savaşı gibi insanlık tarihinin yüz karalarından birini kendine arka plan olarak seçmen hem cesurca hem de anlamlı. Çocuğun sonuna sevinmeli mi üzülmeli mi karar veremiyor insan. Kalemine sağlık.
@Fırtınakıran
Bu hikayeyi yazarken amacım gerçekten de dikkati Bosna’ya çekmekti. Bütün insanlığın sessiz kaldığı bu vahşeti doğru ve gerçekçi yansıtabilmek benim için çok önemliydi. Biraz daha vahşet yönünden dolgun bir hikaye yazabilirdim ancak oradaki insanların yaşadığı asıl trajedi duygusal yöndeydi bence. Okuyup yorumladığınız için teşekkürler.
@mit
Aslında hikayeyi gönderirken biraz tereddütüm vardı acaba hakkını verebildim mi diye. Ayrıca biraz siyasi mi kaçtı, kabul ederler mi endişesi de yaşıyordum. Ancak böyle olumlu yorumlar görmek beni sevindirdi. Okuduğunuz ve yorumladığınız için size de teşekkürler.
Selamlar,
“Hakkını verebildim mi?” diye düşünme lütfen, çünkü fazlasıyla başarmışsın bunu. Seçkideki yüzlerce öykü arasında, en sert ve gerçeğe en yakın olan hikâye seninki oldu.
Cesur duruşun için seni tebrik ederim.
Selamlar Darly Opus,
Yorumunuz beni sevindirdi. Çünkü hala tereddütteydim. Basit kaçtığını düşünüyordum açıkçası. Yüreğime su serptiniz. Yorumunuz için teşekkürler.