Altı aylık pilim yeni yüklenmişti. Bu pili başıma bela eden bizim Nedim, sanki pilin hangi gün hangi saatte yükleneceğini benden iyi biliyormuşçasına pilim yüklenir yüklenmez telefonumu çaldırdı. Açtım. Yalandan halimi hatırımı sorup sadede geldi:
-Kanka senin için üç tane iş buldum öğleden sonra yanına gelecekler!
-Oğlum Nedim dur bir dakika, diyerek itiraza kalktım. İstemiyorum oğlum artık, bu işin hiçbir hayrını görmedim ben. Ben başka kişilerle…
Nedim aldırmadı, dediklerimi dinlemeden telefonu kapattı. Fakat ben Nedim’in bulduklarıyla değil daha önce randevu verdiklerimle görüşmeye karar vermiştim.
İlk gelen grup üniversite öğrencilerinden oluşuyordu. Üç kişilerdi, biri kızdı. Kızın gözleri cam gibiydi. Bu camgözler yüreğimi hoplatmaya, içimi yaşam sevinciyle doldurmaya yetti. Kızın yanındaki gençlerden biri yaşından büyük ses tonu ve tavırlarıyla dik dik konuşuyordu. Benim bakışlar ister istemez camgözlü kıza kaçıyordu. Kızın bu saydam yeşil gözlerinin yanında dudağının kenarındaki kahverengimsi beni de cezbediciydi. Sevimsiz genç dikkatimin kaçtığını fark etti;
-Senin de halkına borcun var unutma! dedi yüksek tondan.
Hoşuma gitmedi bu lafızları, hoşuma gitmediğini anlamadı, devam etti:
-Sınıf tarihimiz senin gibi zümrüdüankaların mücadelemize omuz vermesiyle dolu. Onun için bu yemekhane boykotunda yanımızda olmalısın!
Zümrüdüanka olmayı ben istememiştim. Hatta zümrüdüankalıktan fena halde bıkmıştım. Rivayete göre büyük dedem bir gün İran’a geçtiğinde, Sarısu Nehrinin kıyısında bir Zümrüdüanka Kuşu ile karşılaşmış, Zümrüdüanka kendinden hiç korkmadan öylece varlığını süzen büyük dedemin yanına yaklaşıp kanatlarını ansızın açtığında bile büyük dedem hiç istifini bozmadan kuşun karşısında dikilmeye devam etmiş. Bunun üzerine Zümrüdüanka büyük dedemin cesaretine hayran kalıp başına kusarak uzaklaşıp gitmiş. Büyük dedem zümrüdüankalığı sayesinde Rus Savaşlarında destanlar yazmış, madalyalar almış. Nedense sonra bizim sülalede kimsede zümrüdüankalık görülmemiş.
Büyük dedemden miras bu anlatı artık unutulmaya yüz tutmuştu ki bendeki maharet birden ortaya çıkıvermişti. Tamamen şans eseri, hem de tam otuzuncu doğum günümde… O gün bizim Nedim’i, bar fedailerin elinden almasaydım, belki de ömrümün sonuna kadar zümrüdüankalığımın farkında olmayacaktım.
Nedim çok sarhoştu, hesabı fazla bulmuştu, adamlar Nedim’i parçalamak için gözlerini karartmışlardı. Benim uyarılar faydasızdı, hatta balon pazılı tüysüz bir fedai; “Bu onun arkadaşı, bunu da, bunu da…” diyerek fedailerin ortasına ittirmişti beni. Böylece Nedim de ben de dayak yemeye başlamıştık. Fakat ilginç şekilde o izbandut gibi adamların hiçbir darbesi bana zarar vermiyor, çekiştirilen, yırtılan üstüm başım hemen eski halini alıyor, sökülüp atılan uzun saçlarım hemen geri çıkıyor, kimse istifimi bozamıyordu. Böylece cesaretim zirveye ulaşmış, kollarıma topladığım güçle, iyice yorulan fedaileri tek tek yere sermiştim. Olacak gibi değildi, adamlar kudurmuş boğaya dönmüşlerdi. En sonunda bir tanesi içeriden silah getirip fazla düşünmeden önce ayaklarıma sonra vücudumun her yerine mermilerini boşaltmıştı. Yere düşmüştüm. Bu sefer büyük bir öfkeyle yeniden ayağa kalkınca adamlar kaçacak delik aramış, Nedim olanları oturmuş ağzı açık izlemişti.
İşte o günden sonra bendeki bu özel durum ortaya çıkmıştı. Nedim’le bu özelliğimi araştırmış, doğduğum topraklara gitmiş, büyük dedemin rivayetini başka ağızlardan dikkatlice dinlemiştik.
-Canım nasıl yanmaz anlamıyorum, demiştim Nedim’e. Küçükken anam çayı üstüme döktüğünde saatlerce inlemiştim.
Bu olaydan yola çıkarak zümrüdüankalığımın yani canımın yanmamasının en fazla altı ay sürdüğünü, bu arada çok fazla hırpalanırsam altı ay içinde de canımın yanabileceğini saptamıştık. Nedim nerden bulduysa bir gün elinde şırıngaya benzer adına pil dediği bir nesneyi belime takmıştı. Çıldırmışçasına sevinçliydi.
-Oğlum artık buradan gücünün ne kadar kaldığını göreceğiz, demiş ve devam etmişti:
-Çok para kazanacağız çok!
Öğrenciler beni yormaya başladı. Bu sefer diğer genç sazı eline aldı:
-Şimdiki zümrüdüankalar bir garip, hepsi küçük burjuva refleksiyle hareket ediyor, seni tenzih ediyorum abi, ama düşünsene abi, yetmiş dokuz 1 Mayıs’ında o iki zümrüdüanka abimiz kalabalığın içinde kollarını o efsanevi kuş gibi açmasa o kurşun yağmurunda bir sürü insan yetmiş sekizdeki gibi ölmez miydi abi, nerden nereye…
Aslında bana laf çarpıyorlardı, umurumda değildi. Gözüm camgözlü kızdaydı, hiç konuşmuyordu, sadece diğer iki genç konuştukça başını gençlerin söylediklerini onaylamak için yukarıdan aşağıya sallandırıyor bazen de acıklı bir olay anlatılageldiğinde gözlerini gözlerime dikerek dudaklarını ısırıyordu. Her dudak ısırığında iyice ortalığa çıkan ben ise beni mahvediyordu.
Öğrenciler gittikten sonra, önce bir baba yanıma geldi, kızı için banka soygunu yapmak istiyordu. Kızı çok hastaydı, nedense dediklerini inandırıcı bulmadım, ya da işime öyle geldi. Sonra yaşlı bir kadın ve zihinsel engelli olduğu belli oğlu geldi. Evini yıkacaklarını, mümkünse yarın sabah gelecek yıkım ekiplerine göğüs germemi istedi. Aklım camgözlü kızda kalmıştı, gecekondu direnişine katılırsam camgözlü kızın boykotuna yetişemezdim, dahası fazla hırpalanmamam gerekiyordu, gecekonduda kopacak kıyamet beni akşama kadar oradan çıkartmaz belki de pilimi tüketirdi.
-Teyzecim siz yarın bir şekilde yıktırmayın evi, ertesi gün gelirim, hatta senin evde kalırım bir süre, dedim.
Kadın çok mutlu oldu, dualar etti, sonra oğlunu çekiştire çekiştire yanımdan ayrıldı. Onlar gidince yaptığıma pişman oldum. Nedim’in işlerini reddederek ne kadar yürekli davranıyorduysam şimdi bu gecekondu işi yerine öğrencilerin boykot işini kabul ederek zayıflık yapıyordum. Elimde değildi, aklım camgözlü kızdaydı.
Yarın için hazırlanmaya başladım, o sıra Nedim aradı, ağzına geleni saydı, kendi bulduğu adamlarla değil de benim bulduklarımla görüştüğüme lanetler yağdırdı. Hakkını helal etmediğini söyledi. Anlamıyordu, derdim para değildi, para için iş yapmaktan hoşlanmıyordum. Nedim’e kalsa tehdit, gasp, mekân basma gibi işlere gitmeliydim. İyice teşhir olmadan bir an evvel bize ömür boyu yetecek parayı toplamalıydım. Lakin elimde değildi. Para işi bana göre değildi. Sonra ben de şu uyuz gencin söylediği şimdiki zümrüdüankalar piyasanın köpeği olmuş meselesinde gençlere hak veriyordum.
Boykot vakti geldiğinde birden karnım acıktı. Bir yemekhane boykotunda olacak iş değildi. Erken gelmiştim belki ondandı. Camgözlü kız ortada yoktu. Sevimsiz, şekilsiz, ukala öğrencilerse beni göstermelik bir sıcaklıkla karşıladıktan sonra kendi aralarındaki saçma sapan muhabbete dönmüşlerdi. Biraz sonra camgözlü kız, yanında bir oğlanla yanıma sokuldu. Zaten ışıl ışıl olan gözlerinin ışığının tonunu biraz daha yükselterek;
-Geleceğinizi biliyordum, dedi.
Beyaz, küçücük elini iki avucuma aldım. Bir şey söyleme niyetlendim ama aklıma orijinal bir şey gelmeyince avcumun içindeki küçük elle oynamaya başladım. Direngen bir balık gibiydi. Bir boşluk yakalayıp avcumun içinden düşüverdi küçük el. Sonra camgözlü kız da diğer oğlanlarla muhabbete daldı. Varlığım unutulmuştu. Canım sıkıldı. Keşke gecekondu direnişine gitseydim diye iç geçirdim.
Biraz sonra eylem vakti geldi. Herkes önlükler giymeye başladı. Beni yemekhanenin kapısına götürdüler. Gencecik adamlardan komut almak hoşuma gitmedi.
-Hocam böyle iki ellerini açarak, tamam mı… Şöyle hocam bak… Gel abi, gel kapının önüne zincirleyeceğiz seni…
Çocukların dediğini yaptım. Sloganlar atılmaya başlandı. Sonra dün benle dik dik konuşan genç;
-Kardeşler, yemekhanedeki yemeklerden geçtiğimiz günlerde üç arkadaşımız zehirlendi, kendileri dört çeşit yemek yerken okulun öğrencilerine üç günlük çorbayı içiren bu zihniyetle hesaplaşmalıyız! Üstelik bu çirkin yemekler için fazladan ödediğimiz paralar sayesinde bu adamlar kendi yemeklerine beş kuruş vermiyorlar. Kardeşler! Biz sesimizi çıkartmazsak üstümüzdeki kalbur daha da büyüyecek; yakında yol paralarını, elbiselerinin ütü parasını, kırtasiye masraflarını da bizden çıkartacaklar! diye zırvalama başladı.
Böylesine gereksiz bir şeyi dün bana nasıl da memleket meselesi diye yutturduklarını düşündüm. Karnım çok açtı. Camgözlü kız olmasa asla bu eyleme gelmezdim. Ama o da başka alemdeydi.
Çok geçmeden okulun güvenlik görevlileri gençlerin etrafını sardı. Biraz itiş kakıştan sonra arbede başladı. Beni boş yere yemekhanenin kapısına prangalamışlardı. Kimsenin benle uğraştığı yoktu. Sözde prangalarımdan kurtuldum. Camgözlü kızın yanına yaklaştım. İtiş kakıştan o da nasibini alıyordu. Güvenlikçilerin birkaç tanesini saymazsak çoğu babam yaşlarındaydı. Bunun için adamları ittirerek gençleri onların elinden aldım. Camgözlü kızı çekiştiren güvenlikçi ise fırça bıyıklı, genç, atik bir adamdı. Onu, açıkçası biraz tartakladım.
Bu sayede güvenlikçilerin hedefi haline geldim. Gençler beni bırakıp yemekhanenin kapısına koştular. İçeri girdiler. Güvenlikçiler hâlâ beni etkisiz hale getirmenin derdindeydi. Ama bu olanaksızdı. Zümrüdüanka özelliğim sayesinde yumruk ve tekmelerden etkilenmiyor, bozulan üstüm başım hemen eski halini alıyordu. Nihayet adamların gücü tükenmeye başladı. Ayağa kalkıp adamları sıradan geçirdim. Yaşlıları ittirmekle yetindim. Onlar zaten bowling lobutları gibi birbirlerini yıkıyor, üst üste istifleniyordu. Camgözlü kızı çekiştiren güvenlikçiyi bulup biraz daha dövdüm.
Adamlar nihayet olağanüstü gücümün farkına varıp geri çekildiler. Polis çağırdılar. Polisler gelene kadar gençler işi bitirmişti. Yemekhanenin her yerini afişlerle donatmış, bir dahaki sefere yemekhaneyi yıkacaklarını ilan etmişlerdi.
Sonra hep birlikte dışarı çıkıp beni buldular. Bira içmeye gideceklerini söylediler. Karnım çok açtı. Şu yemekhanenin bayat yemeklerinden bile bir lokma yemek için neler vermezdim. Camgözlü kız önümde yaylanıyordu, neşesi yerindeydi. Bira içmeye gittim gençlerle.
Muhabbet hep aynıydı. Nihayet açlığımı biraz bastırmıştım. Artık kalkmam gerektiği gençlere söyledim. Camgözlü kız yanıma sokulup;
-Ben de birazdan kalkacağım beraber kalkarız, birazcık daha…,” deyince memnuniyetle kalktığım gibi geri yerime oturdum.
Böylece bayat muhabbete biraz daha katlandım ancak olaylar şimdi istediğim gibi gelişmeye başlamıştı. Camgözlünün gözleri bendeydi. Gülünç olan her şeyde özellikle bana bakarak gülüyordu. Camgözlüyle birlikte bir süre sonra bardan çıktık. Bana karşı tavırları rahattı. Bu bana cesaret veriyordu. Onu ansızın evime kahve içmeye davet ettim. Koluma girip;
-Olur tabi neden olmasın, ama bugün bizimkilere sekizden önce eve gelicem demiştim. Bak saat dokuz, dedi.
-Haklısın tabi, başka zaman söz öyleyse, dedim
-Söz, dedi.
Akşam rüzgârı yaşam saçıyordu bugün. Ensemde hissettiğim sert rüzgâr nedense hiç üşütmüyordu beni. Camgözlü girdiği kolumdan daha çıkmamıştı. İncecik sesi içimi ısıtıyordu. Bu sert havada kesinlikle üşünmezdi.
Bir ara, aslında camgözlünün gencecik tenindeki bene bakmak için öylesine pilime de baktım, çok az kalmıştı. Söz verdiğim gecekondu direnişi için yetersizdi. Canım sıkıldı. Pilin dolmasına daha altı ay vardı, altı ay çok uzundu. İçimi kopkoyu bir korku bulutu kapladı. Hadi Nedim’in işlerden uzaklaşmam neyseydi, üstelik bu yerinde bir karardı ama ya o kadın… Gecekondusu yıkılacak kadın…
Duraksadım. Camgözlü;
-Sen beni güvenlikçilerin elinden aldın ama böyle yürürsek annemlerin elinden alamazsın valla, dedi kıkırdayarak.
Tadım kaçmıştı.
-Benim burdan ayrılmam gerekiyor. Benim eve şu sokağın ordan gidiliyor diyerek başımı biraz sonra yollanacağım sokağın başına çevirdim.
Gördüğüm şey kötüydü. Şaşkınlığımı gizlemem mümkün değildi.
Camgözlü;
-Ne oldu söylesene, diye mırıldandı.
Cevap vermedim. Öğlen benden gecekondusu için destek isteyen yaşlı kadın, incecik ceketiyle donuyordu sokağın başında. Evden güç bela çıkartabildiği öteberisinin yanında, fermuarı bozuk, gelişigüzel doldurulmuş kıyafetleri dışarı fışkıran bir bavulun üstüne oturmuş, zihinsel engelli olduğu belli oğluyla gelen geçene el açıyordu.
Camgözlü kıza baktım, onun bir suçu yoktu, cam gözlerinin içinden kendime baktım aslında, müthiş bir şapşallık vardı suretimde. Camgözlüden ayrılıp alakasız sokaklarda ağır ağır yürümeye başladım.
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.