Öykü

Çember Ustası

Anasının da dediği gibi buralarda kayda değer pek bir şey yoktu, göz alabildiğince kel, kuru düzlükler, en uçta artık bir ufuk çizgisi bazen yerle göğü kesermiş gibi duruyor bazense aradan sıyrılıyor, yokluğu yerle göğü kavuşturuyor. Bir çemberin merkezindeymiş gibi geliyor ona neye atıldığından bir haber bu serüvende. Ne kadar giderse gitse yokluğun çemberi onu merkezine alıp ona eşlik edecek. Bu düşüncüler kafasında yuvarlandıkça (geçen zaman da bu düşünceye doğruluğunu kanıtlar gibiydi.) kar topu gibi büyüyor aklına yerleşiyor, zihnini karartıyordu. Artık sadece karnında saf ama ufacık bir umut ışıltısı kalmış tüm gayretini ona takarak yolculuğunu devam ettirebiliyordu. Ha gayret şimdi olmazsa sonra, inandın mı yaparsın, insan inandı mı yapamaz mıydı? Yürüdükçe değişen iki şey vardı güneşin ve gölgesinin yeri. İlendiği falan yoktu ki, olduğu yerde saymaktan başka bir şey değildi bu.

Güneş bir an takılı kaldı inmiyordu aşağı çakılıp kalmıştı, bat lan artık şişko, mahvettin beni. Yüzsüz Güneş oralı bile olmadı durdukça durdu, elinden geldiği kadar uzattı da uzattı vakti. Ama her şeyin bir sonu vardı sonuçta öyle değil mi yani bir yere kadardı her şey. Şişko yüzsüz Güneş battıydı, sonunda. Yürüyüş durdu. Gök yaldızlandı, ufak ak noktalar karanlığa konuşlandı yine, tekrardan. Ay fırladı çıktı yerden bitti gitti, göğe yükseldi bir bakışta. Dur ulan o kadar hızlı değil az yavaş, ne bu acele. Şimdi gece vakti yıldız bol, bunlar arada bir de böyle daha da parıldıyor kendisini kardeşlerinin arasından sıyırıp göstermek için. Nadiren de olsa kimisi göğü yırtmak istediğinden midir bilinmez, kayıyor kaymadan öncede her biri kendine has renkte kuyruk yapıyor kendisine parıl parıl. İşte bu diyarda da buna hayret edebiliyor anca insan. Başka bir şey ne gördü ki de hayret edilecek.

Güneş vurdu göğe, bam! Ben geldim, hadi başladı mesain say bakalım olduğun yerde. Ufuk çizildi yine. Hadi aslanım benim hadi koçum benim, ha gayret az kaldı. Kuruldu döngü başladı dönmeye. Çember yine takipte. Tam ortasında, merkezde yine çapını belirliyor. Yok, burada pes etmek yoktu, onca yol boşuna mı tepildi, döneceksin de ne diyeceksin ki, bahaneleri sıralaması çok kolay olurdu, yeter ki dönmek iste, hepsi dilinin ucunda peydahlanacak. Bugün bunu isteyemeyecek, istese de gidemeyecek, gitse de dönemeyecek. Marş, MARŞ ileri! Bu bir emirdir! Haydi yürümeye, boynu kıldan ince.

Gölge uzadı, uzadı sanki böyle gerilere düştü, tee çemberin dışına kadar, dur sanki orayı da geçti. Ulan nasıl orayı geçecek çemberden çıkabilir mi ki çıktığı yere geçecek. Geçemez, düşemez oralara varamaz, imkânsız ben sana diyorum yok öyle bir şey, zorlama saksını çatlatırsın, yapma koçum boş ver yürü sen takma sen yok çembermiş çapıymış dışıymış falan. Aferin sana böyle işte, bak gördün mü gölge nasıl da kısaldı he? Çemberin dışına kadar vursa, oradan da onun dışına kadar uzansa ucu şimdi bu kadar yakına mı düşer bak görüyorsun işte hemen sırtının altında, oralara kadar vurabilseydi ki nasıl olacak bilmem, sırtının altına nasıl gelsin, gelemezdi ki dönemezdi yani buralara kadar sıkışır kalırdı oralarda yazık olurdu yani üzülürdük. Hiç aklına getirme böyle şeyleri, neme lazım hevesin kırılmasın sonra canın sıkılır üzülürsün diyerekten söylüyorum yani. Hadi vira, haydi haydi. Aferin benim yiğidime aslansın sen arslan.

Mehmet Altuğ Çetinkaya