Öykü

DNA

Bataklıkta

“Yeni doğan,” dedi Adli Tıp doktoru, yere çömeldiği yerden başını hiç kaldırmadan. Lateks eldivenli parmaklarını nazikçe ölü bebeğin boynunda gezdirdi. “Elle boğma gibi görünüyor, ama otopsi olmadan kesin bir şey diyemem.”

“Canlı gömülmüş olma ihtimali de var yani?” diye sordu Komiser Mehmet, yüzünde karanlık bir ifadeyle.

“Boğazı açmadan ona da bir şey diyemem,” dedi doktor ayağa kalkarken. Eldivenleri çıkardı. “Ama büyük ihtimalle katil bataklığı, cesedi saklama amacıyla kullanmış. Bataklığın dibine itince bebeğin hiç ortaya çıkmayacağını sanmış. Çürüme gazlarının onu yukarı taşıyacağından habersizmiş sanırım.”

Komiser “Anladım” der gibi başını salladı, ve gördüğü en küçük ceset morga gitmek üzere cenaze aracına götürülürken gözleriyle takip etti.

Toplantıda

“Sanırım bir infantisit* vakasıyla karşı karşıyayız,” dedi Başkomiser Tarık, toplantı masasının yakınına gelir gelmez. “Ne biliyoruz?”

“Elle boğmaya bağlı asfiksiden ölüm,” dedi Mehmet notlarına şöyle bir göz atarak. “Maktulün boğazında ve akciğerlerinde bataklık çamuruna rastlanmadı. Yani öldürüldükten sonra oraya götürülmüş. Doktorun da dediği gibi, sanırım katil sonsuza dek çamurun dibinde kalacağını varsaydı. Üç-dört güne çürüme gazları bebeği şişirmiş ve yüzeye çıkarmış.”

Başkomiser yüzünü buruşturdu. “Elimizdeki şüpheliler?”

“Civarda son üç dört gün içinde doğum yaptığı bildirilen bir kadın yok Başkomiserim,” dedi Komiser Deniz.

Tarık’ın suratı iyice asıldı, gözleri çok derin bir şeyler düşünüyormuş gibi kısıldı. “Öyleyse ya kadın buralardan değil, ya da bebeği gizlice doğurdu.”

Diğerleri başını salladı.

“Bu semtteki her kadından DNA örneği almaktan başka çare yok,” dedi Başkomiser. “Önce kısa bir liste yapın. Önceliğiniz genç kadınlar olsun, özellikle yorgun ve depresif görünenler. Hamile olduğundan şüphelenilen birileri varsa onların DNA’sını da önce alın. Bulamadığımız takdirde herkesten alacağız mecburen.”

“Emredersiniz Başkomiserim.”

Ekip Odasında

Mehmet oturduğu yerden alçak sesle yakası açılmadık bir küfür savurdu. Yüzünde, ters giden işlerini yoluna koymaya dair artık pek umudu kalmamış gibi sıkkın, bitkin bir ifade vardı.

“Bir ay geçtiğine inanamıyorum,” dedi Deniz’e dönerek. “Bir ay, yüzlerce analiz, ve anne hâlâ ortada yok.”

“Bu çevreden değil,” dedi Deniz, hüzünlü bir haber veriyormuş ve bundan da hiç hoşlanmıyormuş gibi dudaklarını bastırarak.

“Ama gördün. Bataklık çok ters tarafta kalıyor. Bebeği koyan her kimse orada bir bataklık olduğunu biliyordu, yani o çevreyi iyi tanıyordu. Yoksa yol kenarına atıp giderdi.”

Deniz kaşlarını çattı. “Belki de,” dedi aniden başını kaldırıp gözlerini Mehmet’e dikerek, “Yanlış kişiyi arıyoruz. Belki bırakan anne değil, babaydı.”

Mehmet anlaşılmaz bir ifadeyle bakakaldı ona. “Birlikte mi yaptılar yani?”

“Neden olmasın?”

Mehmet derin bir soluk koyverdi. “Peki sence DNA analizi için bir aylık daha bütçe ayırmaya izin verecekler mi?”

Deniz buna cevap veremedi.

Evde

Gölgenin buz gibi, güneş değen yerlerinse çok sıcak olduğu bir garip mevsime gelmişlerdi. İki haftadır semtteki erkeklerden DNA topluyorlardı. Aynı evlere bu sefer erkekler için gelmeleri halkın iyice tepkisini çekmişti. Bunda gazetelerin polisin beceriksizliğini yazmasının da payı vardı kuşkusuz.

İnsanlardan swab örneği almak için bir ekip dolaşıyordu mahallelerde. Deniz ve Mehmet de tüm vakit ve enerjileri bu soruşturmaya ait olduğundan, ekibe yardım ediyordu.

Bir apartmanın dördüncü katındalardı. Zile basıp bir süre beklediler. İçeriden ayak sesleri geldi, sonra besbelli ayakların sahibinin gözetleme deliğinden baktığı kısa bir sessizlik oldu. En sonunda kapı, ağır ağır açıldı.

Deniz kendini ve Mehmet’i tanıttı. “Devam eden bir soruşturma için tükürük örneğinizi almamız gerekiyor.”

“Buna hakkınız var mı?”

İlk kez böyle bir tepkiyle karşılaşmanın verdiği şaşkınlıkla bir süre ikisi de cevap vermedi.

“Savcılıktan iznimiz var,” dedi Mehmet toparlanarak.

“Onu sormuyorum,” dedi adam elini şöyle bir sallayarak. “Yasal olarak DNA’mı almaya hakkınız ya da yetkiniz var mı?” Durdu, sessiz kalan iki polise baktı. “Ben cevap vereyim: Yok. Ben izin vermediğim sürece tırnağımı bile alamazsınız.” Sonra kapıyı yüzlerine çat diye kapattı.

Arabada

“Bir insan bu kadar şüpheli davranabilirdi,” dedi Deniz camı açıp biraz hava gelmesini sağlamadan hemen önce. “Bunun farkında değil mi?”

“Belki sadece insan haklarıyla kafayı bozmuş çatlağın biridir,” dedi Mehmet dudağını bükerek.

“Yine de fazlasıyla dikkat çekti.”

“Aynen. Bakalım aradığımız adam bu mu? İşte,” diye ekledi hemen, “Çıkıyor.”

DNA’sını vermeyi reddeden adam apartmandan çıktı ve çıktığı gibi bir sigara yaktı, sonra sarsak adımlarla yürümeye başladı. Sokağın ucuna vardığı zaman Mehmet de arabayı çalıştırdı ve olabildiğince yavaş giderek adamı takip etmeye başladılar. Yaklaşık on dakika sonra adam; kendisinin sigara, komiserlerinse -çok değerli- DNA olarak gördüğü izmariti fırlatıp attı. Biraz uzaklaşınca Deniz arabadan fırlayıp cebinden bir delil poşeti çıkardı ve hiç değmeden izmariti poşete koydu.

“İyi ki,” dedi arabaya binerken neşeyle, “Hakları konusundaki hassasiyeti, DNA’nın nerelerden elde edilebileceği konusunda göstermemiş.”

Emniyet Genel Müdürlüğü’nde

“Hey,” dedi adam, koridorda Mehmet’i görür görmez, “İşte, oydu.”

Adam ve yanındaki avukat hızla o tarafa döndü, Mehmet de onlara.

“Komiserim, durduramadım,” dedi üniformalı bir polis üzüntüyle.

“Durduramazdınız zaten,” dedi adam sitemle. Sonra Mehmet’e döndü. “İzmaritimi almışsınız.”

“Nereden biliyorsunuz?” diye sordu Mehmet kuşkuyla.

“Oradaki bir arkadaşım görmüş, bana haber verdi. Bunu yapamazsınız.”

“Evet,” dedi avukat hararetle başını sallayarak. “Kişi haklarına aykırı davrandınız.”

“İzmariti yere attınız,” dedi Mehmet buz gibi bakışlarla adamı ve avukatını süzerken. “Çöpe atılan her şey, kamu malı sayılır.”

“Pekala, ama artık konuyu bildiğimize göre, analiz yapmanıza izin vermiyoruz,” dedi avukat iş bilen, kibirli bir sesle. “İşlemi hemen durdurun.”

“Çok geç,” dedi Mehmet sahte bir üzüntüyle. “Yapıldı bile.”

Adamın ağzı dehşetle açıldı, açıldı ve öylece kaldı.

“Merak etmeyin, bebekle bir akrabalığınız yok. Bu kadar tantanaya hiç gerek yoktu yani. Sırf ‘insan hakları’ uğruna, alakanız olmadığı bir suç hakkında şüphe çekmekten başka bir işe yaramadınız.” Sonra ardına bile bakmadan koridoru adımlayıp ekip odasına gitmeye başladı.

Ama adam orada öylece, en sonunda avukatının onu sürüklemesine izin verene kadar, şaşkınlıklıkla bir süre daha kaldı.

Başka Bir Evde

Adam kafasında bin bir soru ve düşünceyle yürüyordu. Arabasını uzak bir yere park etmişti, çünkü yüzleşmeden önce biraz temiz havaya ihtiyacı vardı. Karısına akşamın bu saatinde dışarı çıkmak için ucuz bir yalan bulmuştu. Nasıl olsa her dediğine inanan, saf bir tipti. Onu kandırmak hiçbir zaman zor olmamıştı.

Ama şimdi kandırılan kendisi değil miydi?

Yüreği iki yandan sıkıştırılıyormuş gibi bir üzüntü hissetti, sonra bu his dalga dalga kabaran, önüne çıkan her şeyi yıkmak isteyen bir öfkeye dönüştü.

Bir apartmana girdi, ikinci katta karşısına çıkan kapıyı çaldı ve hayatının en uzun birkaç saniyesini orada öylece dikilerek geçirdi.

Kapıyı pijamalarıyla bir kadın açtı. Uykulu gibi değildi ama çok geçmeden yatacakmış gibi bir hali vardı. Karşısındakini hiç beklemediği yüzünden belliydi.

“Tamer,” dedi kısık bir sesle. “Burada ne işin var?”

Tamer bir itişle kadına geriye doğru birkaç adım attırdı, kendisi de girdi ve kapıyı kapattı.

“Bebek kimindi?” diye sordu tepeden bakar gibi kadına doğru eğilerek.

“Ne?” dedi kadın şaşkınlıkla, ama Tamer o gözlerde korkunun ilk pırıltısını görmüştü.

“Bebek kimindi?” diye tekrar etti. Kadının koluna yapışmıştı, sakin kalmaya çalışsa da kolunu mengene gibi sıkıştırmaya başladı.

“Senin,” dedi kadın küçük bir çığlıkla. “Canım yanıyor.”

“Doğruyu söyle, söylersen kızmayacağım,” dedi Tamer, elini hafifçe gevşeterek. “Bilmek istiyorum.”

Kadın Tamer’e baktı. O yüzde güven veren, sakin kalmayı vadeden hiçbir iyi belirti yoktu, ama yine de konuştu. “Erkan’ın. İş yerinden.” Yutkunup en masum ifadesiyle baktı. “Sadece bir kez oldu, yemin ederim.”

Tamer’in gözlerinden soğuk, zalim bir titreme geçti. “Demek başkasının çocuğunu benimmiş gibi yutturdun, sonra da bana öldürttün ha?”

“Tamer, lütfen, özür dilerim,” dedi kadın ağlamaya başlayarak. “Ben-“

Ama başka hiçbir şey söyleyemeden boğuk bir ses çıkardı. Tamer boğazına yapışmış, iki eliyle sıkıyordu. Kadın boşuna bir çabayla çelik gibi yapışmış o elleri gevşetmeye çabaladı. Yüzü morardı, gözleri yerinden uğradı, yavaş yavaş yere çöktü.

Bu seferki bebeğe göre o kadar uzun sürdü ki, Tamer bir an daha fazla dayanamayıp ellerini gevşetmesi, biraz dinlenip öyle devam etmesi gerektiğini düşündü. Ama tam bunu düşünürken, kadın son bir boğuk hırıltı çıkardı ve sessizleşti. Elleri iki yana düştü ama gözleri hâlâ dehşetle Tamer’e bakıyordu.

Otopsi Odasında

“Elle boğmaya bağlı asfiksi,” dedi doktor, kesilip biçilmiş, sonra yine kabaca dikilmiş cesedin üzerinden Mehmet’e bakarak. “Ve maktul yakın zamanda doğum yapmış.”

Mehmet’in gözleri şaşkınlıkla açıldı. “Yani kimliği belirsiz bebeğin annesi olabilir mi?”

“DNA testinden sonra öğrenebiliriz.”

Mehmet geri kalan bilgileri de aldıktan sonra morgdan çıktı.

O an hiç dikkat etmemiş olsa da, bebeğin babası olmadığını öğrenince sevinmesi gerekirken şaşıran adamın yüzünün kendi beynine bir yıldırım gibi düşmesi için, DNA analiziyle maktul kadının bebeğin annesi olduğunu öğrenmesinin üzerinden iki gün geçmesi gerekecekti.

Tamer o süreçte çoktan kayıplara karışmıştı.


*infantisit: Annenin yeni doğan bebeğini öldürmesi

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for Aremas Aremas says:

    Şişirme olmayan bir metin. Gerçekçiliği sırtlanarak akıcılığın zirvesine ulaşan diyaloglar ve basit ama etkili bir kurgu. Daha başka ne beklenebilir ki! Ellerinize sağlık.

  2. Avatar for pcd pcd says:

    Çok teşekkür ederim, çok mutlu oldum :slight_smile:

  3. Özellikle ana hatları ile güzel kurgulanmış bir öykü. Dili kullanımınız ve açık anlatımı da beğendiğimi belirtmeliyim.

    Bununla birlikte polisiye öykü yazmanın bazı handikapları oluyor. Açıkçası 5.000 kelime polisiye bir öykü için çok yeterli bir alan sağlamıyor. Bu tarz öyküler daha uzun bir süreye yayılmış daha küçük detayları okuyucuya bir eureka anına götürdüğünde çok etkili olabiliyorlar ama işte ciddi bir alana ihtiyaç duyuyorlar bunun için.

    Elinize sağlık…

  4. Avatar for pcd pcd says:

    Yorum için çok teşekkürler.

    Polisiye öykü konusunda haklısınız, beş bin kelime bile yeterli değil. Ben bu öyküyü olabildiğince az kelime kullanarak -bin üç yüz- yazmaya çalıştım, çünkü Seçki’de yeni sayılırım ve insanların tanımadığı birinin upuzun öyküsünü okuması için pek bir neden olmuyor ortada. Kısa bir şeyler yazarak kendimce bir motivasyon sağlamak istedim. Yoksa polisiyenin hakkını vermek, bu kadar kısa bir metinde pek mümkün değil.

  5. Okurken sadece karakterlerin konumları paragraf içinde verilse imiş dedim kendi kendime. Onun dışında keyifli bir öyküydü benim için, elinize sağlık.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

3 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for MuratBarisSari Avatar for Aremas Avatar for pcd Avatar for MustafaYildiz Avatar for haticevera

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *