Gidiyorum.
Sağımdaki koltukta annem, hemen arkamda ebem. Bagaj tarafında da babam, küçük bir rolü olduğu için arkalarda duruyor tabii. Cildim çok pis ama besleyici olduğu için ebem bu şekilde bırakmış, aldırmıyorum. Beslenmek için annemin memelerini kullanacakmışım, ağzıma zorla dayamalarından anlıyorum, itiyorum. Hoş; kendisinin de çok istekli olduğunu düşünmüyorum ya, suratının her halinden acı çektiği belli. Ama neyse dakika bir gol bir, açlıktan ölmektense çekeceğiz artık ne gelirse cokcokcok.
Bu da ne? Bacaklarımın arasından sıvı bir şey çıkıyor, durduramıyor, öylece salıyorum. Yine annemin suratında o rahatsız edici ifade, açıyor altımdaki bezi, değiştiriyor yenisiyle, bu yüz ifadesinin keskinliğini sevemiyorum. Yıllar sonra, o dönem annemin doğum depresyonuna girdiğini anlıyorum. İlk yaralanışlarımmış bilemiyorum.
Gidiyorum.
Sağımdaki koltukta ilkokul öğretmenim, Necati Tüfekçi. Öğretmenim, bana her şeyi öğretenim, kalem tutmayı, saygılı, sorumluluk sahibi bir insan olmayı. Kemiğimi annemle babama bırakıp, etime talip olan hayatımın yeni avcı yetişkini. Ortaokul, lise, üniversite öğretmenlerinin karşısında yalnız başına duran dev adam. Tanıştığım ilk tek adam rejimi, helal olsun sana. Hemen arkamda en iyi arkadaşım, 58 Ayşen. Bu sayıyı ömrümce aklımda tutmalıyım, belki ilerde zırt pırt değiştireceğim bankacılık şifrelerimden birinin ilk haneleri yaparım. Güvenlik seviyesi: Dosta güven kadar yüksek.
Ayşen’le en sevdiğimiz oyun yakar top, sadece topun yaktığına inandığımız yıllar, elleşmeyin bizimle, şşş, böyle bilelim işte. Oynuyoruz, sesimiz yüksek çıkıyor. Necati Öğretmen nöbetçi o gün, öğrencilerin soluklandığı dakikaların nöbetini tutuyor, burundan al, ağızdan ver, sonra kıt’a dur! E bir, ki. Önce Ayşen’e, sonra bana nasıl yüksek sesle oyun oynanmayacağını kendi desibelini zorlayarak anlatıyor: BU OKULLL, SADECEEE SİZE Mİ AAİTTT? Kulaklarımızda çınlıyor, öyle birisi bizi andığından filan da değil. Saplanıyor oracıkta Necati Tüfekçi öğretmenimin, sadece soyadı kanunundan mütevellit olmayan silahı. Özgürlük, koşup oynadığın bahçeler değilmiş. Öğretiliyorum.
Gidiyorum.
Sağımdaki koltukta can arkadaşım, Sibel. Arkamdaki koltukta okulumuzun müdavimi olduğu kırtasiyeci Sami Abi. Renkli renkli kalemleri var görüyorum ve kokulu silgileri. Yaşım büyüse de beş duyumdan bir kaçına hitap eden kırtasiye malzemelerine bayılıyorum. Sami Abi de benim bunlara bayılmama. Ben silgiyi kokluyorum, o ellerimi. Ben renkli kalemlere dalıyorum, o yeni yeni sutyene alışmış göğüslerime. Ben okumayı, yazmayı, kalemi, silgiyi çok seviyorum, Sami Abi de beni. “Yarın yine gel, başka malzemeler de gelecek.” diyor. Bir bunu söylerken ki gülümseyişini bir de görmediğim elinin belinin aşağılarında ne yaptığını anlamlandırmak istemiyorum.
Sami Abi’nin sattığı kılıçtan keskin kalemleri saplanıyor gözünün daldığı göğüslerime birer birer, kâğıt kesiği gibi kanamaya başlıyorum, hem de sadece kırmızı değil, kalemler kadar rengârenk kanıyorum, babacan kırtasiyeciye kanıyorum.
Gidiyorum.
Sağımdaki koltukta Deniz. İnatçılığına, isyankarlığına, dik duruşuna hayran olduğum, ilk sevdiğim adam. Arkamızda Evrim. Ama öyle böyle değil, her daim arkamızda, sadece fiziksel anlamda hiç değil. Elindeki broşürleri inceliyor, bu kez fakültenin girişinde öğrencilere dağıtacağız. “Biji yek gulan”. Geliyor bizim baharımız. Finaller gelmeden, ezilenlerin yanında duracağız, sesini çıkarırsa ekmeğinden olacakların sesine seda katacağız. Okul girişine, arabalara, duvarlara, her yere elimizdeki afişleri asacağız. Biz idealleri aynı, üç fidan, yeşerdikçe umutsuzlara umut olacağız. Derken arkamızda çakar sesi, sivil polis enselemek üzere. Dağılalım, ilanları atalım, kaçalım, diyor Evrim, hadi. Ama Deniz’i yakalıyor, kırklarının başındaki polis, tam arkasından, parkasından. O an ben yere yığılıyorum. Eşitlik, adalet diye direnen Deniz’im yerde polisler tarafından süründürülürken, ben de onunla yerle bir olup, oracıkta görüyorum ebemin eşitlenmesini. Asfalt mızrak olmuş, çizile çizile karakolu boyluyorum.
Gidiyorum.
Sağımdaki koltukta Mihrimah Sultan Camii imamı Reşat Efendi, arkamda depresif anam, mutsuz örtmen Niyazi, şerefsiz kırtasiyeci Sami, görev adamı aynasızlar ve daha niceleri. Hepsinin darbeleri girmiş kıçımdan. İstesem bile doğrulamıyorum, dört kolluda sonsuzluğa gidiyorum. El Fatiha!
Madem ki ilk öykü ve ilk heyecan, o zaman bu ayki ilk yorumum da size olsun…
Toplumcu gerçekçi bir öykü. Darbe dönemlerine göndermeler yerinde. Siyasi görüş ayrımı yapmadan söyleyeyim; yiten çok genç evladı oldu bu ülkenin. O zamanlar idam vardı. Dar ağacında nice fidanlar soldu. Şimdiyse çocuklar, gençler dar ağacında sallandırılmalık yaratıklar yüzünden öldürülüyor. Şimdi açsam ağzımı, yumsam gözümü vallahi içeri tıkarlar beni. Öyle azılı suçluları saldıkları gibi de salmazlar fikirlerimden dolayı. Beni ilk yorumumda böylesi isyankâr duygulara sürüklemeniz öykünüzün başarısını ispat eder nitelikte bence. Bir de son günlerde yaşanan kötü olayların etkisi diyelim.
Küçük bir eleştiri olarak da öykünüz kısa ve sade ama bu sadelik biraz fazlaya kaçmış gibi. Biraz daha içerik zenginliği katılsa çok daha güzel olma potansiyeli olan bir öyküydü diyebilirim. Lütfen yazmayı terk etmeyin.
Sevgiler şahin yürekli serçe…
Değerli yorum ve eleştirileriniz için teşekkürler öncelikle, ilk yorum için beni seçmenize de ayrıca minnettarım @Arokan
Dün akşam karanlıkta evime doğru yürürken, göz ucuyla arkamdan gelen kişinin tipine bakma refleksimle, ben de gözyaşlarımı akıttım maalesef, çok haklısınız isyan dolu söylemlerinizde. Ve sadece böyle platformlarda söylenmemiz ama bir çözüm üretemeyişimiz de vicdanları sızlatıyor ayrı ayrı.
Öykü yorumunuza gelince, kısa olduğunu ben de farkettim ama açıkçası ilk kez öykü göndermenin heyecanına o kadar kapılmıştım ki, 2 Aralık akşam saatlerinde ve bu uzunluktayken toparlayıp, paylaşmayı tercih ettim kendisini. Hayat tercihlerden ibaret.
Sadelik kısmı için de eleştirinizi başımla beraber yerleştirmek üzere, aldım. Üzerine daha fazla düşeceğim. Sizin öykünüzü de okuyacağım ilk fırsatta.
Tekrar teşekkürler ve sevgiler ayrıca tapşırmamla ilgili yorumunuza da gelsin
Kadına karşı şiddeti protesto edenlerin şiddete uğradığı bir ülkede yaşamak üzüntü veriyor. Yine de her platformda ses vermekten geri kalmamak gerekiyor. Vatandaş olarak elimizden gelenler sınırlı. Tepedekilerin caydırıcı cezalar vermekten neden caydıklarını ise aklım almıyor. Yasalar suçluları cesaretlendirmekten başka bir işe yaramıyor. Katiller aramızda, sapıklar içimizde dolaşıyor. Üç çocuk teşviğini bırak, bir çocuğun varlığını nasıl korurum diye kara kara düşünmeye başladım. Neyse…
İlk öykümü ben de ilk olduğu için heyecanla koşar adım yazmıştım. Okuyucular da tatlı eleştirilerini bu yönde yapmıştı. Bu platform insanı geliştiriyor gerçekten.
Tek başına yürümenin özgürlüğünün ve kaygısızlığının olduğu bir ülkeye… Hoşçakalın.
Buna cevap yazmayı atlamıÅım sanırım, diÄer öykülere dalınca. Kusuruma bakmayın lütfen.
BahsettiÄimiz konular fazlasıyla yürek burkuyor. Önümüzdeki yıllar ne gösterir bilinmez ancak umut hep içimizde olsun, yarınlara dair yine de.
Güzel temenni için çok saÄolun, görüÅmek üzere. Umutla kalın
Estağfurullah, ne kusuru
İnce düşünceniz için ben teşekkür ederim asıl. Umut hep içimde. Merak etmeyin. Ölene dek benimle yaşamaya devam edecek.
Sevgiler…