Kapı çaldı, yataktan kalkıp kapıya baktım. Apartman görevlisi Ergun, bir şey isteyip istemediğimi sormak için gelmiş. Kulaklığı vardı, günaydın dedim kulaklığını çıkarıp efendim abi diye sordu tekrar, günaydın dedim. İlk günaydınım tüm kayıp ruhlara gitti. Bir şey istemiyorum Ergun dedim, kolay gelsin. Kapıyı kapattım bir kablosuz kulaklık alsam iyi olur diye düşündüm. Gün boyu telefonuma bir çok kez bakıyorum ama son zamanlarda telefonuma baktığım süreci anlamlı kılacak bir motivasyon buldum kendime. Bir şey arıyorum.
Bir şeyleri yukarı veya aşağı kaydırma hareketini o kadar çok yapıyorum ki artık otomatikleşti, kas hafızası dedikleri durum bu sanırım ya da değil, başka bir şey de olabilir tam olarak emin değilim. Geçenlerde telefonda dolanırken, fena halde güzel diyebileceğim bir kadın gördüm. Onu bulmak istiyorum. Bir anlık hatam yüzünden kaybettim ve şimdi sonsuz olasılıklar evreninde çırpınıp duruyorum. Dans eden ergen kızlar, acıklı kısa hikâyeler, motivasyon videoları, sağlıklı yaşam, kombinler, hayata dair pratik kısa bilgiler, günde ne kadar su içmeliyim, kaçta uyanmalıyım, ekran saatimi kaça indirirsem erken yaşta daha çok para kazanabilirim, artık geç kalmadan yazılım öğrenmeye başlamalıyım, vegan tarifler, en iyi goller, gerçekte olduğundan daha güzel kadınlar, daha zengin erkekler, viral olmuş siyasetçi videoları arasında kendimi kaybediyorum. Daha üretken ve aktif bir sabah için gereken üç şeyi yapmıyorum. Zayıflamak için çeşitli diyetler uygulamıyorum, hatta bazen kola içiyorum. Ve tüm internet alemine karşı büyük bir günah işlemişim gibi hissediyorum. Algoritma, kullanımıma göre karşıma ilgimi çekecek şeyler çıkartıyorsa, bu dans eden cücelerin anasayfamda ne işi var. Ya da bu algoritma hangi cüretle benim cücelerle ilgilendiğimi düşünüyor. Yeni şeyler aramak ve hayatıma güzellikler katmak için vakit geçirmem gereken son yer burası olmalı. Ancak onu arıyorum, keşfetimde karşılaştığım kadını. Yıllardır zihnimde canlandırdığım ve bedenin her kıvrımını kendi kendime betimlediğim muhteşem güzelliğe sahip o kadını şans eseri keşfetimde gördüm. Ancak kaybettim ve gönderiye dair hiç bir iz bulamıyorum. Ama inatla araştırmaya devam edip bir şekilde bulacağım. Bir şey yapacağımdan değil, profiline girip kimmiş diye bakacağım. Sanırım herkes böyle yapıyor. Hayatımda gördüğüm en güzel kadının ellerimden öylece kayıp gitmesi ve benim bu durumda hiçbir şey yapamamam canımı sıkıyor, yoksa deli değilim. Gün içerisinde hiçbir şeyi özümsemeden öylesine bakıp geçmek son zamanlarda sinirlerimi bozmaya başlamıştı zaten. Bu olay bardağı taşıran son damlaydı aslında. Bardağın daha önce taşıp, dökülen damlaların kurumuş olma olasılığını es geçiyorum. Derin sorgulamalarım, biraz da cinsel uyarılma eşliğinde gün yüzüne çıktı. Ve sanırım bu da gerçekten güçlü bir motivasyon oluşturuyor zihnimde. Bir şeylerin eskisi gibi olmaması için uğraşacağım, öylesine bakıp geçmenin her gün bana verdiği zararın bir tezahürü olarak görüyorum bu durumu, değiştirmem gerektiğini düşünüyorum. Öylesine bir hayat yaşamak istemiyorum. İz bırakan anlar yaşamak istiyorum. Hikâye olarak anlatabileceğim zengin içeriğe sahip anılar biriktirmek istiyorum. Zihnimdeki denklem bu kadar basit aslında.
Bulmak için aklıma gelen ilk yolu denedim, algoritma onu karşıma çıkardıysa ben, ben olmaya ve ben olma deneyimini uygulamaya olabildiğince yansıtmaya devam etmeliyim. Çünkü algoritmayı şekillendiren benim, ve ben ben olduğum için karşıma o çıktı, benim baktığım ilgimi çeken gönderilerin karmaşık bir şekilde belli işlemlerden geçmesiyle ilgimi çekebilecek bir gönderi olarak o fotoğraf bana sunuldu. Ve bu demek oluyor ki algoritmayı manipüle etmeye çalışırsam, onu bütünüyle kaybederim. Daha önce ne yapıyorsam yine devam etmem gerek, bir noktada tekrar karşıma çıkacaktır.
Bu durumu sistematik bir şekilde yapıyorum, yani bir süredir böyle yapmaya başladım. Belki de bu yüzden bu eyleme karşı mesafe aldım. Hiç yapasım gelmiyor. Her iki saatte bir 10 dakika telefonumu açıp keşfetime bakıyorum. Çoğunlukla sıkılıyorum, bazen ilgimi çekecek bir şey buluyorum ve 10 dakikayı geçiyorum. Sonuç odaklı değil süreç odaklı düşünürsem başarıya ulaşacağımı düşünüyorum. Ne yapıyordum ben nelere bakıyordum daha iyi analiz etmem gerekiyor. Bir yandan da kafam karışıyor o an o fotoğrafı gördüğüm benle, sonrasında telefonuna bakan ben aynı kişi mi emin olamıyorum. Bunu bir teste tabi tutamıyorum, kanıtlayamıyorum. Öylesine düşünüp düşünüp geçtiğim bir şey sadece.
Küçükken bir ara ondan daha büyük sayılar olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Bu şaşırmamın üzerinden çok bir süre geçmeden yüzden de büyük sayılar olduğunu da öğrendim ama çok şaşırmadım. Hatta kendi kendime bu olayın sanırım bir sonu yok dedim ve küçük bir sigara yaktım. Küçük sigaramı içerken aklımdan iki yüz, üç yüz gibi sayıları keşfettim. Artık hiç bir şey eskisi kadar ilgi çekici değil dedim. Her şey çok daha basitleşti benim için, sanırım hayat da böyle bir şey. Sigaramı söndürüp kahvaltı masasındaki paşa çayımı içip içeri geçtim. Artık umarsızca geleceği bekleyen ve benden sonrası tufan anlayışıyla yaşayan bir çocuktum. Benden öncesi de tufanmış zaten büyüdükçe bunu öğrendim.
Telefonu şarja takıp başucuma koydum. Esmer kadınlara daha çok bakarsam, sanırım algoritma karşıma daha çok esmer kadın çıkartır ve bu sanki onu bulma olasılığımı yükseltir diye düşünüyorum. Algoritma esmer olduklarını anlıyor mu ondan emin değilim. Ama işler normal seyrindeyken böyle yapmazdım, kendime mesafe almadan doğaçlama bir şekilde keşfetime bakmaya devam etmeliyim. Çok fazla düşünmeden sadece aşağı ve yukarı kaydırmalıyım önünde sonunda bulacağım. Bu konuyla ilgili kafam karışık, algoritma işler normal seyrinde devam ederken keşfette bu kadını benim karşıma çıktığına göre, işleri normal tutmaya çalışmalıyım. İşleri derken, kendimden bahsediyorum. Ama sanırım bir şeyleri fark ettikten sonra, işleri normal tutmak zor. Bu fotoğrafı görmeden önce ne yapıyorsam onu yapmaya devam etmek istiyorum. Ama o zaman ilgimi çeken şeyler, gerçekten çok saçma geliyor. Onlarla vaktimi geçirmek istemiyorum. Başka şeyler ilgimi çekiyor. Beni bu süreçte değiştiren şeyin ne olduğunu bilmiyorum, bu fotoğrafı görmek mi yoksa tüm bunların farkına varmış olmak mı bilmiyorum. Mesele sanırım sadece benimle alakalı değil bu da beni hikâyenin tek kahramanı yapmıyor, tek kişilik bir hikâyenin tek kahramanı değilim. O kadın bu hikâyenin bir kahramanı değil, çünkü kadını tanımıyorum benim için basit bir imajdan ibaret. Yani tek kişilik bir hikâyenin tek başıma kahramanı olamıyorum, çünkü tam bir kişi değilim. Yaşayış şeklim benim bir parçam, internetteki mecralarda oluşturduğum birbirinden farklı kimlikler ve ben toplanınca bir kişi oluyoruz belki ama ben bir kişi değilim, olamıyorum. Ve bunun eksikliğini hissediyorum. Ne olursa olsun bu yaşadığım şeyin o kadınla bir ilgisi yok, en azından bunu anlamış durumdayım.
O kadını gerçekte görsem ve ona desem ki: resminle benim aramdaki bir durum, seni ilgilendirmez. Ben senin resmine aşığım.
İyi ama aşık olduğun resim benim resmim. İşte ben de buradayım, söyleyeceklerini dinlemeye geldim, derdi bana.
Hayır resmin sen değilsin, resmin benim dünyama ait bir şey desem, tam içinde bulunduğum durumu karşılamaz. Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı filmini çok severim. Ama benim hikâyem o kadar zarefetle örülmüş bir hikâye değil. Devamlı baktığım bir resim yok, sadece bir saniye baktım. Zihnimde canlandırmaya çalışıyorum, ama başaramıyorum.
Sakin sakin duruyorum, telefonumu çıkarıyorum ve kendim olmak için uğraşıyorum. Ama eğer ben şu an bensem, ki başka bir ihtimal söz konusu değil, ben olmakta zorlanmamalıyım. Şimdiki benimle önceki ben arasındaki tek fark zaman. Bu her şey için geçerli bir söylem, bozulmuş bir portakal ya da yıllanmış bir şarap için de geçerli. Neyin iyi veya kötü olduğunu şimdi belirliyor. Bir portakal şimdi bozuksa, taze olduğu günler umurumda bile olmaz, portakalı çöpe atarım ve bir daha üzerine düşünmem. Benim portakaldan çok farkım yok diye düşünüyorum, yaşadığım her an her şey değişiyor, böyle demem biraz saçma çünkü şimdi de değişiyor. Beynim, düşüncelerim ve benliğim değişiyor. Değişmeyen tek şey gelecek tahayyülüm olabilir. Gelecek de elbet şimdiyle değişebilir ancak onun farkı kontrol edilebilir olmasıdır.
Siyah bir arka fonun önünde kılcal beyaz damarlar var, sürekli olarak yaklaşıyorum ve bunların fraksiyon olduğunu fark ediyorum. Hep aynı görüntü tekrar ediyormuş gibi bir his yaratıyor içimde. Sonra sanki biraz sağa kayıyorum, tüm bu damarlar ağının aslında bir şimşeğin üzerindeki elektrik akımı olduğunu fark ediyorum. Sanki bir şimşeğin üzerindeyim ve hatta şimşeğin ta kendisiyim ve doluyorum, nereye çakacağımı bilmeden sürekli doluyorum, bu dolma hissi ilginç bir his uyandırıyor içimde, sanki kemiklerim eklem yerlerinden ayrılsa rahatlayacakmışım gibi. Bedenimde serbest rahatsızlık yaratan radikaller dolaşıyor ve sayıları gitgide artıyor, buna hem uyum sağlıyorum hem de bundan rahatsız oluyorum. Rahatsızlığım tam bitti derken, varlıklarını küçük cimciklemelerle belli ediyorlar, potansiyel rahatsızlığım çok yüksek ama şimşek bedenim uyum konusunda son derece başarılı. Küçükken, kağıttan bir gemi yapıp yağmurda bir akıntıya bırakmıştık. Nasıl oluyorsa onun hemen yanına çakıyorum. Gemim büyümüş, yaklaşık 25 kadar gemiciden oluşan ahşap bir ticaret gemisi olmuş, dalgalarla boğuşuyor ve ben kamaradan kaptanın seslerini duyabiliyorum. Ona kulak kesiliyorum bedenim kendine yeni bir form ararken halen bir şeyleri duyumsayabiliyorum. Kamarada kaptan var, boku yedik diyor sürekli tekrar ediyor.
Boku yedik, boku yedik, boku yedik. Pusulam çalışmıyor, doğanın işaretlerinden yararlanamıyorum çünkü aptal dalgalar görüşümü kısıtlıyor. Mekanla bağ kuruyorum, tekrar içindeyim bir şeylerin, bedenim yeni bir form buluyor. Bir yere gitmeye çalıştığımı hissediyorum, kollarım kasılı ve üşüyorum. Nereye sürükleniyoruz bilmiyorum, boku yedik. Duyuyorum, duyumsuyorum, dahası her şeyi hissediyorum. Boku yedik diyorum, birlikte boku yedik, yiyeceğiz neden dediğini anlıyorum. Anlamakla kalmıyorum içimde hissediyorum onun çaresizliğini bütünüyle. Nereye gideceğini bilmeyen bir kaptanın, aç bir vahşi hayvandan farkının olmadığını anlıyorum. İdrak sınırlarım dalgalardan daha yüksek, hafifim istesem her şeyi yukarıdan da rahatça görebilirim ama kamaranın içindeyim. Ve ıslak tahta kokusunu ciğerlerime çekerken, korkuyu en derinimde hissediyorum. Geri dönülemez bir üçgendeyim, şeytandan medet umuyorum sihirli elleriyle gemiye dokunmasını ve kötünün sınırlarını güncellemesini istiyorum. Dalganın ve rüzgârın tenimde yarattığı deformasyon bir tepkiden çok, hücrelerimin vazgeçişiyle ilgili diye düşünüyorum. Dalgalar ve fırtına umurumda değil, bütün bedenim ıslakken daha fazla ıslanamam, fırtınaya direnemem. Dümenin başına geçiyorum, bir an ahtapotmuşum gibi hissediyorum, fırtınayla boğuşan gemimde dengemi çok kolay sağlıyorum. Nereye gideceğimizi biliyorum, nasıl gideceğimizi biliyorum, pusulamı kontrol ediyorum pusulam çalışıyor. Ve küçük makağım omzuma tırmanıyor, ciğerlerini doldurup bir çığlık patlatıyor. Hızla kuruyor ceketim, ve gemi tamir oluyor. Yelkenler şişkin bir pamuk şekeri andırıyor ki dev bir balina o yüzden gemiyi yemeye çalışıyor sanırım tam şu an.
Uyandım, çişimi yaparken kapı çaldı. Gerçekten berbat bir çaresizlik içinde kaldım. Ortada hiçbir şey yok yalnızca işiyorum. Kapı çalınca yanlış bir şey yapıyormuşum gibi hissetmeye başlıyorum. Kapıya baktım, Ergun gelmiş kulağında kulaklık var. Gözlerinin içine bakıyorum, anlamsızca dudaklarımı oynatıyorum ama ses çıkarmıyorum. Kulaklığını çıkarıyor, efendim abi. Nasılsın Ergun diyorum. İyiyim abi sen nasılsın. İyiyim, bir şey istemiyorum. Kapıyı kapatıp içeri gidiyorum, kulaklığımı takıyorum, kablosuz kulaklığımı. Kulaklığı kutusundan çıkarır çıkarmaz, heyecanla kulağıma takıp bir arkadaşımı aradım dün. Sesimin iyi gelmediğini söyledi. Kulaklık olduğunu söylemedim. İyi ses almaması, kulaklığı kötü yapar mı emin olamadım. Alarmım çalıyor, keşfette dolanmam gerekiyor. Dünyaya doğru düşen büyük bir balinanın olduğu gönderide biraz fazla takıldım. Az önce gördüğüm rüyada da balina olduğu için biraz kafa karışıklığı yaşadım. Bir gün iki farklı bağlamda balinayla karşılaşmak gerçekten garip. Balina bir, iki haftada bir karşılaşılacak bir olgu benim için. Bir günde iki biraz fazla oldu. Telefonu kenara koydum sanırım bir sonraki alarmı beklemem gerekecek. Bırakamadım, tüm alarmları kapattım, bu olayı sistematik bir şekilde yapmamalıyım diye düşündüm. Bizi biz yapan vazgeçişlerimizdir diye düşündüm. Sonra bizi biz yapan herhangi bir şey olmadığında karar kıldım. Yeni keşfet manifestomu şu şekilde belirledim: enerji patlamalarıyla saatlerce dolanmalıyım, eskiden yaptığım gibi. Telefonla iki saati geçkin bir birlikteliğimiz oldu. Kendimi aptal gibi hissetmeye başladım. Sanırım vazgeçmem gerek. Ama olay birini beğenmekten çok daha fazlası benim için. Ordan çoktan geçtik, hatta arka sokaklarında da çok dolaştık.
Günler saatler gibi geçti, kulaklık aldım. Kablosuz bir kulaklık ve hayatım gerçekten kolaylaştı. Yalnızken bile tam yalnız değilmişim gibi hissediyorum. Kulaklıklarım sürekli kulağımda genelde konuşan birilerini dinliyorum. Farklı farklı insanların konuşmalarını dinliyorum, genellikle komedi içerikli podcastler, iyi günümdeysem haber ya da bilimsel içerikli podcastler de dinliyorum. Kulaklığı kulağımdan çıkarmak eksiklik gibi gelmeye başladı. Onlar sayesinde başka insanların zihinlerini giriyorum. Ama bu bahsettiği insanlarda tam olarak bir tam kişi değiller, benim gibi birden biraz eksikler ve başka tamamlayıcıları var. Ben onlardan farklıyım ama tamamlayıcılarımız benzer. Bu hayatı keşfetmeye çalışıyoruz farklı yollarla, kimlikler oluşturuyoruz bize benzeyen ama tam olarak yansıtmayan, bu yüzden de giderek farklılaşan kimlikler. Ruhumuz bedenimizden çok yavaş ve biraz da trajik bir şekilde uzaklaşıyor gibi. Ama başka bir yere gitme amacıyla değil, güvenli alan çemberini büyütme amaçlı uzaklaşıyor bedenimizden. Bazen o kadar uzaklara gidiyor ki, kim olduğumuzu sorgulayacak hale geliyoruz. İşte ipin ucu böyle kaçıyor, bir şeylerin peşinden nedensizce gitmeye başlıyoruz. Arıyoruz, bulmak istiyoruz ama neyi aradığımızı bilmiyoruz. Tamamlanmaya çalışıyoruz. Dışarı çıkmadan önce hava duruma bakmayı unutuyoruz ve ıslanıyoruz. Kıyafetlerimiz ağırlaşıyor ve yürümekte zorlanıyoruz. Islak çoraplarımızı çıkarıyoruz ve düşünüyoruz bu iyi bir his mi yoksa kötü bir his mi diye.
Zihnimin bir köşesinde o imajla yaşamaya devam ediyorum. Bir gün bulacağıma dair inancım azaldı ama bitmedi. Sanırım bitmeyecek. İçinde güzel bir kadının olduğu fotoğraf, benim için bir fotoğraf olmaktan çıktı. Tam anlamlandıramadığım bir şeyin sembolü oldu. İmaj zihnimde değişmeye devam ediyor. Saçlarının renkleri değişiyor, gözlerinin rengi değişiyor, kıyafeti değişiyor, cinsiyeti, yüz ifadesi, bakışlarındaki anlam değişiyor. Her şey tek tek değişiyor ve değişmeye devam edecek sanırım. Şimdinin gücünü unutuyorum, şimdinin gücü geçmişi değiştirecek kadar güçlü. O imaj benim hissettiklerime göre sürekli dönüşüyor. Şimdiye uyarlanıyor. Bunu bilerek yapmıyorum, bilerek yapabileceğim tek şey şimdiye boyun eğip geleceğe dair kendimce bir şeyleri planlamak. Ama şimdinin tam da kendisiyle ilgili bir şeylerin yanlış olduğuna dair bir his canlanıyor, yaptığım her şeyi zaman geçirmek için yapıyorum. Bir şeye, bir yere ulaşmak gibi bir derdim var ama ne olduğunu bilmiyorum.
Sabahın körü oldu, dışsal bir uyaran olmadıkça duvara bakmaya karar verdim.
Duvar
Kendimi tam bir insan gibi hissetmiyorum.
Bir şeyler eksik.
Ne olduğunu bilmiyorum.
Dümenin başına geçemiyorum, nereye gideceğimi bilmiyorum.
Sanırım ondan büyük sayılar olduğunu keşfediyorum.
Ama aklım bir türlü almıyor.
Kafam karışık.
Ne olduğunu bilmediğim ve benimle konuşmayan bir sürü nesneyle etrafım sarılı ve beni yargılamalarından korkuyorum.
O yüzden böyle hareketsizce durmak istiyorum.
Düşüncelerimi belli edecek en ufak bir mimiğimi bile okuyamamalılar.
Belki kendimi daha bağımsız ve biraz da özgür hissedebilirim.
Sanki tüm eksiğim buymuş gibi.
Benimle konuşmayan nesnelerden nefret ediyorum.
Benimle konuşmayan nesnelerden nefret ediyorum.
Duvar
Duvar
Duvar
Yalnızlık beni zorla bir şeyler keşfetmeye itiyor, ama ne olduğunu ve neyle uğraştığımı asla umursamıyor.
Kapı çaldı, kapıya baktım Ergun gelmiş. Bir şey ister misiniz diye sordu, kulaklığımı çıkarıp efendim dedim. Bir şey ister misin abi diye tekrarladı. İsterim dedim iki ekmek bir de yarım yağlı laktoksuz süt. He! Ergun, bir bak buraya Erguun diye bağırdım arkasından. Döndü, efendim abi dedi. Ergun paket jelibonlar oluyor marketlerde, onlardan da alabilir misin bir tane küçüklerinden dedim ve kapattım kapıyı.
- Ergun ve Bitmek Bilmeyen Keşif Çabalarım - 1 Şubat 2023
- Bilye Sesi - 1 Aralık 2022
Edebiyatın gücünü hissettiren bir öykü. İyi bir öykü yazmak için alengirli ve karmaşık bir kurguya sahip olmak gerekmediğini anlattı bana. Konu çok basit “Keşfette gördüğü bir kadını tekrar görmek isteyen adam” ama bu konu üzerinden gözlemler, hayata ve sosyal medyaya dair tespitlerle -özellikle rüya sekanslarını çok sevdim- zenginleştirilmiş, beğendiğim bir öykü oldu. Emeğinize sağlık.
İnstagram’ın özeti.