Kapının tıslayarak açılmasıyla koridor aydınlandı ve bir insan gölgesi zemin boyunca uzandı. Eşikte kıpırdamadan bekleyen çocuk 7-8 yaşlarındaydı. Boyu yaşıtı çocuklardan biraz daha kısaydı. Üzerinde kendine göre ayarlanmış özel bir tulum vardı. Bu tulum bir nevi astronot kıyafeti gibiydi. Uzay gemileri sıçrama yaparken bu kıyafetleri giymeniz gerekirdi. Kıyafet yıpranmıştı. İsim yazılı olması gereken yer kararmıştı. Çocuğun elleri ve yüzü kirliydi.
Çocuk korkuyla koridora baktı. Elleri titriyordu. Gözlerini kapatınca babasının söylediklerini hatırladı. Korkusunu bastırmalıydı. Gözlerini açtı. İyi bir şeyler hatırlamaya çalıştı. Kendi gölgesine baktı. Upuzundu. Aklına anne ve babasıyla izlediği sirkte geçen eski bir film geldi. Gölgesi filmdeki uzun bacaklı palyaçolar gibiydi.
Çocuk yürümeye başlayınca yüzü tiksintiyle buruştu. Ayağını bastığında zemini kaplayan yoğun kıvamlı salgı bileğine kadar geliyordu. Ayakkabıları ve kıyafeti sıvı ya da hava geçirmiyordu ama yine de rahatsız ediciydi. Her adımını çekinerek atıyordu. Sanki mayınlı araziden geçmek zorunda kalan bir asker gibi yürümeye devam etti. Babasının söylediklerini yapacak ve buradan kurtulacaktı. Çocuk koridorun sonuna ulaştı ve oradaki kapıyı açtı.
Uzay gemisinin köprüsündeydi. Babası anlatmıştı. Burası geminin beyniydi. Motorlar buradan çalıştırılıyor, yön egzosları buradan kumanda ediliyor, başka uzay gemileriyle ve üslerle buradan haberleşiliyordu. Şimdi bomboştu ve zemin aynı kıvamlı salgıyla kaplanmıştı.
Çocuk köprüye adım attığında sümüklü böceklerden birini gördü. Nefesini tuttu. Kıpırdamadan bekledi. 1,5 metre boyunda, ayakta duran bir sümüklüböceğe benzeyen yaratık çocuktan uzundu. Kafasını eğdi, çocuğa baktı, duyargalarını şöyle bir titrettikten sonra köprünün diğer tarafına yöneldi. Çocuk yaratığın gerisinde bıraktığı sümüksü sıvıya bakarken bir hışırtı duydu. Arkasına döndüğünde bir başka yaratığın geldiğini gördü. Birkaç adım geri çekildi. Yaratık hafifçe bacağına sürtünerek yanından geçince çocuk rahatladı. Şu ana kadar her şey babasının tahmin ettiği gibi gitmişti. Artık işe koyulabilirdi.
Çocuk köprüdeki ana kumanda panelinin önüne geçti. Yapması gerekenleri ezberlemişti ama kumanda ekranını karşısında görünce hepsi aklından uçup gitti. Gözlerini sımsıkı kapatıp açtı. Ellerini başına koydu. Bir şey düşündüğünde farkında olmadan hep öyle yapardı. İçerideki iki yaratık çocuğa tepki vermeden odayı dolanmaya ve etrafı salgılarıyla kaplamaya devam ettiler. 1,5 metre boyundaki yaratıklar, küçük çocuğun yanında dev canavarlar gibi görünüyorlardı. Çocuk ekrana tekrar baktığında işleme nasıl başlaması gerektiğini hatırladı.
Gözleri ekrandaki menülerde geziniyor, parmakları eski model dokunmatik ekrana hızla inip kalkıyordu. Onu uzaktan seyreden birisi, küçük çocuğun bu koca geminin mürettebatı olduğunu zannedebilirdi. Çocuk hızlı ama panik de olmadan menülerde ilerledi. Aradığı menüye ulaşmasına son bir aşama kalmıştı. Ekranda parola yazısı belirdi. Tereddüt etmeden harfleri dikkatle seçerek sadece kaptanın, ikinci kaptanın ve seyir komuta subayının bildiği şifreyi girdi. Şu anda o şifreyi bilen ve yazabilecek olan gemideki tek kişiydi. Şifre ekranı karardı, şifre doğrulandı yazısı kocaman yemyeşil harflerle ekranı kapladı. Artık yapması gereken birkaç küçük ayrıntı kalmıştı. Çocuk kendinden daha emin hareketlerle geminin acil durumlar için kullanılan kendini imha sistemini harekete geçirdi. Zamanlamayı babasının tembihlediği gibi 15 dakikaya ayarladı. Uzaktan ya da ana kumandadan imha işlemini iptal etme ya da duraklatma seçeneklerini kapattı. Sağ altta yanıp sönen onayla yazısına dokundu, hemen sonra sol üstte ikinci kez beliren onayla yazısının üzerine parmağını getirdi. Altındaki uyarıda bu son onaylamadan sonra geri dönüşün olamayacağı uyarısı vardı. Çocuk parmağını ekrana sürttü ve komutu onayladı. Ana ekranda 15 dakikadan geriye sayan bir sayaç belirdi altında da kayan yazılarla uyarılar geçmeye başladı. Çocuk planın ikinci safhasına geçti. Hiç zaman kaybetmeden köprüden çıkacak, bir kat alttaki geminin ana omurgası boyunca uzanan yatay asansöre binecek ve geminin orta kısmındaki hangara girip filika mekiklerinden biriyle gemiden kaçacaktı.
Çocuk köprüden çıktı, alt kata indi ve yatay asansöre bindi. Buraya gelene kadar neredeyse bir düzineden fazla dev sümüklüböceğin yanından geçti. Hatta bir tanesine çarptı. Gemideki tüm mürettebatı öldüren bu yaratıklar, ufaklığa dokunmadılar.
Yatay asansör gürültüyle ilerlerken geminin koridorlarında uyarı ışıkları, flaşörler yanıp sönüyor, hoparlörlerden duyulan ana bilgisayarın sesi her dakika başında patlamaya ne kadar zaman kaldığını hatırlatıyordu. Çocuk sakince oturup hedefine varmayı beklerken babası aklına geldi. Keşke şimdi yanımda olsaydı diye düşündü.
***
Yolculuk sorunsuz başlamıştı. Babası yüzbaşı, gemi bir askeri nakliye gemisiydi. Yüzbaşı, görevli olduğu karakol kolonisine gidiyordu. Karısı yeni bulunan bir gezegendeki salgını kontrol altına almak için acil olarak göreve çağrılınca, oğlunu da yanında götürmek zorunda kalmıştı. Kağıt üzerinde kesin kurallar olsa da, bu tür gemilerde az sayıda sivilin de seyahat etmesi olağan hale gelmişti. Bu yolcular genelde askerlerin birinci dereceden yakınları olurdu. Koloni Kuvvetleri personelin morali açısından bu yolcuların gemilere alınmasını görmezden geliyordu.
Uzayda sıçrama yapacakları solucan deliğine geldiklerinde, yüzbaşı oğluna bilmesi gerekenleri anlatmıştı. Çok uzun mesafelere gidebilmek için özel kıyafetleri giyip derin bir uykuya yatıyorlardı. Gemi de otomatik pilotla belli yerlerde bulunan solucan deliğine giriyor ve normalde gidilmesi yıllar sürecek gezegenlere birkaç günde ulaşabiliyordu.
Bu kez bir terslik olmuştu. Gemi sıçrama işlemini tamamladığında daha önce kayıtlara geçmemiş bu yaratıklarla karşılaşmışlardı. Hiçbir uyarı sistemi çalışmamıştı. Çoğu asker daha uyku kabinlerinden çıkamadan yaratıklara yem olmuştu. Az sayıdaki mürettebat ve asker geminin kıç tarafında bir güvenli bölge oluşturmayı başarmıştı. Askerlerin ellerindeki cephane sınırlıydı ancak yaratıklar hiç bitmiyor gibiydi. Bıkmadan saldırıyorlardı. Aslında pek saldırdıkları da söylenemezdi. Menzilli bir silahları yoktu. En güçlü ışınlara dayanabilecek yapay alaşım kapıları ağızlarından salgıladıkları vücut sıvılarıyla eritiyorlardı. Bu işlem saatlerce sürse bile yılmadan, sabırla çalışıyorlardı. Daha sonra açtıkları gedikten içeri giriyorlardı. Askerlerin ateşi karşısında hiçbir savunmaları yoktu. Buna rağmen siper almıyorlar, kaçmıyorlardı. 20 mm’lik ağır toplar, içten patlamalı 5 mm’lik kurşunlar, zırh delmek için kullanılan plazma silahları, napalm katkılı alev makinaları karşısında paramparça olup, kömüre dönerken sesleri bile çıkmıyordu. Her ölen yaratığın arkasından bir yenisi ölen arkadaşının yerini alıyordu. Kurtarılmış kısımlarda santim santim, metre metre ilerlediler. Ve tüm bunlar olurken ne bir acı dolu haykırış, ne de öfkeli bir savaş çığlığı duyuluyordu. Kafalarının üstündeki duyargaları titretiyorlar, ilerlemeye devam ediyorlardı. İnsanoğlu kendisinden daha hırslı ve sabırlı ölüm makinalarıyla sonunda karşılaşmış gibiydi.
Askerler ellerindeki tüm cephaneyi harcamışlardı. Yaratıklar son kapının önünde birikmiş kapıyı eritirlerken yüzbaşı süngü tak emrini verdi. Askerler eğitimden sonra ilk kez tüfeklerine süngü taktılar.
Yüzbaşı kapının erimesini beklerken düşüncelere daldı. Dünya gezegeninden milyonlarca kilometre uzaklıkta, insanoğlunun gurur kaynağı olabilecek son teknoloji bir geminin içinde, uzaylı yaratıklara karşı elinde süngüyle ölümü beklemek sanki ilahi bir ironiydi. Milyonlarca yıl önce, bir mağaranın içine tıkılıp kalmış, yabani hayvanlara karşı savunmasız atalarıyla aynı durumdaydılar. Sadece kostümler değişmişti. Yüzbaşı bunları düşünürken bir kenarda oturmuş, meraklı gözlerle etrafı izleyen oğlunu gördü. Şahit olduğu şeyleri hayatı boyunca unutması imkansızdı. Tabii buradan sağ çıkabilirse…
Yüzbaşı oğlunu buradan kurtarmalıydı. Askerlere erimekte olan kapının ardına yeni bir barikat inşası görevi verdi. Belki de durumlarından haberdar olan ana üsten yardım gelecekti. Dayanabilecekleri fazladan her dakika onlar için umut demekti. Ya da en kötü ihtimalle askerler panik olmak yerine bir şeylerle meşgul olacaklardı.
***
Yatay asansör hangar kısmında gürültüyle durdu. Halatların üzerinde gezinen birkaç yaratık kabinin altında parçalanmıştı. Çocuk kabinden dışarı adımını attığında bilgisayarın sesi imhaya 5 dakika kaldığını hatırlattı.
Çocuk yaratıkların yanından geçerek hangara geldi. Hangar kapısını açtığında gördüğü manzara karşısında dehşete düştü. Hangar artık insan yapısı bir hangar değildi. Burası bambaşka bir dünyaya aitti şimdi. Hangarın tavanı dahil her yer salgılarla kaplanmıştı. Zemin hatta duvarlar, aynı boyda yarım metrelik şeffaf kürelerle kaplıydı. Her bir kürenin içinde, 50 santim civarında küçük yaratıklar vardı. Çocuk bunların yumurta, içlerindekinin de doğmayı bekleyen bebek yaratıklar olduğunu anlamıştı. Kürelerin hepsi aynı anda şişip kabarıyor, sonra aynı anda yine eski haline dönüyordu. Soluk alıp veren birinin akciğerlerinin içindeydiniz sanki. Tüm bu şişip sönen şeffaf yumurtaların ortasında ise dev gibi bir yaratık vardı. Şekil olarak diğerlerine benziyordu ama boyutları devasaydıç Kafası hangarın tavanına değiyordu. Ağız kısmından salyalar akıyor, dev duyargalarını ağır ağır oynatıyordu. Yaratık çocuğu hisseti ve kafasını çocuğa doğru çevirdi. Çocuk o an babasının yanında olmasını o kadar çok istedi ki…
***
Askerler garip düşmanlarına fazla dayanamayacak yeni bir barikat kurmak için ter dökerlerken, yüzbaşı sırtında taşıdığı komuta bilgisayarını çıkarıp önüne açtı. Katlanabilen ekranda geminin planları, sağ kalan askerler ve yerleşimleri görülebiliyordu. Bu yaratıkların mutlaka zayıf bir noktası olmalıydı. Eğer düşünce şekillerini, ne yapmaya çalıştıklarını anlayabilirse belki onlara zarar verecek bir şeyi de keşfedebilirdi. Maalesef bir laboratuvarda değildi ve elindeki zaman kısıtlıydı. Geminin kamera sistemine bağlandı. Gemideki sağlam kameraların görüntüleri arasında gezinmeye başladı.
Yaratıklar neredeyse tüm gemiyi ele geçirmişlerdi. Kalın gövdelerinin üzerinde sürünerek ilerliyorlar, salgıladıkları sıvıyla hareket hızlarını arttırıyorlardı. Gözleri yoktu. Kafalarının üzerinde duyargalar ve kapıları ya da insanları eriten o sıvıyı salgıladıkları ağızları vardı. Hepsi 1,5 metre boyunda, birbirinin aynısı yaratıklardı. Ayırt etmek neredeyse imkansızdı. Yüzbaşı umutsuzca kameraları dolaşırken bir şey dikkatini çekti.
Bir koridorda tek başına ilerleyen bir yaratık vardı. Bu yaratık diğerlerinden bariz bir şekilde daha büyüktü. Acaba liderleri mi diye düşünürken yaratık diğer yaratıkların olduğu bir bölüme geçti. Diğer yaratıklar büyük olanı fark eder fark etmez sağa sola sallanmaya, duyargalarını titretmeye başladılar. Büyük yaratık durdu. Şaşırmış gibiydi. Diğer yaratıklar büyük olanın etrafını sardılar ve onu yemeye başladılar. Yüzbaşı şaşırmıştı, ekranı büyüttü. Yaratık nafile kurtulmaya çalışıyordu. Yüzbaşı aynı şekilde bir çok askerini kaybettiğini hatırladı. Büyük yaratık yerde debelenirken diğerleri acele etmeden arkadaşlarını sindirmeye başladılar. Yüzbaşı bu sahneyi izlerken kafasında bir soru işareti oluşmaya başladı.
***
Hangarın ortasındaki dev yaratık çocuğa dönmüştü. Patlamaya 6 dakika kaldığı hoparlörlerden yankılanırken çocuk hangarda ilerledi. Yumrukları sıkılı, gözlerini ileriye dikmiş halde filika mekiklerinin olduğu yere doğru yürüdü. Dev yaratık kıpırdanıyor, şeffaf yumurtalar aynı anda kabarıp sönüyordu. Nice insanı korkudan felç edecek, kalbini durduracak bir sahneydi. Çocuk korkmuyordu. Çünkü babasına söz vermişti.
***
Kapı delindiğinde yüzbaşı oğlunu arkasına saklamıştı. Askerler süngüleriyle yaratıkları açılan delikten geri püskürtmeye çalıştılar ama savaş uzun sürmedi. İçeriyi dolduran yaratıklar içerdeki herkesi bir bir yakalayıp sindirmeye başladılar. Askerler kollarını, bacaklarını kurtarmaya çalışıyorlar, canhıraş çığlıklar atıyorlardı.
Yüzbaşı oğlunu arkasına saklamaya çalıştı. Yaratıklar onu da sıkıştırıp düşürdüler. Bacaklarını salgılarıyla sindirmeye başlayan yaratıklara rağmen yüzbaşının aklı oğlundaydı. Ancak yaratıklar çocuğa dokunmadılar. Çocuk yaratıklara vuruyor babasını kurtarmaya çalışıyordu ama ne yapsa fayda etmedi. Sindirme süreci yarım saatten uzun sürüyordu. Daha önce yem olan askerler 15-20 dakikadan sonra acıdan şoka girmiş ya da bayılmışlardı. Yüzbaşı anlatacakları bitene kadar dayanmak zorundaydı. Kendisini canlı canlı sindirmeye çalışan yaratıklara aldırış etmeden oğlunun ellerini tuttu ve ona ağlamamasını söyledi. Yaratıkları durdurmanın yolunu anlamıştı. Yaratıklar kendilerinden kütlece büyük bir canlıyı hemen algılıyorlar ve sadece ona saldırıyorlardı. Bu canlı kendi cinslerinden bile olsa bu kural değişmiyordu. Çocuk kütle olarak yaratıklardan küçük olan tek insandı. Babası iri yaratığa olan saldırıyı izlemiş, içeri giren yaratıklar oğlunu görmezden gelince, mantığı anlamıştı. Artık yüzbaşının oğluna bırakabileceği tek şey bu cehennem gemisinden sağ kurtulma planıydı…
***
Çocuk yaratığın önünden geçerken kafasını kaldırıp baktı. Babasını alan bu yaratıklardan nefret ediyordu. Dev yaratığı öldürmek istiyordu ama bunu tekme ve yumrukla yapamayacağını da biliyordu. Anons imhaya 5 dakika kaldığını hatırlattı.
Çocuk filika mekiklerine ulaştı. Hepsinin kapıları katılaşmaya başlayan salgılarla kaplanmıştı. Çocuk mekik kapılarını tek tek denemeye başlarken her yer titremeye başladı. Çocuk arkasına döndü. Dev yaratık duyargalarını neredeyse bir arının kanatları gibi çırpmaya başlamıştı. Dev vücudu dalga dalga titiriyordu. Yüzlerce şeffaf yumurtalar aynı anda şişmişlerdi. Çocuk onların aynı tempoyla sönmelerini bekledi ama yumurtalar bu kez sönmediler. Yumurtalar şişmeye devam etti, kabardı ve bomba gibi patladı.
Gürültü ve sarsıntının etkisiyle çocuk olduğu yerde sıçramıştı. Her tarafına şeffaf pis kokulu bir salgı bulaşmıştı. Yüzünü temizleyip kafasını kaldırınca hangarda yüzlerce küçük yaratığı gördü. Yavaş yavaş doğrulan, etraflarına bakınan bebek yaratıklar duyargalarını oynatıyorlardı. Yaratıkların hepsi küçücüktü. İçini o an tarifsiz bir korku kapladı. Patlamaya 4 dakika anonsu duyulduğunda panik içinde filika mekiğinin kapağını açmaya çalışıyordu. Parmaklarıyla, tırnaklarıyla katılaşmaya başlayan salgıları yırtmaya çalıştı. Arkasına döndü. Küçük yaratıklar ona bakıyorlardı. Duyargaları titredi, titredi ve çocuğa doğru ilerlemeye başladılar.
Çocuk mekik kapağını açmaya çalışıyordu ama kapak sanki çeperlere yapışmış gibiydi. Korkuyla arkasına döndü. Küçük yaratıklar yaklaşmıştı. Yüzlerce küçük yaratık birazdan onu yemeye başlayacaktı. Babasına olanları hatırladı. Gözlerini kapadı. Patlamaya 3 dakika anonsu duyuldu. Bir süre bekledikten sonra gözlerini araladı. Küçük yaratıklar durmuşlar odanın ortasındaki dev yaratığa dönmüşlerdi. Duyargalarını titrettiler ve annelerine saldırmaya başladılar. Dev yaratık kafasını sağa sola oynatıyor, ağzıyla tuttuğu yavrularını sağa sola savuruyordu ama yavrular çok kalabalıktı.
Çocuk son bir gayretle mekiğin kapağını açtığında iki dakika kalmıştı. Çocuk mekiğe yerleşti. Babasının öğrettiği gibi yardım çağrısı yapan vericiyi çalıştırdı, rotayı en yakın koloni karakoluna ayarladı ve ateşleme düğmesine bastı.
Filika mekiği ayrıldıktan 1,5 dakika sonra, gemi pruvadan başlayıp kıç tarafa doğru dalga dalga patlayarak paramparça oldu. Çocuk babasını hatırladı. Babasının planına harfiyen uymuş ve kurtulmuştu. Sözünü tutmuştu. Son ana kadar korkmadan dayanmıştı. Artık bitmişti. Kendisini bıraktı. Gözlerinden yaşlar boşandı. Bağırdı, koltuğu yumrukladı, ağladı.
Sonsuzluğa uzanan karanlıkta milyonlarca gök cismi parıldıyordu. Mekik yol alırken penceresinden dışarıyı izleyen bir çocuk vardı. İnsanoğlu bilinmezlerle dolu bu koca evrende belki de hala bu küçük çocuk gibiydi…
Başarılı bir bilim kurgu öyküsü olmuş. Bir kaç sıkıntı dışında hiç fena değil.
1. Yaratıklar nasıl olup da insanları yeniyorlar?
Yaratıklar yavaş, karşılarındaki askerler eğitimli. En azından çocuğa gerek kalmadan ateş ederek yaratıklar arasından ilerleyip imha düzeneğini kurup filikalarla kaçabilirlerdi. Neden olmadığını ve yaratıkların gemiye nasıl olup da girdikleri anlatılmalı. Örneğin uzun sürdüğü söylenen bir mücadele sırasında neden kimsenin yardıma gelmediği de daha açık verilmeli.
2. Bakış açısı sıkıntısı.
Çocuğun bakış açısı (yakın üçüncü tekil) ile devam ederken, bir anda yüzbaşıya dönüyoruz. Madem çocuk da oradaydı, bu geri dönüşü çocuğun bakış açısından çıkmadan anlatsaydınız, daha etkili olurdu. Hem böylece korkuyu ve çaresizliği daha iyi anlatmak mümkün olurdu.
Öyküde zaman kullanmak çok tehlikelidir. Ben böyle durumlarda bir çizelge yapıp zamanı işaretlerim. Öyküde çocuk yatay asansörün kabininden çıktığında 5 dakika anonsu duyulurken bir sonraki sahnede anons 6 dakika oluyor. Büyük bir sorun değil ama hoş değil.
Son söz
Beğendim. Anlatılmamış unsurlar var ama rahatsız etmiyor. Bu evrende başka hikayeler okumak isterim. Gene de sebep sonuçlar üzerinde ve anlatımda biraz düzeltme olsa iyi olur. Başarılı bir bilim kurgu öykü olmuş, elinize sağlık.
Öncelikle okuduğunuz ve zaman ayırıp yorum yazdığınız için teşekkür ederim.
Anlatılmamış unsurları ve boşlukları özellikle bu şekilde bıraktım. Kafamda bir sistem oluşturup, okuyucunun da tahmin etmesini hedefledim. Tabii ki okuyucu başka bir sistem de hayal edebilir.
Bakış açısı ve zaman konusunda biraz deneyime ihtiyacım var. Yazıyla ilgili bir mesleğim olmasına rağmen kısa hikaye yazımında sıfıra yakın deneyimim var. Açıkçası bu yazdığım 2. hikaye. İlkini de yine Kayıp Rıhtım’ın Kardan Adam bölümü için yazmıştım ama sanırım ayın 4’ü gibi hikayeler yayına girince geç kaldığımı düşünerek yollamamıştım.
Dakika meselesi tamamen hatadır. Birkaç kez revize etmeme rağmen gözümden kaçmış. Biraz da geç kalmamak adına hızlı yolladım. Üzerinden bir kez daha geçebilirdim.
Bakış açısı, zamanlamalar gibi konuları yeni çalışmalarla daha iyi hale getirebilirim diye düşünüyorum.
Bu arada şunu eklemek isterim, twitter’dan takip ettiğim birkaç arkadaş sayesinde Kayıp Rıhtım’la tanıştım. Her ay yeni bir tema verilmesi, özel bir alanda meraklı kişilerin hikayeler yazması ve yorum yapması çok hoşuma gitti. İlgi alanım olan bilim kurgu temalı yeni hikayeler yollamayı düşünüyorum. Benzer ilgi alanına sahip kişilerin yorum ve eleştirileri de çok faydalı olacaktır.
Tekrar teşekkürler.
Güzel bir bilimkurgu hikayesiydi, ellerinize sağlık. Okurken yer yer Aliens, yer yer de Dead Space tadı aldım ki ikisini de çok severim. Dakika hataları dışında gözüme çarpan bir şey olmadı benim. Bakış açıları değişimi için tavsiyem bölüm aralarına *** belirteci koymanız. Sonuç olarak gayet keyifli bir maceraydı. Kaleminize sağlık…
Teşekkürler. Aliens favori filmlerimdendir. Dead Space’i de ps3’te zevkle oynamıştım. Dakika hatasını düzeltip tekrar yollamayı düşünüyorum öyküyü.