Öykü

Göz Hapsi

Helikopter geniş avluya kusursuz bir şekilde indi. Son model araçlardandı ve kullanılması kolay olduğu kadar inanılmaz bir hareket kabiliyeti vardı. Hava kuvvetlerinin envanterinde yoktu çünkü askeri bir araç değildi; tamamen sivil kullanım için tasarlanmıştı. İçerdeki takım elbiseli adam bu yüzden oldukça konforlu koltukta oldukça rahatsız bir şekilde oturuyordu.

Bu araç kesinlikle en üst düzey güvenliğe sahip, ülkenin en tehlikeli suçlularını barındıran hapishane denetimi için uygun değildi.

“İyi misiniz?” diye sordu karşısında oturan iki adamdan daha genç olanı.

Denetmen eliyle adamların kemerlerindeki kılıflarda duran silahları işaret etti: “Onlardan başka silahınız varsa iyiyim diyebilirim; taramalı tüfekler, beyin patlatanlar, isyan müdahale kapsülleri ya da ses bombaları falan, belki de buraya bir savaş helikopteri ile gelsek o da yeterli olurdu.”

“Daha yavaş olurdu,” dedi adam gülümseyerek. “Bu en hızlısı.”

“Hızdan ziyade güvenliği ön planda tutmayı yeğlerdim.”

“Güvendeyiz!” dedi yanındaki daha yaşlı, daha iri ve daha az konuşan adam. Sesi oldukça emin ve garanticiydi.

Sol ve sağ taraftaki kanatları yavaşlayarak durdu ve geniş kapı açıldı. Denetmen inmek için acele etmiyordu, önden korumalarının inmesine izin verdi. Helikopter iner inmez karşısında binaya etrafına göz attı

Güvendeyiz!

Nasıl? Diye sordu kendi kendisine. Binanın etrafında mahkumların spor salonları, çamaşırhane olarak kullanılan ufak bir bina, spor sahası ve tabureler dışında hiçbir şey yoktu. Ne bir çit ne gözetleme kulesi ne de silahlı gardiyanlar. Sadece geniş bir yeşil arazi ve biraz ilerde yemyeşil ovayı kucaklayan orman, diğer taraftaysa oldukça güzel görünen beyaz şapkalarını giymiş koca dağlar uzanıyordu.

İndikleri spor salonundan hapishane kapısına kadar yürüdükleri süre boyunca da hiçbir güvenlik önlemi görmedi denetmen. Tek bir kişi bile onlara eşlik etmedi. Sadece kapıya vardıklarında heyecanla dışarıya fırlayan müdür karşıladı onları.

“Hoş geldiniz. Ben Murat Menteci, hapishane müdürüyüm.”

“Merhaba Murat Bey, ben denetmen Tarık Ayazlı.

“Buyurun.”

Hapishane müdürü Murat önden yürüyor, Tarık ve koruma polisleri arkasında gidiyordu. Denetmen her yere dikkatle bakmaya çalışıyor ama tek bir gardiyan bile göremediği için daha da çok korkuyordu. Biraz sonra müdürün odasına geçmek için geniş bir koridordan geçerken sağ taraftaki boylu boyunca pencerelerden hücrelerin olduğu bölmeyi gördü. Dört katlı dikdörtgen şeklindeki bölmenin her bir katında atmış hücre vardı. Kısa kenarlarda on, uzun kenarlarda ise yirmi adet olarak dağıtılmıştı.

Hücrelerin hiçbirinde kapı yoktu…

Koridoru tedirgin bir biçimde koşar adım geçti. Müdürün odasına vardıklarında adam hepsine çay söylemiş gülerek karşısında oturuyorlardı.

“Pekâlâ şimdi size nasıl yardımcı olabilirim?” diye söze girdi.

“Sıradan bir denetleme olacak ümidiyle geldim aslında,” Tarık konuşurken kravatını gevşetti, stres her an daha da çok terlemesine sebep oluyordu. “Bakan bey burayı özellikle incelememi inceledi. Buranın deneysel bir hapishane olduğunu söyledi. Gördüğüm her eksiği rapor etmem için yolladı ama eksikleri tek bir rapora sığdırabilir miyim yoksa devasa bir üçleme mi yaparım emin değilim?”

Arkalarında oturan polisler kıkırdadı. Genç olan ise patlayan kahkahasını yarısında durdurup içinde patlamasını sağladı.

Müdür Murat sakindi gülümsedi. “İstediğiniz her yeri gezebilirsiniz. İnanın denetim sandığınızdan çok daha kısa sürecek ve çok başarılı geçecek. Şimdi lütfen öncelikle aklınızdaki soru işaretlerini gidereyim. Eksik olarak gördüğünüz şeyleri söyleyin ben de açıklayabiliyorsam önce sözlü olarak açıklama yapayım.”

“Gardiyanlar!” diye bağırdı adam. Hararetle önündeki çayı alıp kaynarlığını umursamadan yarısını kafaya dikti. Artık ciddi polis bile kendini zor tutuyordu. “Gardiyanlar nerede!”

“Tatildeler efendim.” dedim Murat sinir bozucu bir sakinlikle. “Bugün resmî tatil. Normalde ben de izinliydim ama denetim bugüne denk geldiği için geldim.”

Tarık derin bir nefes alıp müdüre sonra da koruma polislerine baktı. Acaba benimle dalga mı geçiyorlar, diye geçirdi içinden. Bir çeşit şakanın ortasında falan mıydı?

“Resmî tatillerde tüm hapishane personeli izin mi kullanıyor?”

“Evet efendim. Çünkü resmî tatil. Resmî tatilde bence denetleme de olmaması lazım.”

“Bu sefer öyle olması gerekti,” diye geçiştirdi. “Mahkumların başında kim duruyor, kaçmalarını nasıl engelliyorsunuz.”

“Buradaki mahkumlar kaçmaz efendim. Burası kendisine özgü bir hapishane. Burada kimse onların başında beklemez. Gelin size göstereyim.”

Biraz sonra üzerinde ‘Kontrol Odası’ yazan bir kapının önündeydiler. İçerisi diğer odalara göre oldukça serindi. Odanın duvarları bembeyaz kabartma derilerden oluşuyordu. Ufak sayılacak odanın sonunda ufak L şeklinde bir masa ve üstünde üç ekranı olan bir cihaz bulunuyordu.

“İşte efendim,” dedi Murat. “Sınır hapishanesinin gerçek mucizesiyle tanışın.” Eliyle bilgisayarı işaret etti.

“Bir alt kattaki tedavi odamızda da bu cihazın aynısında var. Orada tedavi edilen mahkumların hepsini bu cihaz sayesinde kontrol altında tutuyoruz.”

“Buyurun oturun,” dedi müdür. Korumalar bu odaya girmemişti, sadece müdür ve kendisi vardı. İstemsizce koltuğa oturdu.

“Mahkumlar gelir gelmez tedavi odamıza alınır. Uyutulur ve hepsine varlıklarından haberdar olmadıkları bir lens takılır. Sanal gerçeklik gözlüklerinin ulaştığı son nokta. Sanal gerçeklik lensleri. İşte bütün mucize onlar. Bakın.” Müdür bilgisayardan bir dosyayı açtı. Kaçmaya çalışan bir mahkûm elini olmayan kapıya doğru uzattı ve ardından elini tutarak geriye sıçradı. Korkuyla bağırdı ve elini deli gibi sallamaya başladı. “Gördünüz mü? Orada bir kapı yok ama biz onlara bir lazer kapı varmış gibi gösterebiliyoruz. Canı nasıl da yandı. Gerçekte acı falan yok ama beyni gördüğü şeyi algılıyor. Yani kendi kendini kandırıyor. Gelin size canlı bir şey göstereyim.”

Başka bir görüntü açtı mahkûm yatağında oturmuş kitap okuyordu. Müdür gülümseyerek klavyenin hemen önünde masaya sabitli ufak bir daire şeklindeki mikrofona yaklaştı. “101 nolu oda, arama var. Ayağa kalk.” Adam ayağa kalktı ve bekledi. Biraz sonra kollarını iki yana açtı sonra arkasını döndü, daha sonra dizlerinin üstüne çöktü ve başını eğip ellerinin kafasının arkasında bağladı. Tekrar döndü, sonra odanın köşesine geçti. Sonra yatağına geçip giderken elinin kapıya doğru salladı. “Anladınız mı?” diye sordu müdür sinir bozucu bir gülümsemeyle.

“Anladım,” dedi Tarık hüzünle. “Odaya kimse girmedi. Ama siz birileri varmış ve onu arıyormuş gibi görmesini sağladınız. Aslında kimse onu aramadı. Bir kapısı bile yok.”

“Aynen!” dedi delice bir zevkle kudurmuş gibi görünen müdür. “İşte yeni hapishanelerimiz denetmen bey. Sınır hapishaneleri. İnsanların zihinlerine sınırlar çiziyoruz ve böylece insandan, malzemeden, maliyetten bol bol tasarruf ediyoruz.”

Tarık buranın sınırda olduğu için sınır hapishanesi olduğunu sanıyordu ama bunu dile getirmedi. “Para kazanmak için insan haklarından feragat ediyoruz gibi geldi. Bu şey, bu şey kötü kullanılmaya çok müsait.”

“Hayır, hayır lütfen saçmalamayın. Bir an oturup düşünün, sadece düşünün. Bununla hapishanelerdeki her şey çok daha iyi bir şekilde değişmez mi? Artık isyanlar olmayacak, hapishane cinayetleri, adam kayırmalar, usulsüzler, türlü işkenceler ve rüşvet hepsi son bulacak. Durun, siz burada bekleyin ve evraklarınız doldururken ben size dosyaları getireyim. Kendi gözünüzle, sayısal rakamlarla gerçeği görün.”

“Haklı,” diye düşündü giden müdürün arkasından. “Ya da haklı olabilirdi. Eğer bu hapishane olmasaydı…”

Elini göğüs cebine atıp kare şeklinde avucuna rahatça oturan ufak bir malzeme çıkardı. Masanın üstüne koyup dikkatle bakarken buraya gelmeden önce yaşadıkları geçti gözünün önünden.

“Bu benim istifam,” dedi Adalet bakanı. Tarık’ı kendi odasına davet etmişti. Önlerinde dumanı tüten iki bardak çay bile ortamdaki gerginlikten ötürü soğuyamıyorlar gibiydi. “Ve aynı zamanda senden son isteğim. Senin dürüst ve ahlaklı bir insan olduğunu bildiğim için bunu senden istiyorum. Birazdan denetleyeceğin hapishaneye sınır hapishanesi deniyor. Neden öyle söylendiğini gidince öğreneceksin. Deneysel bir hapishane ve artık gitgide çürüyen yönetimimizin çok hoşuna giden bir tesis. Oraya üst düzey güvenlikli hapishane statüsü verdiler çünkü en tehlikeli mahkumları oraya atıyorlar. Şimdi lütfen beni iyi dinle; Tecavüzcüler, büyük çaplı hırsızlar, kocaman ağlarıyla her yeri sarmış tefeciler, katiller, seri katiller, çocuk istismarcıları, partilerden büyük örgütleri olan mafya babaları, caniler, organize suç örgütleri… Ne yazık ki bunların hiçbiri değil. Orada muhalifler bulunuyor; aydınlar, sanatçılar, özgürlükçüler… siyasi mahkumlar. Topluma yarar sağlamak isteyen çarpık düzene kendince dur demeye çalışan insanlar ve sözde onlar ilk saydıklarımdan daha tehlikeli oldukları için olsa gerek hepsini bir yere toplayıp deneysel bir hapishane haline getirdiler. Bunu kabul etmem mümkün değil. Bu yüzden bu şey benim istifam olacak. Oraya gittiğinde, seni bir kontrol odasına götürecekler yapman gereken tek şey bu cihazı oradaki bilgisayara takmak. Başka bir şey yapmana gerek yok. Tak çalıştır bir cihaz, kendi kendisine çalışacaktır.”

“Peki çalışınca ne olacak efendim.”

“Eğer her şey sorunsuzca giderse güzel şeyler olacak. Eğer bir sorun olur ve işe yaramazsa ben de hala ülkeyi terk etmemiş olursam muhtemelen bir sonraki deneysel hapishaneye tıkılacağım ya da idam edileceğim.”

“Kötü bir şey olacak o zaman?”

“Özgürlük. Olacak olan şey özgürlük.”

“Muhtemelen kimse senden şüphelenmeyecek ama birileri seni sorgulamaya gelirse. Dışarıdan bir müdahale oldu de. Bir şeylere ulaşılırsa suçu benim üstüme at ve kendini kurtar.”

“Mahkumları serbest bırakınca bir kargaşa olmayacak mı? Benim can güvenliğim…”

“Merak etme,” Bakan güldü. “O yüzden resmî tatilde gidiyorsun ya. Zaten yanında koruma polislerinde olacak, onlar seni koruyacaklardır. Bana güven sandığından çok daha kolay olacak. Sadece kontrol odasında yalnız kaldığından emin ol. En güvenli yöntem bu.”

Tarık gözlerini açıp tekrar odaya geri döndü, hala yalnızdı. Müdürün gitmeden önce söylediklerini düşündü.

Gerçekten de haklı olabilirdi. Eğer bu hapishane olmasaydı…

Cihazı aldı ve bilgisayarın gayet ince ve ufak kasasında takabileceği bir yer aradı, bulamayınca cihazın arkasının yapışkan olduğu fark edip rastgele bir yere yapıştırdı. Doğru bir şeyler yapmış olmalıydı ki ekranda bilmediği yazılar belirdi, bazı klasörler açılıp kapanmaya başladı, siyah zemin üzerinde beyaz yazılar yazan komut ekranı birkaç kez uzun metinler sıraladı ve sonra tüm hapishane ötmeye başladı.

Korkuyla kafasını kaldırıp kapıya koştu.

Tüm mahkumlar şaşkınlık içerisindeydi. Merakla dışarı çıkıyorlardı; biraz önce gördükleri kapıya bakıyorlar ama şimdi hiçbir şey görmüyorlardı. Ellerine ve vücutlarını yoklayan, etrafındaki duvarları izleyenler vardı. Birisi gözünün alabildiğince yukarıya bakmaya çalıştı, bir başkası elinde yastıkla dışarı çıkmış şaşkın şaşkın yastığa ve etrafına bakıyordu, öfkeyle zemin kata fırlattı ve gülümsemeye başladı. Başka bir mahkûm hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve kendisine sarılıyordu, biraz sonra sarıldığı şeylerin aslında kendi elleri olduğunu anladı Tarık. Başka bir mahkûm ise zar zor yürüyordu, sanki yıllar sonra ilk kez ayaklarına kavuşmuş gibiydi, heyecanla okşuyor, ayaklarını öpmeye çalışıyordu.

Kim bilir neler görmeye zorlandılar…

Şaşkınlıkları üzerlerinden atan bir kısmı kapıya koşarken başka bir kısmı birbirlerine sarılmayı tercih etti. Dışarıya çıkan ve gerçek olan tek kapıyı açıp rahatça dışarı koşarlarken Tarık’ta masaya koştu. Koşmadan önce birkaç kişinin yürümekte zorlanan adama yardımcı olduğunu görünce gözyaşlarını tutamadı. Burada resmen insan hakları ihlal ediliyor ama hiçbir denetime tabii tutulmuyordu. Görünüşe göre ilk denetimi de son denetimi olmuştu.

Bilgisayar ekranında az önce açık olan hiçbir şey kalmamıştı. Hemen cihazı alıp yok etmek istedi ama cihazın biraz önce olduğu yerden duman çıkıyordu ve ufak bir izden başka bir şey yoktu. Cihazda kendisini yok etmişti.

Biraz sonra müdür Murat kapıda belirdi. Nefes nefeseydi, terden saçları alnına yapmışmış, gömleği sırılsıklam olmuştu. “Neler oluyor?” diye sordu haykırır gibi. “Neler yaptın sen?”

“Hiçbir şey!” dedi en inandırıcı sesini takınarak. “Bir anda birtakım ekranlar açıldı, sanırım dışarıdan bir müdahale oldu.”

“Sen, sen neler olduğunu biliyor musun? Neler olacak farkında mısın?”

Umuyorum bu sisteme olan güven yerle bir olacak ve bir daha asla kullanılmayacak. 

“Olan şey mahkumların firar etmesi gibi görünüyor bayım. Olacak olan şey ise muhtemelen başka bir denetim. Çünkü dış müdahaleden önce birkaç şeyi izleme fırsatım oldu ve burada açıkça insan hakları ihlali var. Özellikle de bu mahkumların hepsi siyasi suçlardan burada olmasına rağmen hak etmedikleri bir tutumla karşılaşmışlar. Sanıyorum tüm personelinizi buraya çağırsanız iyi olacak. Bir süre resmî tatillerden mahrum olacak gibisiniz.”

Murat domatesleri bile kıskandıracak kadar temiz bir kırmızı renge bürünürken Tarık ise garip bir şekilde mutlu oluyordu.

Selahattin Başboğa

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *