Öykü

Hayat Yarışı

Üç… İki… Bir… Başla!

İşareti aldıktan sonra var gücümle koşmaya başladım. İki yaş küçük kız kardeşimle yan yana, evimizin arka bahçesindeki yirmi metrelik yolu en kısa sürede geçmeye çalışıyorduk. Hayatında kimsenin bu denli çaba sarf etmeyeceği kadar güçle koşuyorduk. Yaşamamız veya ölmemiz bu koşunun sonucuna bağlıydı çünkü.

Daha konuşmaya yeni yeni başlarken öğretilmişti bize hayatın bir mücadele olduğu. En erken konuşan çocuk bir puan kazanmış demektir. En erken yürüyen bir puan daha. En hızlı matematik çözen, en fazla nefesini tutan, en iyi kavga eden… Bir çocuğun eğlenmek için yapması gerekenleri bile yarışmak için yapıyorduk.

Anne sevgisini hak etmem için kazanmam gerekiyordu. Babamın bana gerçek anlamda “oğlum” diyebilmesi için koşuyordum. İki kardeş arasında kıyasıya bir mücadeleye giriyorduk. Birbirine en yakın iki canlı, birbirine düşman gibi yarışıyordu.

Büyük kardeş on iki yaşına bastığında puanlar toplanırdı. Yüksek puanı alan, çocukluğunu geride bırakma töreni ile ödüllendirilirdi. Diğeri ise elindeki her şeyden vazgeçme töreni ile cezalandırılırdı.

Daha ölüm ve yaşamın ne demek olduğunu öğrenemeden, onlar için savaş verir hale gelmiştik. Sevgi görmeden, birer asker gibi eğitiliyorduk çoğu zaman. Bazen ise hiç beklemediğimiz, rastgele yaptığımız bir şey için puan alıyorduk. Bir keresinde kardeşim sırf erken uyandığı için puan almıştı. Annem de bu şekilde büyümüştü ve duygularını asla göstermeyen, yüzünde en ufak bir mimik dahi olmayan bir insana dönüşmüştü. Yine de içten içe kardeşimi daha çok sevdiğini hissediyorum.

Var gücümle bitiş çizgisine doğru koşuyordum. Annem ve babam merakla bizleri izliyordu. Kardeşimle aramda üç metre kadar mesafe vardı. Beni geçmesi mümkün değildi. Her sabah okuluma ve evime koşarak gidip gelirken bile bana asla yetişememişti. Puanlarımız eşitti ve ben on iki yaşıma bastığım için son bir yarış düzenlenmesine karar vermişti anne ve babamız. Kazananın yaşamak ile ödüllendirileceği son bir yarış.

Yaşam Tanrısı Radhon’un azabı insanları tüketene kadar da pek farklı değilmiş aslında dünya. Yine hırs ve bencillik uğruna, altta kalanları ezerek tepeye tırmanmak için uğraşmışlar güçlüler. Radhon, insanların bu davranışları yüzünden bizleri lanetlemiş. On iki yaşındaki çocuklar, eğer bir başka çocuk onların uğruna kurban edilip bedenleri bütünleştirilmezlerse, asla büyümeyecek ve ölecekler denilmiş yazıtlarda.

Zamanla aileler, çocukları arasında seçim yapamayacaklarını anladılar. Adil olmak adına çocuklarını sevgisiz bıraktılar. Ne de olsa zamanı geldiğinde, çocuklarının birinden vazgeçmeleri gerekecekti. İnsan sevdiği birinden nasıl vazgeçebilirdi ki? Onların arasından en iyisini, hayat ile en iyi mücadele verebileni seçmek için birbirleriyle kıyasladılar. Başka türlü nasıl bir seçim yapabilirlerdi ki?

Art arda iki çocuk sahibi olamayanların durumu daha kötüydü aslında. Maddi durumu yetersiz olanlar, parası olanlara çocuklarını kurban olarak satıyorlardı. Kısacası babası zengin olanın çocuğu da başarılı oluyordu zahmetsizce. Hayat hep böyle değil miydi zaten?

Bizim gibiler ise yarışmak zorundaydı. Ne kadar saçma. Hangimiz daha iyi koşarsa o yaşayacaktı. Kardeşimle aram hiçbir zaman çok iyi olmamıştı. İki yabancı olarak büyüdük. Ama yine de yere düşünce ağlayan kardeşimdi o benim. Tezgâha uzanamayan çaresiz küçük kardeşimdi. Ve yarışı kazanırsam, benimle bütünleşmesi için kurban edilecek bir cisim olacaktı sadece.

Bitişe varmama birkaç metre kalmıştı. Kardeşim ile aramdaki mesafeyi kontrol etmek için arkama baktım hızlıca. Gözlerinden yaşlar saçılıyordu etrafa. Çaresiz kardeşim ölmekten korkuyordu. Peki ya ben?

Bu günü atlattıktan sonra da hayatımda bir şey değişmeyecekti. Yine mücadele verecektim yaşamak için. Daha iyi bir hayat için yalanlar söyleyen bir varlığa dönüşecektim. Zamanı gelince kendi çocuklarımı yarıştıracaktım belki de, bir hayvan gibi. Annem gibi duygusuz olacaktım. Babam gibi acımasız. Ayağım takılıp yere düşerken tam olarak bunları düşünmüştüm.

Bitiş çizgisine santimler kala yere kapaklandım. Kardeşim hızla yanımdan geçerek yarışı bitirdi. Kazandığına inanamadan durdu bir süre. Sonra yerinde sıçramaya başladı. Annemin kucağına atladı ve sıkıca sarıldılar. Annem gerçek çocuğunu bulmuştu artık. Ben ise bir nesneye dönüşmüştüm tam o anda.

Olduğum yerde doğrulup oturdum. İçimdeki heyecan, tören bıçağına gözüm kaydıkça artıyordu. Ama kardeşimi gördükçe yüzümdeki gülümsemeye mani olamıyordum. Küçük kardeşimin yaşaması için kaybetmem gerekiyordu. Ve ben hiç var olmayan o taşa takılıp düştüğüm için kardeşim yaşayacaktı.

SON

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *