Öykü

Her Şey Yolunda

Koşuyor.

Yağmur damlaları suratına çarpıyor.

Hava rüzgârlı.

Hava bulutlu.

İçi karanlık. Yok, hava…

İnanmak ne kadar da kolay her şeyin mümkünlüğüne hava güneşliyken.

Azıcık bulutlanınca, yağmur başlayınca, işler biraz olsun sarpa sarınca…

Kalabalığı yarıp geçiyor ama kırmızı ışıkta beklemek zorunda kalıyor.

Nefesini düzene sokmaya çalışırken kafasının nerede olduğunu düşünüyor.

Bunun geç kaldığı kaçıncı toplantı olduğunu düşünüyor.

Hayalindeki mesleğin bu olduğunu… Yeşil ışık yanıyor… Böyle şeyler düşünmüyor ve koşuyor.

Sokağın sağır edici sesine rağmen sadece kendi soluk alıp verişini duyuyor. Koşmasa…

Binaya varıyor. Bina çok katlı. Çok büyük ve çok yüksek ve çok korkunç.

Küçüldüğünü hissediyor.

Hayatında hiç hissetmediği kadar acınası hissediyor.

Havaya karışmak ve yok olmak istiyor.

Aşina olduğu bir kayıtsızlık ve hissizlikle asansöre biniyor, gideceği kata basıyor, tavana baktığı ve gerçekten hiçbir şey düşünmediği rahatsız edici birkaç saniye geçiriyor, kapı açılıyor, adımını dışarı atıyor, yürüyor, ağzını açıp bir şeyler söylüyor ve başkaları ağızlarını açıp bir şeyler söylüyor. Kendini kendinden başka birisi, üçüncü bir gözlemci gibi hissediyor.

Kovuldu.

Çok basit ve hızlı gelişti her şey. Nasıl hissettiğini bilemiyor. Bir şey hissettiğini de sanmıyor. Neden bir şey hissetmiyor?

Sağanak yağmur üstüne boşanıyor. Kılı kıpırdamıyor.

Bir süre düşünmüyor hiçbir şey çünkü düşünemiyor düşünebileceği hiçbir şey.

Gidip bir yere otursa… Ayakları ondan bağımsız hareket ediyor ve bir banka götürüyor onu. Oturmuyor da çöküyor olduğu yere. İşi kaybedişine üzülmedi. Hep kaybedişine de üzülmedi. Bir şeye üzülmedi ama üstünde bir… Bir… Bir karanlık var sanki. Yok. Karanlık içinde. Yağmur da temizleyemiyor güneş de.

Bir şey düşünmeme durumunu koruyor ama neden sonra ağladığını fark ediyor.

Nerden çıktı bu şimdi diye dönüp bakıyor yaşlarına.

Yağmurda karışıyor zaten su damlalarıyla. En son ne zaman ağladığını hatırlayamayınca daha da ağlayası geliyor. Tutamıyor artık.

Hâlâ tek bir kelime belirmiyor zihninde düşünebileceği ama hatırlıyor sadece bazı şeyleri.

Geçmişinden kareler giriyor zihninin içine ve affetmiyorlar; yaptığı her hatayı, aldığı her yanlış kararı, kaçırdığı her fırsatı ve üzdüğü her insanı ve… Yetemediği her anla işkence ediyorlar ona. “Nasıl geldin buraya?” diye soruyorlar ısrarla. “Niye geldin?”

Sonra senaryolar başlıyor. Yaşayabileceği her muhtemel geleceği ve geçmişi ve şimdiyi tüm olasılıklarıyla ele alıp hikâyeler kurması gerekiyor çünkü rahat bırakmıyor kendini acı çektiğine ikna olmadıkça.

Ya…

Orayı seçmeseydi.

Buraya hiç gelmeseydi.

O iş teklifini geri çevirseydi.

Bu kadar pısırık olmasaydı.

Belli görüşleri ve her konuda bir tarafı olsaydı.

Dün sokakta gördüğü kediye yardım etseydi.

O gün o lafları etmeseydi.

Onunla vaktinde konuşabilseydi.

Bu kadar korkmasaydı da yüzleşseydi.

Kendisiyle.

Yok olsaydı. Var olmasaydı.

Bu düşünceleri keşke bir yere varsaydı.

Keşke biri onu duysaydı da ağlarken görseydi.

Bakın ben ağlıyorum, deseydi, ben de ağlayabiliyorum.

O birisi “Neyin var?” diye basit bir soru yöneltseydi ve daha da çok ağlasaydı.

Bu şehir ona ağır geliyordu.

Yağmur yağdığında herkes salyangozların üstüne basıyordu.

Kimse birbirini tanımıyordu ve herkes kendi kabuğunda bambaşka hayatlar yaşıyordu.

Apartmanını temizleyen teyzenin adını bilmiyordu.

Metro istasyonunda bir çocuk dileniyordu ve herkes yalnızca bakışlarını kaçırıyordu, cebinden birkaç bozukluk çıkarmaya tenezzül edenler vicdanları rahat devam ediyorlardı günlerine.

Bir öğün yemeğe kimilerinin bir aylık maaşını bırakıyordu, aynı restoranın çöplerini karıştırmaktayken kendinden yaşça büyük bir yabancı.

Herkes yabancı.

Herkes birbirine de kendine de yabancı.

Parfüm kokusu gizleyemez kokuşmuş benliğinizi.

Hiçbir makyaj örtemez yüzünüzün ardındaki çirkinliği.

Yeter artık

Yeter mi artık?

Yetsin artık.

Kaçamıyor hiçbir yere çünkü kendisi var gideceği her yerde.

O yüzden her yol çıkmaz sokak, her seçenek en kötüsü.

 

Kaldırıyor başını.

Temiz bulutlarla kaplı gökyüzüne nefretle bakmadan edemiyor.

Kendi içindeki kirlilikten onun bu kadar uzak oluşunu yediremiyor.

Yüzünü tokatlayan yağmur damlaları suçunu hafifletmiyor.

Her şeyini verebilir oysa biraz olsun azalması için kalbindeki yükün.

Uykusuz kalıyor mesela bazen ya da mecali kalmayana dek koşarken buluyor kendini. Bunlar biraz uyuşturuyor acıyı, bir anlığına bedeli ödediğini düşündürüyor yalnızca.

Ama asla dinmiyor.

Zihnindeki karanlık hiç aydınlanmıyor.

İçindeki zehri çoğunlukla sadece o görebiliyor, bu yüzden dışarı çıktığında sızıntıları yamayıp durmak onu bitap düşürüyor.

 

Düşünüyor.

Atomlarına parçalanıp toprak olsaydı.

Ağaçları kurutur muydu?

Buharlaşıp havaya karışsaydı.

Yağmurları asit yapar mıydı?

Hiç gelmeseydi buraya. Karar vermeden, hata yapmadan, utanç duymadan, saçma sapan bir kişiliğe sahip olmadan, hiçbir şey olmadan ve hiçbir şeyi olmadan

Kendinden başka kimse yok kendinde ve o yüzden de yalnız herkes daima.

Sahte her şey.

Sahtesin.

Ya alıp başımı gitsem, diye düşünüyor belki milyonuncu kere. Her şeyi ardımda bıraksam ve hiçbir sorumluluk kabul etmesem.

Bu düşünce onu yutuyor ve zaman kavramını yitiriyor bir süre. Belki bir saat, belki üç…

 

Sonra…

Sonra bir anda oluyor her şey.

Bir yabancı oturuyor yanına.

Yağmurun altında.

Onca insanın arasında.

Paltosundan seçilmiyor yüzü.

“Olmaz.” diyor yabancı. Ne demek şimdi bu diye düşünüyor. Git işine, diyesi geliyor. Başım işimden aşkın zaten… Ama susuyor. Demez ki zaten. Denir mi öyle?

“Ben denedim her yolu. Olmadı. Vazgeç. Faydasız. Manasız.” Kimsin sen, diyesi geliyor ama demiyor. Sanki kendisinin kim olduğunu biliyormuş gibi sormaya cüret edemiyor. Neyden bahsettiğini de anlamıyor. Yalnızca paltosunun yakasının ardındaki görünmeyen surata bakıyor. Hiçbir şey düşünmüyor. Sadece susuyor. Zihni boşlukta süzülüyor, içine sürekli yağmur damlalarının düştüğü bir oyuk gibi yorgun, bekliyor. Yabancı oraya bir taş atıyor.

“Hatalarla doluydum. Berbat bir insandım. Dengesizdim. Hiçbir şeyde yeterli değildim. Mutluymuşum ve ileriye dönük planlarım varmış gibi yapıyordum. Yalnız değildim ve yalnız da hissetmiyordum ama bazen, hatalarım beni boğduğunda etrafta kimse olmuyordu. Hatalarım bir okyanustu ve ben sandalım olmadan karaya ulaşmaya çalışıyordum. Yalnızca uyuduğumda ve birileri benimle vakit geçirdiğinde oradan çıktığıma ikna olup bilinçsizce bir karaya vuruyordum. Sonra yine, yalnız kalınca, okyanus beni yutuyordu.

Şaşalı sözler, içi boş boktan laflar. Ne kadar manalı ne kadar sanatsal… Peh! İnce ruhlu biri olmadım hiç ama sıradan değildim ben, yaptığım her şeyle tepeden tırnağa sıradanlık ve bayağılıkla dolup taşsam da. Hatalarıma geri dönebilme fırsatı sunulmuştu çünkü bana. Tuhaf, bunca yıldan sonra, hâlâ hiçbir fikrim yok neden ben. Ne için? Ne uğruna ve ne pahasına? Zamanla alıştım cevaplanmamış sorulara. Alışmak tüketti zaten beni.

Ben de kullandım bana bahşedilen bu yeteneği.

Önce çocukluğuma gittim. Daha akıllı, daha kolay birisi olmaya çalıştım. İşler yoluna girmedi. Rol kesemedim sonuna kadar.

Küçük anıları ziyaret etmeye başladım sonra.

Konuşamadığım tartışma, atamadığım yumruk, söyleyemediğim sözcükler, soramadığım sorular, veremediğim karar, gidemediğim yer, bulamadığım anlam, kaçırdığım fırsat; hepsini ama hepsini birer birer gerçekleştirdim. 23 yıl… 23 yılımı aldı. Denedim denenebilecek her yöntemi. Akla gelebilecek hiçbir başka yol bırakmayana dek denedim. Kendimi ve başkalarını düzeltmeyi denedim ve kedilere daha iyi baktım ve sabah daha erken kalktım ve daha iyi birisi olmayı denedim ve… Ve yok, ama var; ama olmadı. Bu kadar basit. Hakikate kendin ulaşmayınca kabullenmeyeceğini, kestirme denen yolun var olmadığını biliyorum ama söylemezsem çıldıracağım, aklımı yitireceğim, anlıyor musun?” Sesi titriyor. Yüzü hâlâ karanlık. Yağmur hâlâ yağıyor. O hıçkırıklarını yutmaya çalışırken bir süre konuşmuyorlar.

“Olmadı, anlıyor musun? Keşke sokabilsem bunu kafana. Keşke zihninde bu sözcükten başka bir şey olmasa. Denediğim her alternatif kusurluydu ve her yol aynı hüsranla bitiyordu. Ya’sı yok, ama’sı da yok. Tükettim kendimi. Olmamışları oldurmak için içimde benden geriye tek bir parça kalmayana dek denedim her yolu. Her seferinde başarısız oldum. Her seferinde yanlış bitti her şey. Olmadı. Olmadı. Olmadı. Olmuyor. Olmayacak.” Gizlendiği siyah paltodan açığa çıkardı sonunda yüzünü. Ağlamaktan kıpkırmızıydı gözleri ve suratı.

“Rahat bırak artık kendini. Bir yere varmayan varsayımlarının da kendini yiyip bitirişinin de bir kıymeti yok zira. Bazı şeyler oluyor bazen ve kabullenmen gerekiyor ki kontrolünden çıkabilir her an her şey. İnsan denen varlık kusurlu ve yok ötesi.” Bağırmayı kesti. Bağırdığının ayırdına bağırmayı kestiğinde varmış gibi duraksadı. Zaten kimse duymuyordu. Kalabalık çok kalabalıktı ve kimsenin dinlemeye vakti yoktu ve yağmur yağıyordu. Herkes kulaklarını tıkamış ve at gözlüklerini takmış yürüyordu. Herkesin gideceği bir yer vardı ve herkes yağmurun dinmesini bekliyordu ve herkes günün sona ermesini ve ev dedikleri yere varmayı ve bir kupa kahve içmeyi ve günlerin geçmesini ve hafta sonuna varmayı ve tatilin gelmesini ve tatilin bitmesini ve geri dönmeyi ve tekrar aynı döngüye girmeyi ve ölmeyi bekliyordu.

Kırış kırış suratıyla sulu ve kızarık gözlerini dikti yaşlı zaman yolcusu onun gözlerine. Bir şey söyleyemedi çünkü gelmedi aklına söyleyebileceği hiçbir şey. Hiçbir düşünce uğramadı zihninin filtresine. Değişmemişti pek bir şey. Sonra güldü yaşlı zaman yolcusu. Öyle bir gülümsemeydi ki sevindi mi acıdı mı hüzünlendi mi yoksa çok başka şeyler söylemek istedi de dili varmayınca yüzüne yansıtabildiği en samimi ifade bu mu oldu pek anlaşılmıyordu.

Ama gülümsedi ve yok oldu.

Yaşlı zaman yolcusu yok oldu. Hiç var olmamış gibi oldu.

Bulut oldu ya da toprak oldu ya da…

Yağmur durdu.

Güneş açtı.

Herkes mutlu, herkes inanıyor; umut var hâlâ.

Her şey yolunda.

Her şey.

Her.

Erva Nur

Ben Erva. Henüz üniversitenin birinde, her yönüyle olmasa da ilgimi çeken bir bölümde okuyorum ve hayatımla ne yapmak istediğimi çözmeye çalışıyorum. Kedileri severim. Arada okurum, sık sık da bir şeyler yazarım. Cesaretimi toplayıp düzenleyebildiklerimi de burada paylaşıyorum.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *