Öykü

İçimdeki Ses

“Neden ansızın beni buraya ışınladınız ki? Anlamıyorum!?” diye kendi kendime söylenirken gördüm onu; o yuvarlak kafalı robotu. Gıcırdaya gıcırdaya kollarını uzatıyor, deli gibi çalışıyor, robot parçalarından iki yanıma duvar örüyordu, uçsuz bucaksız dev gibi bir duvar.

Her yer metal kokuyordu, kokunun keskinliği burnumu acıttı. Dev gibi bir koridorun arasında kaldığımı gördüm şaşkınlıkla, ne zaman olmuştu bütün bunlar. Anlamak için dikkatlice baktım. Ne kadar da hızlıydı yuvarlak kafalı robot. Kollarını uzatıp hurdalaşmış robot parçalarını alıyor, duvarı sürekli büyütüyor, uzatıyordu ve bunu o kadar hızlı yapıyordu ki o parçaları nereden bulduğunu görmek imkansızdı ve hepsini nasıl da bir duvar olabilecek gibi birbirinin içine geçiriyordu. Hurda robot kollardan bazıları duvardan dışarı, yukarı doğru uzanıyordu, elele tutuşmuş gibiydiler. Ben öylece dalmış bakarken onlara, birden birbirlerinden ayrılıp aşağı sarktılar. Robot kollar metalik sesler çıkartarak bir süre sallanıp sonra durdular. Başka hiçbir hareket olmadı duvarda, ne elektronik bir ses, ne de diyotlar ışık yaymadı. Hurda robotlardan yapılmış bir duvarın içine sıkıştığıma inanamıyordum. “Bu duvarı neden örüyordu ki robot? Neden? Beni buraya neden ışınladılar ki? Neden?” diye düşündüm… düşündüm.

Olduğum yerde öylece kalakalmış etrafıma bakarken, ayaklarıma takıldı gözlerim, her zamankinden daha uzun görünüyorlardı ve metalik gri ayakkabılarım vardı. Upuzun bacaklarımda gri parlak metalik bir pantolon ve üstümde aynı parlaklıkta gri tişört gibi bir şey vardı. Dokundum üzerimdekilere, ellerimi bir daha hiçbir şeye dokunmak istemeyecekmişim gibi bir duyguya kapılınca, hemen panikle ellerimi yüzüme götürdüm, ben yine aynı benmiyim diye anlamak için dokundum, kendimi avuçlarımın arasına alıp dokundum. Neyse ki çok sevdiğim sakalım hala suratımdaydı, beni buraya ışınlarken, bu garip kıyafetlere sokarken, upuzun sakalıma hiçbir şey yapmamışlardı. Neyse ki üzerimdekilerin içi, dışı gibi değildi, yoksa bütün vücudum sürekli ürperirdi. Yüzüme ve sakalıma dokununca ellerimde ki dokunma duyusu tekrar eski haline dönmüştü, rahatladım. Tutup sakalımı, şöyle bir uzatıp kıpkırmızıya boyattığım yerlerine baktım. Ama o da ne! Gümüş grisiydi sakalım. Oysa ki hayatımın kadını onları ne kadar da severek boyamıştı. Saçlarım da metalik griye mi dönüşmüştü acaba? Belki de ışınlanırken renklerim kaybolmuştur. Ellerime baktım, bildiğim kendi ten rengimdi ama üzerine buradaki metalik renkler yansıyordu. “Yoksa biraz sonra bütün vücudum soluk metalik gri mi olacak. Of! Neden bana bunu yaptılar ki? Hem de ansızın!” diye düşünürken içim sıkıştı, birden koşmaya başladım.

“Bu duvarın bir sonu kesin vardır ve ben hemen içinden çıkabilirim,” diye düşünüp alabildiğine hızla koşarken, koridor daralmaya başladı. Duvardaki kabloların bazıları altın sarısıydı, üzerime değiyorlardı, bir anlığına renkleri bulaşıyor, sonra hemen geçiyordu. Gıcırlıtılı sesler çıkıyordu ayaklarımın altından ve ben hızlandıkça içimi gıcıklıyordu bu sesler, duymamaya çalıştım ama imkansızdı, üstelik bir de yankılanıyorlardı. Birbirinin içinden geçip sürekli kulaklarıma girip çıkıyordu gıcırtılı sesler. Gıcırtılar… ayaklarımın altından çıkan gıcırtılar dayanılmaz bir hal alınca durmak zorunda kaldım. “Biraz durayım, sonra yine koşarım nasılsa,” diye düşündüm. Durunca ben, gıcırtılar kesildi, kulaklarım, kafamın içi rahatladı. Ayaklarım sanki yere mıknatıslıymış gibi yapışmıştı. Şimdi tamamiyle olduğum yerde kıpırtısız duruyordum. “Bir daha hiç hareket edemezsem?” diye düşünüp karalar bağlayacakken, duvarı ören yuvarlak kafalı robotun karşımda olduğunu farkettim. Ama bu durum çok kısa sürdü. Dev duvarın içine yerleştirdiği robot parçasını kontrol edip, hızla işine devam etti. Ve ben bütün bunları bulanıklaşarak birbirine geçen film kareleriymiş gibi gördüm. Şimdi yine benden uzaktaydı robot. İçinden hiç çıkamayayım diye, etrafıma hurda duvarı inatla örüyordu… bir robotta ne kadar inat olabilirse o kadar inatla. Dalmış ona bakarken, birden “Hayır durmamalıyım!” diye düşündüm. Robot durmak bilmeden gıcırdata gıcırdata örerken duvarı ve hızla uzaklaşırken, ben durmamalıydım.

“Hey! Robot! Heeey! Neden bu kadar hızlı duvar örüyorsun ki? Neden ansızın beni buraya ışınladılar ki? Tam uzanmış yatağıma uykuya dalacakken, neden beni kaldırıp ışınladılar? Heey, Yuvarlak Kafa sana soruyorum, cevap ver bana lütfen!” diye deli gibi haykırsam da, hem de en kalın ses tonumu kullanmıştım, yine de Yuvarlak Kafa beni duymuyordu ve asla durmayacak gibiydi, hala o gıcırtılı sesleri çıkara çıkara örüyordu metal kokulu duvarı.

Ayakkabılarımın altı sanki mıknatıslıymış gibi, kendimi yere yapışmış gibi hissediyorum. Bütün gücümle ileri doğru atılıp, kocaman bir adım atmayı başardım, çok yüksek bir ses çıktı, kulaklarımda çınladı ve ben ellerimle kulaklarımı tıkayıp deli gibi koşmaya başladım. Bu neden daha önce gelmemişti ki aklıma. “Bazen insanın kafası durur, dert etme,” diye teselli ettim kendimi. En azından ayaklarımdan çıkan sesler daha boğuk geliyordu kulaklarıma. Koşuyordum robota doğru ve nedense yorulmuyordum. Metal kokulu duvarların arasında hayatımda hiç koşmadığım kadar hızla koşuyordum.

“Bu koşu sonsuza kadar sürecek mi?” diye geçti aklımdan, hiç bitmeyecek bir koşuya çıkmış olmak içimi öyle çok, öyle çok ürperti ki, korkutucuydu. “Sürekli önüme, sağıma, soluma duvar ören bir robotun ardından neden koşuyorum ki!” dedim kendi kendime sessizce, sonra yüksek sesle ve daha yüksek sesle, kendi sesim kulaklarımda çınlayınca, durdum aniden. Yere yapışıp kalmış gibi durdum. “Evet tabii, o örsün duvarı, ben durayım, bakalım ne olacak? Neden koşuyorum ki beni duymayan, durmayan bir robotun ardından. Neden koşuyorum ki? Ah! Neden? Ve şimdi takılmış plak gibi neden aynı şeyleri söylüyorum ki? Neden?.. neden?” Durdum. Sustum. Gözlerimi kapattım.

Sanki çok uzun bir zaman geçmişti, açtım gözlerimi ama hala oradaydım. Arasında kaldığım duvarlara baktım. Bütün o hurdaların içinde oyuncak bir robot gözüme çarptı. O kadar parçanın arasında çok nadide bir şey görmüş gibi oldum, yaklaştım yakından bakmak için. Sapsarı renkli, kocaman kırmızı gözlü oyuncak bir robottu, antenleri diğer kabloların arasına iyice karışmıştı ve paslanmaya başlamıştı. “Onu duvardan çıkarabilsem, kurabilsem, yere koysam, yürüse,” diye çocukça isteklere kapılmışken buldum kendimi. Elimi uzattım ama hemen geri çektim, o kadar belliydi ki oradan asla çıkamayacağı. Oyuncak robotlu duvarı arkamda bırakıp yavaşça yürümeye başladım.

Duvar sürekli paslanıyordu ama altın rengi kablolar hala parlak görünüyordu, bu kadar pasın ve gri metalik rengin arasından parlıyorlardı. İki yanımda uzanan metalik kokulu duvarların arasında yürüdüm de yürüdüm. Deli gibi çalışan robotu göremiyordum artık, gıcırtılı sesi uzaktan geliyordu, hafifçe yankılanarak kulaklarımın içinden geçiyor, beynimin kıvrımları arasında dolaşıyordu. Yürürken duvara bakıyordum, robot parçaları hurdaydılar ama belki de mucize eseri çalışan bir ini bulabilirdim. “Bir şeyi çözmemi istiyor olabilirler,” diye düşündüm. “Evet evet o çalışan parçayı bulmamı istiyorlar, bu bir yetenek sınavı, o yüzden aniden beni buraya ışınladılar, nasıl başaracağımı görmek için. Böyle bir sınav biçimi varmıydı ki?” diye düşünürken, birden nerede, hangi zamanda yaşadığımı hatırlayamadığımı farkettim. Birden korkuya kapıldım, midemden kaygı dalgaları geçmeye başladı. Hemen onları durdurdum, “Şimdi bu dalgaların beni ele geçirmemesi lazım,” diye düşünüp, derin bir nefes aldım ve tekrar harekete geçtim.

Yürüdüm yavaşça, sanki sağa dönüyordum, evet evet sağa. Biraz sonra sola dönüyormuşum gibi geldi. Bir sağa bir sola, biraz da düz yürüyordum. “Belki de hep aynı yerden geçiyorum,” derken kendi kendime yine o sarı oyuncak robotu gördüm. Duvardaydı hala, iyice yamulmuş, diğer parçalarla birbirine geçmişti ve daha da paslıydı, bir gözü de düşmüştü. Hep aynı yerde dönüp durmuyordum belki de ve o aynı oyuncak robot değildi, şüpheye düştüm. İyice yakından bakınca gövdesinin üzerindeki rakamları gördüm. 2 4 0 0 1 5 8 0 0 7 9 1. Bu rakamları aklımda tutmalıyım, görsel hafızamı kullandım ve şimdi kafamın içindeydiler. Yoluma devam ettim.

Yürüdüm gıcırdayarak, yavaşça yürüdüm. Sağa sola ileri, belki de geri ve biraz sonra yine duvarda o gözüme takıldı; daha da yamulmuş, diğer hurda parçaların kabloların arasına iyice gömülmüş, daha da paslanmış oyuncak robotu gördüm ve şimdi o kadar da sarı değildi. Gözlerimi kısıp rakamlara baktım 2 4 0 0 1 5 ve 3 yoo 8… gerisi okunmuyordu ki, pasla kaplanmıştı. “Tabii paslanıyordu her şey, burada ne kadar da çok aklım duruyor. Bunu nasıl da akıl edemedim ben. Şimdi hafızamdaki o rakamları ne yapacağım,” diye söylendim kendi kendime… boşu boşuna.

Bir labirent örüyor robot, hiç bitmeyecek bir labirent, kafamı durduracak, karmakarışık hurdadan bir labirent. Dayanılmaz bir şey bu. Bir anlığına gözümü kapatıp açtığımda, ağaçların arasında kaybolup yolumu bulduğumu hatırladım. Ağaç… ağaç diye bir şey vardı, üzerinde yapraklar, yeşil… “Burada hiç yeşil yok mu? Paslı bile olsa, paslı yeşil… pas…” diye düşünürken gözüm duvardaki birkaç yeşil düğmeye takıldı, yanıp sönüyorlardı ya da bana öyle geliyordu. İyice yakından baktım, yeşil cılız ışıklar saçıp bir iki kere, sonra söndüler, ya da bana öyle geldi. Duvardaki her şey hızla paslanıyordu gözümün önünde. Burada zaman başka türlü akıyordu. Paslı dokuları soyut bir resmi seyreder gibi izlemeye daldım, hareketli soyut bir resmi. “Yoksa buna paslı soyut bir video gösterisi mi demeliyim? Ben bütün bunları nereden biliyorum?” diye sorarken kendime, acıkmadığımı farkettim.

“Ben neden acıkmıyorum ki?” diye yüksek sesle sorarken buldum kendimi.

“Neden anlamakta direniyorsun, bir rüyadasın,” dedi bir ses.

“İçimden mi geldi o ses? Neler oluyor içime mi girdiniz? Çıkın çabuk! Çıkın içimden!” dedim çaresizce.

“Neden anlamakta direniyorsun, bir rüyadasın,” dedi taa içimden gelen ses, duyuyordum onu içimden içimden konuşuyordu.

“Rüya mı? Ama ben uzun zamandır rüya görmüyorum ki!” dedim ona yüksek sesle.

“İçimdeki bir sesle konuşuyorum, delireceğim,” diye düşünürken uzattım ellerimi duvarın içinden geçsin diye, rüyaysa geçerdi. Ama hiç de öyle olmadı, buz gibi metal duvara dokununca içim gıcıklandı ve hemen çektim elimi.

“Rüya değil işte!” diye haykırarak duvara hışımla tekrar dokunacaktım ki içimden gelen ses yine konuştu:

“Neden paslı bir rüyada olduğunu bulana kadar, uyanamayacaksın!” deyince içimdeki ses öylece kalakaldım.

“Neden beni buraya ışınladılar ki? İçimdeki bir sesle beni kontrol edeceklerini mi sanıyorlar? Paslı rüya mı?” diye söylenirken kendi kendime düşünmeye başladım; “Yoksa bana mı öyle geliyordu? Elimi duvardan hızla çekmiştim, dokunmamış olabilir miydim? Kafamın içi, algılarım, duyularım, içimdeki her şey karmakarışık oldu.” Hemen rüya olmadığını ispatlamak için, duvarın içinden geçme isteğiyle ellerimi havaya kaldırdım, tam sertçe paslı duvara dokunacaktım ki sağ tarafımdan kulaklarımı tırmalayan gıcırtılı sesiyle yuvarlak kafalı robot duvardan kocaman bir delik açarak çıktı karşıma.

İki yanımdan başka bir yöne doğru duvar örmeye başladı. Peşine takıldım yuvarlak kafalının, kendimden geçmişcesine haykırmaya başladım:

“Söyle, Yuvarlak Kafa neden ışınladılar beni bu paslı duvarların arasına? Neden örüp duruyorsun bu paslanan duvarı, başka işin yok mu senin? İçimdeki sesi de al da git başımdan!”

“Işınlanmadın ki, sana öyle geliyor,” dedi içimdeki o ses, tüm haykırışıma karşılık.

İçimde bir ses vardı ve benimle konuşuyordu. Çıldıracağım! Delirdim de benim mi haberim yok, saçmalıyor muyum? Kafam allak bullak oldu. Birden koşmaya başladım, ayaklarımın altından çıkan gıcırtılar çınlasa da kulaklarımda, koştum da koştum.

Bir süre sonra, anlamsız gelince koşmak, durdum. Çalışkan, gıcırtılı duvar örücü robot yine benden uzaklaşmıştı. Sessizliğin içine gömüldüm.

Kendimi yok olacakmış gibi hissettiğimde, aniden yine ortaya çıktı robot, tam karşısında durduğum duvarı delip burnumun dibinde bitti, üzerimden geçti, döndü dolandı ve etrafıma yeni bir duvar örmeye başladı. “Sonsuza kadar sürecek mi? Dayanılmaz! Çıldırıp kendimi kaybedeceğim. Paslı hurdadan robotik duvarların arasında ölen ilk adam ben olacağım,” diye düşünürken ve karamsarlığın içinde kaybolacakken konuştu içimden gelen ses:

“Neden buraya düştüğünü bulana kadar uyanamayacaksın bu paslı rüyadan!” dedi.

“Ah! Yine konuştu! Paslı rüya… paslı rüyaymış. Duvarların içinden ellerim geçmiyor paslı ses, rüya değil sana öyle geliyor içimdeki paslı ses!” dedim giderek yükseltiğim sesimle.

“Evet duvarın içinden geçmemişti ellerim, yoksa içim gıcıklanmazdı öyle, kesinlikle gıcıklanmazdı,” derken kendime inandım. Kendi söylediklerime inanıyordum ama artık hareket etmek istemiyordum. Duruyordum, bir daha hiç kıpırdamayacakmış gibi duruyordum.

“Sonsuza kadar kaldım burada… kaldım… sıkıştım… sı…” diye söylenirken kendi kendime sustum bir anda.

Hiçbir şey yapamamaktan boğulacakken, birden burnumun dibinde belirdi yine o duvar örücü robot. Umrumda değildi artık, o ve ördüğü paslı duvar. Sanki hep buradaydım ben ve burnumda pas kokusu hep vardı. İçine çekti duvar beni, dayanılmaz bir çekicilik. Tam o anda yukarı doğru bir duvar örmeye başladı iki yanımdan Yuvarlak Kafa, yukarı doğru… yukarı… belki de ben öyle sanıyordum. Yukarı aşağı yoktu, bana öyle geliyordu. İleri geri, sağ sol yoktu, hiç biri… hepsi bir yanılsama. Sürüklendim örülen duvarın peşinden.

İçimdeki her şey tam kaybolacakken, yine konuştu o ses yankılana yankılana:

“Neden buraya düştüğünü bulana kadar çıkamayacaksın bu paslı rüyadan! Uyanamayacaksın paslı rüyadan!”

“Neden? Neden böyle konuşup duruyorsun içimden, çık dışarı paslı ses! Çık içimden! Neden cevabı söylemiyorsun bana?” diye sordum ona en kalın ses tonumla, taa içimden sordum. Kendi kulaklarımla duydum sorduğumu. Ve duyduğum anda:

“İçimdeki ses benim!” dedim ve tam o anda kafamda çakan düşünce kıvılcımı yaşama sevinciyle doldurdu içimi. Duvarda pastan eser kalmadı, altın rengine büründü bir anda ve göz kamaştırıcı bir parlamayla yok oldu… duvar yok oldu… yuvarlak kafalı robot da yok oldu… yok…

“Bu yalnızca bir rüya… artık rüya görebiliyorum!” diye haykırarak uyandım. Uyandım ve sonsuza kadar uyanık kaldı içimdeki her şey.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *