Kaçıyordum… Kaderimden kaçıyordum. Ve korkuyordum. Deli gibi korkuyordum. Ama kanat seslerinin artışı benim daha hızlı gitmemi ve sadece buna odaklanmamı sağlıyordu. Sadece bir yere kadar kaçabileceğimi biliyordum.
Bu, korkaklık edeceğime düşmanlarımın karşısında dik durmanın daha asil bir şekilde hayatıma son verebileceğini düşündürdü. Yavaşlamaya başladım ve arkamı döndüm. Işıltılar saçarak buraya doğru geliyorlardı. O bembeyaz kanatlara bir zamanlar ben de sahiptim. O güçlere, o eşsiz güçlere bir zamanlar ben de sahiptim. Bir melek olmanın ne demek olduğunu ben de biliyordum. Ama artık onlardan nefret ediyordum. Sonsuza dek sürecek bir nefret. Evet. Ben bir düşmüş meleğim.
Ve şimdi diğer bütün melekler beni yakalayacak, beni o cehenneme göndereceklerdi. Hepsinde birer tane sağlam defne ağacının kabuğundan yapılma yaylar vardı. On melek gözlerimin içine bakarak yaylarını gerdiler. Elimi omzuma doğru attım ama yayım kırılmıştı. Nasıl bir halde olduğumu, bu hale nasıl geldiğimi düşündükçe içimden ağlamak geliyordu.
Yayı boş verip çakıma yöneldim. Onu görmeleriyle gerilmiş okları bir anda tek hedefe, yani bana yöneldi. Her bir okun vücuduma saplanışı acı vericiydi ama hiçbiri öldürücü değildi.
Derin bir nefes aldım ve okları sert bir şekilde vücudumdan çıkardım, yere fırlattım. Bunu gören melekler şaşırdılar ama birkaç saniye bile sürmeden kendilerine geldiler ve yeniden oklarını yerleştirip yaylarını gerdiler. Sonum gerçekten de gelmişti.
Bu on oktan kurtulmamın sebebi büyük ihtimalle daha kötülerine alışmış olan vücudumun eseriydi. Ama buna bir ikinci kez dayanabileceğimi sanmıyordum. Yerlilere baktım. Meleklere acıma gibi bir duygu yoktu. Ama ben de onlara yalvaracak kadar korkak değildim. O yüzden bir kez daha ayağa kalktım. Onurumla ölmeye hazırdım.
Melekler tam yaylarını son kez atacakken en önde duran küçük bir melek elini yavaşça havaya kaldırıp durmalarını işaret etti. Böyle küçük bir meleğe saygı duymaları şaşırtıcıydı.
En öndeki melek sırtından okunu çıkardı. Çok büyük bir oktu vücuduma değdiği her yeri parçalayabilecekmiş gibi bir hali vardı okun…
Dik durmaya çalıştım ama olmuyordu omzuma aldığım korkunç bir acıya neden oluyordu. Meleğe yapabileceğinin en iyisini yap dercesine baktım. Melek ise çok çevik bir hareketle okunu bana doğru gerdi ve bıraktı. Ok çok hızlı geliyordu ve kaçamayacağımı düşündüğüm için kıpırdamadım. Ok kalbime girerken zorlukla nefes alıyordum. Onun şiddetiyle bir metre kadar geriye düştüm. Ve yere yığıldım.
Beni vuran melek hala orada duruyordu.
Bana acırmışçasına baktı. Meleğe olan öfkem o kadar artmıştı ki ne yaralarımı ne de kaderimi düşünür olmuştum.
Kalbime isabet eden ve bende ölümcül hasar bırakan oku hızla çektim, yaradan kanlar boşalıyordu ama umurumda değildi. Ezikliğin kızgınlığıyla parçalanan kalbimi önemsemiyordum. Ne de yavaşça ölen vücudumu. Gözlerim kararmaya başlamıştı. Ve ölmeden önce yapacağım son şeye karar verdim. Elimdeki kanlı oku en az o meleğin ki kadar çevik ve hızlı bir şekilde hedefime gönderdim. Meleğe saniyeler içinde ulaşmış ve aynı benim gibi kalbine saplanmış ve öldürmüştü. Bunu gören melekler acımasızca ve korkuyla bana baktılar ve oklarını çektiler.
Onlar beni vuramadan dengemi kaybetmiştim.
Ölüyordum… En ağır cezayı hak ediyorum diye düşündüm ve kendimi yerde buldum.
Ama diye düşündüm son nefesimi vermeden önce
“Ölümümün intikamını almayı başardım” diye teselli ettim kendimi ve gözlerimi usulca kapadım.
Ama daha aradan bir saniye geçmemişti ki soluklu bir nefesle uyandım. Yerde yatan bedenimi görmem dengemi sağlayamayıp ağaca çarpmamı sağlamıştı. Ama ağaca çarpmamış içinden geçmiştim. Ölü bedenimde ruhumun dirildiğini fark etmem zor olmamıştı.
Birkaç dakika önce beni öldürmeye çalışan melekler yerde yatıyorlardı. Ölmüşlerdi.
Tökezledim ve koşarak alevlerin içinden geçtim. Bunlar… Nasıl?!
Yere yığıldım. Bir anda vücudum alev gibi yanmaya başladı. Alnımdaki terleri silerken, başımı kaldırdım.
Ateşten enerjisini alan ve onun karşısında ise sonsuz gücünü onun iki metre aşağısından bile fark eden ben vardım.
Onun “Şeytan” olduğunu anlamıştım.
Bana baktı ve gülümsedi kırılmış yayımı yerden aldı. Bir dokunuşuyla yayım düzeldi ve yanmaya başladı, alevden bir yayım olmuştu. Ve alevler onu bana uzattı. Yayımı tutmamla yanmam bir oldu. Nefes kesen bir acıdan sonra, alevden gücünü almaya başlamış ve şeytanın yardımcısı olmuştum. Şeytana baktım. O ise sadece fısıltıyı andıran bir sesle;
“Ölümünün intikamını alırken benim en büyük düşmanımı yenmiş oldun… Hem de en büyüğünü!” dedi şerefle, bana gurur duyarmışçasına baktı.
“Yani…”
“Evet…” dedi.
“Evet, Tanrı’yı yendin.” dedi ve alevler kuvvetlendi. Bu uçsuz bucaksız cehennemin ortasında, bir düşmüş melek olmaktan kurtulmuş; sonsuza kadar itaat etmekten onur duyacağım şeytanın karşında, bir ölümsüz olarak dimdik duruyordum. Doğmuş ve yeniden dirilmiş bir melek olarak…
İkizin olarak (!) ilk yorumu yapmaktan gurur duyuyorum =)
Düzeltmeleri büyüklerimize bırakarak tek bir şey diyeceğim.. Benim ‘dramatik öykülerimden’ bir şeyler kapmışsın! =D
Sağol…Senin kadar dramatik olamadıysamda da teşekkür ederim!
Öncelikle selamlar ve hoş geldiniz!
Yeni yazarlar ve onları hayal güçleri ile bezenmiş hikayelerini seçkide görmek her zaman keyif verici olmuştur benim için.
Hikayenize gelecek olursak diriliş temasını farklı ve başarılı bir açıdan ele almışsınız. Düşmüş bir meleğin hayatta kalma mücadelesini okumak keyifliydi. Ama kurgunuzda biraz zayıflık olduğu da gerçek. Yani düşmüş bir meleğin Tanrı’yı öldürmesi fikri fantasik-ötesi olmuş 🙂 İnanması güç diyelim ya da şuna… Bir başmeleği öldürdü deseydiniz daha iyi olurmuş kanımca.
Bir de kelime tekrarlarına dikkat etmenizi tavsiye ederim. Arka arkaya aynı kelimeyi çok kullanmak okuyucu için can sıkıcı bir durum oluşturuyor.
Bir sonraki seçkide görüşmek üzere…
Teşekkür ederim…Evet Tanrı’yı öldürmek biraz aşırıya kaçtığı kanısına ben de vardım ve kelime tekrarları için elimden geleni yapıyorum.Yani her yazdıktan sonra kontrol ediyorum.Gerçekten de çok teşekkür ederim.
Hikayeniz çok güzel olmuş tebrik ediyorum.
Daha iyilerini yazmanız dileğiyle… :))